November 18, 2009

Dumansız hava sahasında dumanlı işler


Kış geldi çattı, her ne kadar geçen yıllara oranla birçok insan hâlâ dışarıda oturma ısrarını sürdürüyor olsa da sigara içenler kafelerin, barların içine girmeye başladıkça sigara yasağının yaşattığı sıkıntı kendini yavaş yavaş göstermeye başladı. Bu sigara yasağı insanları iki gruba ayırdı malumunuz üzere: yasağı destekleyenler ve desteklemeyenler. Başında belirteyim ben yasağı destekleyenlerdenim. Tabii ki sigara içen ve bu yasağı desteklemeyen bazı insanlar sigara içmenin de bir özgürlük olduğunu ve bu özgürlüğü kısıtlamanın hem faşizan bir hareket hem de insan haklarına aykırı olduğunu savunuyorlar. Peki, eğer bu faşizan bir yasak ve insan haklarına aykırı bir uygulamaysa bunca yıl sigara içmeyen insanların duman altı olmuş, göz gözü görmeyen ortamlarda bulunmak zorunda bırakılmaları neydi? Ben şehirlerarası otobüslerde ve hatta şehir içi minibüslerde sigara içilen dönemleri hatırlıyorum. Gerçi o kokudan içimin dışına çıktığı şehirlerarası otobüs yolculuklarını nasıl unutabilirim ki! Bir de çok sevdiğim montumun minibüste sigara ile yakılması sonucu üzüntümü…


Neyse ki aradan yıllar geçti, şimdi sigara içenler bile tahayyül edemiyor otobüslerde sigara içilen dönemleri. Öylesine saçma öylesine pis bir uygulama. Sonra tarih 19 Temmuz 2009 oldu ve pek bir sevindik biz sigara içmeyenler. Ne de olsa artık pasif içicilikten kurtulacak, duman altı kalmadan eğlenebilecek ve en güzeli eve buram buram sigara kokan giysiler ve saçlarla dönmeyecektik. Ne güzeldi, ne medenîydi, ne insanca bir şeydi hem zaten sigara içenler sadece kendilerinin değil biz sigara içmeyenlerin de sağlığı ile oynuyorlardı. Bundan güzel gerekçe mi olurdu sigara yasağı için… Sağlık bakanı televizyonlarda, gazetelerde boy boy göründü, bu yasağın uygulanmasının elzem olduğunu, asla bundan geri adım atılmayacağını, halkın sağlığının önemli olduğunu anlattı. Herkesler dumansız hava sahasına destek oldu, arada ses çıkaranlar oldu ama sustular sonra. Zaten yazdı, açık alanlarda oturdu insanlar, ne müşteriler ne işletmeler hissetmedi sigara yasağını.


Sonra kış geldi, mekânlar açık alanlarını kapattılar, kimisi camla kapattı kimisi şeffaf naylon ile. Açık alanlar kapalı alana dönüştü ama kullanımda hâlâ açık hava muamelesi gören kapalı alanlara! Oysaki yasa çok açıktı, sigara içilebilecek bölümün en az yüzde ellisinin açık olması gerekiyordu bildiğim kadarıyla ve sigara içilen dış mekân ile sigara içilmeyen iç mekânın ayrılması da şarttı ama ne oldu? Şimdi dört bir tarafı kapalı mekânlarda pofur pofur sigara içilmekte. Üstelik ortalıkta dolaşan bir söylenti eğer gerçekleşirse devletin belirlediği miktarda bir yıllık vergi ödeyen işletmeler sigara içme yasağından muaf olacaklar! Oh ne ala! Nerede kaldı halkın sağlığı, nerede kaldı yasanın amacı? Böyle bir vergi çıktığında elbette bütün işletme sahipleri sigara içen müşterilerini kaybetmemek adına bu vergiyi ödeyecekler. Sigara içmeyen müşteriler de nasıl olsa gelecek, ne yapacaklar ki başka? Yalnız kalmaktansa yine katlanacaklar sigara dumanının altında sosyalleşmeye, arkadaşlarıyla vakit geçirip, eğlenmeye. Böylece devlet kendi koyduğu yasağı kendi eliyle delecek ama kesesine de bir sürü para girecek. Tam Türkiye’ye yaraşır bir hareket olacak bu eğer bu söylentiler gerçekleşirse ama sonuçta ateş olmayan yerden duman çıkar mı? Hem biz alışkınız verginin “özel”ine… O yüzden olası geliyor kulağa.


Bugün Konur Sokakta bir cafede kahvaltı ediyordum, eski dış, yeni iç mekan doğal olarak sigara içilen bir alan olmuş o sokaktaki tüm cafelerde olduğu gibi. Hatta dışarıdaki çocuk müşterileri kendi kafesine çekmek için rahatsız ederken özelikle vurguluyor “bahçemizde sigara içiliyor” diye. Bahçe dediği o şimdi kapalı olan mekân! Garson çayımı getirdiğinde sordum, burada nasıl sigara içiliyor diye. Garson dedi ki, bizim sigara içme belgemiz var! Nasıl yani dedim, yok ki böyle bir yasa ne belgesi bu? Garson dedi ki hani yeni yasa çıkacak ya, o özel vergi veren işletmelerde sigara içmek serbest olacak. O yüzden içiliyor bizde dedi. Güler misin ağlar mısın? Daha çıkmamış bir muafiyetin izin belgesi varmış o işletmede. Burası Türkiye her şey mümkün! Onların izin dediği de çok büyük ihtimal yasağın uygulanmasını kontrol etmekle yükümlü kurumların göz yumması. Tabii ki göz yummanın bir bedeli olmalı, siz anladınız onu. Biz alışkınız gerçi her bir yasağın birileri için rant kapısı olmasına, şaşkınlık yaşamak abes olur bu durumda.


Sonuç olarak dumansız hava sahasında dumanlı işler dönüyor kanımca.
Dumanlı işleri çeviren hem yasa koyucu hem idari birimler…
Dumanlı işten kârlı çıkanlar: sigara tiryakileri ve işletmeler…
Dumanlı işlerden öksürenler: sigara içmeyenler…
Sağlıklı ve medeni günler!

November 4, 2009

Burada hiçbir şey yok anne...


“Burada hiçbir şey yok anne!” diyor kapının eşiğine oturmuş genç öğretmen. Belli ki böylesine bir yer canlandırmamış kafasında. Zaten diyor da annesine “Köye gideceğimi biliyordum ama böyle bir yere değil”

Haklı da… Orda bir köy var uzakta diye şarkı söylerken ilkokulda tabii ki hiç birimizin kafasında öyle bir köy canlanmıyor. Çünkü köy dediğin, bir bilemedin iki katlı, şirin mi şirin, beyaz badanalı, kırmızı kiremitli evler, köyün meydanındaki büyük çınarın altında tahta masaların etrafına atılmış şirin tahta sandalyeli bir kahvehane, illa ki yakınlarda bir yerde şırıl şırıl akan bir dere, kazların peşinde koşan çocuklar vesaire vesaireden oluşur…

Nitekim genellikle böyledir de Ege’nin köyleri, gitmesek de görmesek de o köyler bizim köylerimizdir. Ya doğudaki köyler kimin köyü?
Emre öğretmenin tayini de öyle bir köye çıkmış işte, hiçbir şeyin olmadığı ama birilerinin her şeyinin orada olduğu bir köye.

İki Dil Bir Bavul’un hangi türe gireceğini hatta bir türü olup olmadığını bilmiyorum, kimileri belgesel diyor, kimileri sinema filmi. Türü, tekniği ne olursa olsun birer birer ödülleri topluyor İki Dil Bir Bavul.

Öylesine doğal, öylesine kurgudan uzak ve öylesine gerçek ki film ödül almaması ilginç olurdu asıl. Film birçok insan için çok farklı bir dünyanın kapılarını açıyor bir öğretmenin gözünden. Tek derslikli, bütün sınıfların birlikte eğitim gördüğü, aynı dili konuşamayan bir öğretmen ile yazıp çizdiklerini öğretmenlerine göstermek için can atan çocuklardan oluşan bir okul. Konuşamadığın bir dili konuşan çocuklara onların konuşamadığı bir dille eğitim vermek… Anlatması bile zorken anlamak güç yaşamadan. Zaten Emre öğretmen de anlamıyor, çocuklar da, tıpkı bu ülkedeki Kürtlerin ve Türklerin Türkçe konuşurken bile birbirlerini anlamadıkları gibi.

Hikaye güzel, pardon hikaye dedim, gerçeklik diyecektim. Türküm, doğruyum diye başlayan andımızı okuyan Türkçe bilmeyen Kürt çocukları bu ülkenin gerçekliğinin ta kendisi. Ben şahsen kötü hissettim kendimi onlar orada doğru telaffuz bile edemedikleri bir dilde olmadıkları bir kimlik olarak and içerlerken ve ne mutlu türküm diye bitirirken ‘and’larını. Ne mutlu ne mutlu! Onlar içti andı biz çıkalım kerevetine...

Filmi herkes görmeli, asıl görmesi gereken bir grup insan da görmeli, hani benim ülkemde yaşıyorsan benim dilimi konuşacaksın diyen ama benim ülkemde yaşıyorsan benim aldığım hizmetleri alacak ve benim gördüğüm muameleyi de göreceksin demek aklına gelmeyen o bir grup kendini bilmez insan. Ama sanırım onlar bu filmi izlediklerinde bir şeyleri idrak etmek yerine “helal olsun öğretmene, bak nasıl öğretti onlara andımızı” diye gururla çıkacaklardır salonlardan. Çünkü bu kadar basittir onlar için “mesele”, zaten hiçbir derinliği de yoktur o “mesele”nin çünkü Türkiye’de yaşıyorsan zaten Türkçe konuşacaksındır, senin Türkler gelmeden önce de orada yaşıyor olmanın ve kendi dilini konuşuyor olmanın bir önemi yoktur onlar için. Olay basittir, ya konuşacaksındır ya gideceksindir. Evet filmi bu ülkede yaşayan herkes görmelidir, görmekle de kalmayıp kabul etmelidir gerçekliği. Aslında küçük bir empati yetecektir ama maalesef “damarlardaki asil kan” izin vermez bu empatiyi kurmaya.

İki Dil Bir Bavul öyle güzel anlatmış ki ismiyle kendini ama sadece dil mi bavulun içindeki? Bunca yılın sorunu sığar mı o bavula? 86 yıldır tıkış tıkış dolduruldu o bavul adaletsizliklerle, yanlış devlet politikalarıyla, kayırmalarla, yok sayılmalarla, suskunlukla ve asimilasyonla. Ama artık o bavul geç de olsa açıldı. Şimdi bunca yıl birbirini anlamayan iki milletin konuşma zamanı. Gidin siz de görün bu filmi, empati kurmaya çalışın, çünkü o uzaktaki köy bizim bildiğimiz köylerden değil.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş