August 31, 2010

Beypazarı ve Eğriova Yaylası'nın taşlı yolları

Hafta sonu Ankara'dasınız, canınız sıkıldı ve yapacak bir şeyler arıyorsunuz. Bir anda aklınıza çok zamandır duyduğunuz ve herkesin akın akın gittiği Beypazarı geldi. Oldukça güzel bir fikir! 
Beypazarı, Ankara'ya 100 km uzaklıktaki şirin bir ilçe. Beypazarı taa Hititler zamanından beri bir yerleşim yeri olmuş, ipek yolu üzerinde bulunduğu için de İpek Yolu'nun yoğun olduğu zamanlarda bir ticaret merkezi olmuş. Ancak onu bugün popüler yapan ne eski bir yerleşim yeri olması ne de eski bir ticaret merkezi olması. Bugün insanlar Osmanlı dönemi'nde yapılan o birbirinden güzel evleri, konakları ve sokakları görmek için gidiyor. Beypazarı'ının ara sokaklarında kendinizi bir anda o dönemde buluveriyorsunuz. Arnavut kaldırımlı dar sokakların her iki yanında sıralanmış evlerin, konakların arasından geçerken elinizden makinenizi bir an bile bırakmanızın imkanı yok. Bugüne kadar 500 dolayında bina restore edilmiş, buna rağmen halen restore edilmeyi bekleyen neredeyse yıkılmak üzere olan evler var. Keşke Ayvalık'ta da böyle bir teşvik başlasa da o güzelim Rum evleri birer birer yıkılmadan, yakılmadan, eski güzel günlerine kavuşsalar diye geçiriyorum içimden. Neyse konumuz Beypazarı, geri dönelim. Beypazarı sokaklarında gezerken her köşe başında tarhanadan erişteye, kurutulmuş domatesten havuç suyuna kadar çeşitli ev yapımı yiyecekler ve topladıkları bin bir çeşit otlar satan tezgahlarla karşılaşacaksınız. Bunların bir çoğunda kadınlar satış yapıyor. Biz de yerel ekonomiye katkı olsun diye alıyoruz bir kaç şey o güler yüzlü kadınlardan.

August 20, 2010

Çıkıştan önceki son durak - Halep

Otobüsten iner inmez bir taksi şoförü koştu peşimizden bizi şehir merkezine götürmek üzere. Burada da  Otogar şehir dışındaydı. Bizi 250 suri’ye götürebileceğini söylediğinde ben otomatik olarak itiraz ettim. Olmaz dedim çok bu, sanki mesafeyi biliyormuşum gibi. 150 suri teklif ettim, kabul etmedi önce ama sonra razı oldu. İngilizce bilmesi de iyi bir şeydi. Bu arada resmi taksi olmadığını da arabasını alıp gelince fark ettik. Daha önceden öğrendiğimiz üzere otellerin yoğun olduğu bölgeye götürmesini söyledik bizi. Ne kadarlık bir otel aradığımızı sorduktan sonra hemen bir kaç otel broşürü çıkardı ve bir tanesinin temiz, güzel ve de uygun fiyatlı olduğunu, istersek bizi oraya götürebileceğini söyledi. Biz yine sazan gibi atladık onca tecrübemize rağmen ama bu sefer birbirimize söz veriyorduk bakıp çıkacağız, başka otellere de bakacağız diye.

10-15 dakikalık bir yolculuktan sonra otelin önüne vardık. Burada da trafik çok kalabalıktı. Şu ana kadar gördüğümüz diğer Suriye şehirleri gibi trafik lambası görmek çölde su bulmak gibi bir şeydi burada da. Eski bir oteldi burası (Kasr Alandaloss) ve dışarıdan hiç bir şeye benzemiyordu. Burada kalmayız diye girdik içeri ama merdivenlerden çıkıp resepsiyona ulaşınca gayet renkli ve şirin bir mekan karşıladı bizi. Otelin resepsiyonisti Türkçe konuşmaya başladı çat pat. O sırada otelin sahibi olan altmışlı yaşlarında birisi geldi ve gayet düzgün bir Türkçeyle konuşmaya başladı. İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu bir elektrik mühendisiymiş, şimdi ise emekli. Oldukça sıcak ve samimîydiler, bize odaları gösterdiler. Çok küçük ama şirindi odalar ve gecelik kişi başı 500 Suri idi. (16,5 TL) Buraya gelene kadar yediğimiz kazıklardan sonra sanki bize para vermeden kalın denmiş gibi geldi ve hem zaman kaybetmemek hem de yorulmamak için tuttuk odaları. Resepsiyonun bulunduğu katta ortada oturma yerleri ve kenarlarda odalar vardı. İkinci kat ise balkon şeklindeydi, odaların kapısından bakınca ağır ağır dönen pervanelerin serinletmeye çalıştığı alt kat görünüyordu. 

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş