November 20, 2010

Sarı Tebessüm

Neredeyse kaçıracaktım bu sonbaharı. Son anda kafama dank etti de kaldırıp bilgisayardan başımı attım kendimi dışarı. İyi ki de atmışım. Şunun şurasında evden en fazla bir bilemedin bir buçuk kilometre öteye gitmişimdir ama bırakın evi Ankara'dan çok uzakta hissettim kendimi. Ankara'nın göbeğindeki Seğmenler Parkı'na gittim oysa. Hemen yukarıdaki yoldan vızır vızır arabalar geçiyordu ama duymadım seslerini. Kimbilir belki o kadar ses yoktu ya da sonbaharın sessizliği örtmüştü onların sesini. Bayramdan olsa gerek kimseler de yoktu etrafta, elimde sevgili fotoğraf makinamla kaptırdık kendimizi renklerin güzelliğine. Şimdi uzun uzun o sarının kahverenginin binbir tonunu, o binbir tonun masalsı güzelliğini anlatmayacağım ama kendimizi kaptırmış vaziyette, güzel bir kadraj yakalamak uğruna yerlerdeki yaprakların üzerinde şekilden şekile girmek, uzanmak, oturmak inanılmaz keyif verdi bana. Babasıyla yakınımdan geçen küçük kızın meraklı bakışlarından ziyade babasının "ne yapıyor bu deli" diyen bakışları gülümsetti beni daha çok. Küçük kız bir an durup izlerken beni babası çekip uzaklaştırdı hemen kızını "deli"nin yanından. Herhalde bundan sonra o küçük kız için de yerde fotoğraf çekmeye çalışan sakallı bir adam yanından hızla uzaklaşılacaklar kategorisine girmiştir.

Neyse sonbahar'a dönelim biz. Sonbaharı çok severim ben. Güz de diyor bazıları ona ama ben çok hüzünlü bulduğum için o kelimeyi sonbahar demeyi tercih ediyorum -sanki sonbahar daha az hüzün içeriyormuş gibi- ve öyle sesleniyorum kendisine zaman zaman yazdığım yazılarda ve şiirlerde. Sonbahara dair hüzünsüz an(ı)larım da var benim, o yüzden hüzne hapsetmek hep hem ayıp olur kendisine hem de haksızlık.

Sonbahardı ben Ankara taşındığımda, tam 12 sene önceydi. Geldiğimde yeni yeni sararmaya başlamıştı yapraklar, henüz yerlerde değillerdi.Ben şehri tanırken yapraklar düşmeye başladı birer birer. Her girdiğim sokakta bir yaprak düştü önüme. Her bir sokak sonbaharın ayrı bir rengiyle sindi içime. Kimbilir belki Ankara'yı ben sonbaharla sevdim, sonbahar sayesinde deyim yerindeyse. Şimdi hatırlayamıyorum önceden de bu kadar sever miydim sonbaharı. Sevmezdim sanırım, daha doğrusu özel bir anlamı yoktu bu mevsimin çünkü bizim oralarda sonbahar olmazdı çok. Yazdan kışa geçilirdi, kış denirse adına. Bir de çam ve zeytin ağaçlarının yoğunluğundan olsa gerek, yeşil hiç bırakmazdı yerini sarıya. O yüzden benim sonbahar aşkım Ankara'da başladı.

O gün çocuklar gibi mutluydum sonbaharı fotoğraflarken. Ağaçların altında oturdum, yapraklara dokundum. Kahverengiyle sarının birbirine ne çok yakıştığını düşündüm. Ankara'dan uzaktaymışım gibi hissettiğim için Ankara'yı da düşündüm. Ankara'da sonbaharı düşündüm. Ankara'da sonbaharı özleyeceğimi düşündüm. Olsun dedim kendi kendime Ankara'ya gelmek için bir bahanem olur dedim, gülümsedim. Çünkü gideceğim şehirde sonbahar yok dediler. Ben de sonbahar aşkımı gidermek için Ankara'ya geleceğim ve sarı tonunda tebessüm edeceğim.


November 1, 2010

Oğluş İzmir'e taşındı!

Bugün zahmetli ve yorucu bir yolculuktan sonra İzmir'e vardık Oğluşla. Yolculuk boyunca ikimizde rahat etsin diye evden çıkmadan önce ilaç verdim ama dozu kaçırmaktan korktuğum için gereğinden az verdim sanırım ki cin gibiydi yol boyunca. Yine de sağolsun oldukça sessizdi kafesinde kaldığı yaklaşık 4 saat boyunca.

Uçağa da bindi benim oğluşum bu arada, bilet bile kestiler ona :)  Sonunda sağ salim Bahadır'ın eve geldik. Yani oğluş benden önce İzmir'e taşınmış oldu.
Şimdi evde bir sürü hemcinsiyle karşılaşmanın vermiş olduğu travmayı yaşıyor. Oldukça stresli. Daha önce hiç böyle görmemiştim, bu kadar asabi, bu kadar gergin. Bana bile tıslıyor! Sakinleştirmek için başını okşayayım dedim beni de pençeledi! meğer kavga etmeyi de bilirmiş Oğluş...

Şimdi o İzmir'li, darısı pek yakında benim başıma :)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş