December 31, 2012

Wish List 2013


2012 yılını hayatımın en kötü yıllarından birisi olarak ilan etmemde hiç bir sakınca yok sanırım. Çünkü terslik üstüne tersilk geldi. Hemen hemen hiçbir şey istediğim gibi gitmedi. 2012 yılına girerken dilediğim 13 şeyin de ancak 5 tanesi gerçekleşti ki onlardan ikisi doğrudan kendi hayatımla ilgili değil. Uğursuz sayıda bir liste yaptığım içindir belki. Bakın, neler dilemişim 2012 yılından, neler olmamış:

-Tezi bitirmek (Yıl içinde teze başladım, bitmedi ama bitmek üzere)
- Kazancımın daha iyi olacağı bir işe sahip olmak (olmadığı gibi işsiz kaldım)
+ Daha önce gitmediğim bir ülkeye seyahat etmek (Makedonya’ya gittik Bahadır’la birlikte)
- Bir Yunan adasında 3-4 günlük kısa bir tatil yapmak (nerdeee!)
- Hasta olmamak (hayatımın ilk ve korkunç böbrek taşı ağrısını yaşadım bu yıl)
- Mutlu olmak ve de bol bol gülmek (hayatta da hep gülünüp mutlu olunmuyor ki)
- Göbeğimin bir iki kilosundan kurtulmak (aynen duruyor)
+ Alışveriş yapmak (fena değildi bak bu)
+ Ipad almak (Ipad olmasa da bir tablet bilgisayar aldım)
+ Anıl'ın işe devam etmesi ve de üniversiteyi kazanması (%100 gerçekleşti)
+ Bahadır'ın okula ilgisinin sönmemesi (şaşırtıcı ama halen devam ediyorJ)
- Tokat'a gidip Serapları görmek (onlar buraya gelmesini 2020 wish listine ekleyeceğim)
- Ezgi ve Elçin!in İzmir'e bizi ziyarete gelmesi (Ezgi geldi ama Elçin gelmedi)

2012 yılına daha iyi gelire sahip olduğum bir iş umuduyla girmiştim ama yılın büyük bölümünü kıt kanaat geçirmek zorunda kaldım. Yılın ilk 3 ayı kabus gibiydi çünkü çalıştığı iş yerinde ciddi sorunlar yaşandı, aslında mobbing’e uğradım ama kendimi anlatamadım bir türlü. Sonunda proje bitti de hayatımın en kabus iş yerinden kurtuldum. Yaz ayı fena geçmiyordu ki doğum günümün iki gün sonrasında bir barın bodyguardlarının saldırısına uğradım. Hayatımda ilk kez başıma böyle absürd bir şey geldi, haliyle hem fiziken hem de ruhen canım yandı. Bu da tam yılın ortasında en tavan mutsuzluğum oldu. Tam iyileştim derken ikinci darbe geldi. Bir hafta süren bir böbrek ağrısı hayatımı zindan etti. Velhasıl Ağustos ayı kabus gibi bir aydı. Sonrasında da “evimden çık, oğlum evlenecek” krizine giren evsahibimle tatsız şeyler yaşadık, neticede bir de taşınma yaşandı bu parasızlığın ortasında. Ondan sonra yine olağan çizgisine geldi hayatım ama yıl sonu itibariyle halen tam zamanlı bir işim olmadığı için teorik olarak işsiz sayıyorum kendimi. 2012’nin bu son günleri aynı zamanda İzmir’deki son günlerim de. Çünkü İstanbul’a taşınıyorum. İki yıl şans verdim İzmir’e ama o bana vermedi. Anlayacağınız büyük bir değişiklikle girmeye hazırlanıyorum yeni yıla. Umarım 2013 yılı bu yıldan daha iyi, saha sağlıklı, daha umutlu, daha varlıklı, daha neşeli, daha çok gezmeli, daha çko eğlenmeli bir yıl olacak.

İyi şeyler de oldu tabi ki 2012 yılında. Misal bir insan hakları araştırma bursu kazandım. Hayatımın ilk alan araştırmasını yaptım, sonuçlarını analiz ettim ve bitirip teslim ettim. Onun dışında hiç beklemediğim bir şekilde bir yurtdışı seyahati gerçekleştirdim yılın son ayında. Daha önce katıldığım bir eğitimin değerlendirme toplantısı için İsveç’e davet edildim. Ayrıca ILGA Dünya Konferansı’na da katıldım. Hayatın rutininden sekiz günlüğüne uzaklaşma şansı buldum böylece. Bu blog haricinde bir de Radikal Blog’a yazmaya başladım. Oradaki bir yazımdan dolayı İMC TV’de yayınlanan Mor Bülten’den davet alıp “açılmak” üzerine kısa bir söyleşi yaptım. Tabi ki yılın Bahadır’la gerçekleştirdiğimiz tek seyahati olan Makedonya tatili de yılın güzel şeyleri arasındaki yerini aldı. Anıl’ın iniversiteyi kazanması da çok istediğim ve gerçekleştiğine oldukça mutlu olduğum bir olaydı.

Gelelim 2013 yılından beklentilerime. Geçen yılki listenin gerçekleşme oranının % 38’de kaldığını düşünürsek çok da yüksek tutmamam lazım beklentileri ama sonuçta bunun adı wish list. İnsanın her istediğin olmadığını öğrendim nihayetinde. O yüzden yine umudumu yüksek tutarak barışın geldiği, kimselerin toprak, bayrak, milliyet uğruna ölmediği, kimsenin nefret cinayetine kurban gitmediği gibi ütopik dilerlerimle birlikte, sıhhat, mutluluk, refah, heyecan gibi şeylerin eksik olmamasını diliyorum önümüzdeki yıl. Bir de şöyle daha özel dileklerim var ki gerçekleşirlerse pek bir mutlu olacağım:

-Tezi teslim etmek ve mezun olmak (kesin olacak. Evet, evet)
- Sosyoloji bölümünü bitirmek ve diplomamı almak (N’apıcaksam)
- İstanbul’da ikinci bir iş bulmak ve böylece hayatımı stabil duruma getirmek
- Bu yıldan daha iyi, beni İstanbul’da yaşatacak kadar gelir sahibi olmak
- Araştırma sonuçlarını bir makale olarak akademik bir dergide yayınlatmak
- Fas’a gitmek (Birikmiş millerimle Ağustos ayını biletimi aldım bile)
- Arjantin’e gitmek (neden olmasın?)
- Merkezi sistem ısıtması olan bir evde yaşamak
- Bahadır’ın başvuru süresini kaçırmayıp Polonya’ya Erasmus’a gitmesi
- Yeniden böbrek ağrısı çekmemek
- Bana saldıran kişiye açtığım davanın sonuçlanması ve hak ettiği cezayı çekmesi
- Iphone almak
- Yeni bir fotoğraf makinesi ve lens almak
- Yeni bir bisiklet almak

Herkese dileklerinin ve beklentilerinin gereçkleşeceği güzel bir yıl diliyorum.   

December 28, 2012

Enkazdan müzeye: Vasa

Stockholm'de en beğendiğim müzelerden birisi Vasa Müzesi. Müze ismini içindeki devasa savaş gemisinden alıyor. Bu savaş gemisi Baltık Denizi'nin kontrolünü Polonya'dan almak isteyen İsveç Kralı Gustavus Adolphus'un isteğiyle 1626 yılında inşa edilmeye başlanmış. İsveç'in sahip olduğu en büyük savaş gemisi olması planlanan bu geminin yapımı Hollandalı gemi inşa mühendisinin yönetiminde gerçekleşmiş ve Adolphus'un da acele ettirmesiyle 2 yılda tamamlanmış.

Gemi büyük bir törenle 10 Ağustos 1628 yılında sulara bırakılmış ancak geminin su üzerinde ancak 20 dakika kalabilmiş. Kıyıdan 120 metre açıkta insanların şaşkın bakışları arasında 32 metre derinliğe gömülmüş. Büyük umutlarla inşa edilen geminin bu kadar çabuk sürede batmasına bir suçlu aramaya girişilmiş. Yapılan araştırmalar sonucunda da geminin batmasına neden olan şeyin geminin üst güvertesine yakın koyulan ağır toplar olduğu ortaya çıkmış. Geminin alt kısmının hafifliğine karşın geminin üst kısmının her iki yanına yerleştirilmiş 48 topun ağırlığı geminin yan yatıp batmasına neden olmuş. Küçük bir mühendislik hatası devasa gemiyi sulara gömmüş. 

Gemi tam 333 yıl Stockholm açıklarında denizin dibinde yatmış. 1959 yılında başlayan çalışmalar sonucunda da 1961 yılında geminin enkazı su yüzüne çıkarılmış. Onarılmış ve şu andaki müze inşa edilene kadar da 1988 yılına kadar geçici bir yerde tutulmuş. 1988 yılında da şimdiki yerine taşınmış. Müzeye girdiğiniz anda bütün heybetiyle sizi karşılayan geminin haricinde, gemiden kurtarılan malzemeler, insan iskeletleri de müze içerisinde sergileniyor. Ben ilk kez 2007 yılında gezmiş ve hayran kalmıştım. Bu seferki gidişimde ise asla unutmayacağım bir tecrübe yaşadım. ILGA Konferansı'nın bir akşam yemeği Vasa Müzesi'ndeydi. Vasa Müzesi bizim için kapatılmıştı ve geminin ön tarafının etrafına kurulmuş masalarda şarap ve güzel yemekler eşliğinde unutulmayacak bir gece geçirdik. Eğer yolunuz Stockholm'e düşerse Vasa'yı ziyaret etmeden dönmeyin.  

December 24, 2012

Orada bir basbakan var uzakta


Orada bir başbakan var uzakta ve o başbakanın ismi Fredrik Reinfeldt. 2003 yılından beri Ilımlı Muhafazakar Parti’nin başkanı ve 2006 yılından bu yana da İsveç Başbakanı olarak görev yapıyor. Nedir benim Fredrik Reinfeldt’ten bahsetmemin nedeni? Anlatayım.

ILGA’nın 26. Uluslararası konferansına katılmak üzere Stockholm’deydim son bir haftadır. ILGA, gey, lezbiyen, transseksüel ve interseks örgütlerinin bir araya geldiği uluslararası bir oluşum. İki yılda bir dünyanın dört bir yanındaki üyelerinin temsilcilerini bir araya getiriyor. BU iki yılda bir yapılan konferansta LGBT hakları konusunda çeşitli paneller ve atölyeler düzenleniyor, oluşumun yapısı tartışılıyor, tüzük güncellemeleri yapılıyor ve yeni yönetim kurulu seçiliyor. Ancak bu konferansın en önemli işlevi elbette LGBT hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşları arasında bir ağ oluşturulmasını sağlamak ki bunu da çok güzel yerine getiriyor. Bu yılki konferansa tam 100 ülkeden 450 temsilcinin katıldığını düşünürsek nasıl küresel bir iletişim ağı oluşturma imkanının olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil.

Konferans bu yıl İsveç’in başkenti Stokholm’de gerçekleşti ve şu ana kadarki en büyük katılım ve en çok burslu katılım rekorunun kırılmasının yanında başka bir ilk daha yaşandı: 1979 yılında Amsterdam’da gerçekleştirilen konferanstan bu yana, ilk kez konferansın yapıldığı ülkenin başbakanı toplantının açılış konuşmasını yaptı. Bu ilkin İsveç’te gerçekleşmesi şaşırtıcı mı? Elbette ki hayır çünkü İsveç LGBT hakları konusunda oldukça ileri bir noktada duran bir ülke. Kısaca İsveç’in LGBT hakları konusunda attığı adımları paylaşarak ne demek istediğimi somutlaştırmak isterim. İsveç 1944 yılında eşcinselliği yasallaştırmış, 1979 yılında ise eşcinselliği hastalık listesinden çıkarmıştır. 1972 yılında Avrupa’da transseksüellere cinsiyet düzeltme operasyonu hakkını tanıyan ilk ülke olmuştur. 1987 yılında anayasasını değiştirerek cinsel yönelime bağlı ayrımcılığı yasaklamış, eşcinsellere karşı nefret söylemini de içeren ayrımcılık karşıtı yasayı yürürlüğe koymuştur. 1988 yılında eşcinsel birliktelikleri tanımış, 1995 yılında Danimarka’nın ardından eşcinsel çiftlerin birlikteliklerini kayıt altına alabilmelerine olanak sağlayan dünyanın ikinci ülkesi olmuş, 2003 yılında ise eşcinsel çiftlere evlat edinme hakkını vermiştir. 1 Mayıs 2009 yılında yaptığı yasal düzenlemeyle de evlilik kurumunu cinsiyetler arası ilişkiyi gözetmeksizin herkesin kullanımına açarak evlilik eşitliğini sağlamıştır. Ayrıca yapılan kamuoyu araştırmaları da İsveç toplumunun eşcinsellik konusunda en açık görüşlü ülkelerden birisi olduğunu göstermektedir.

Hal böyle olunca da bir başbakanın ILGA Konferansı’nın açılışında konuşma yapması İsveç’e nasip olması çok sürpriz bir gelişme değil. Neler söyledi İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt? Öncelikle LGBT haklarının insan hakları olduğunun altını çizdi. Kimsenin cinsel yöneliminden ya da cinsiyet kimliğinden ötürü ayrımcılığa uğramadığı bir ülke olmak için çalıştıklarını ve çalışmaya devam edeceklerini söyledi. Diğer ülkeleri LGBT vatandaşlarının haklarını korumak için yasal düzenlemeler yapmaya çağırdı. Ancak LGBT hakları konusunda ne kadar ileri bir ülke olsalar da halen çok çalışmaları gerektiğinin altını önemle çizdi. Toplantıdan iki hafta önce ailesine açılmasının ardından babası tarafından evden kovulan ve bu olay sonucunda da intihar eden 15 yaşındaki genci anarak “tek bir kişinin dahi cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliğinden ötürü ayrımcılık görmediği ve her bir bireyin tam anlamıyla güvende olduğu bir ülke olana kadar çalışmaya devam edeceğiz” dedi. Konuşmasının bana göre en can alıcı ve önemli noktası da burasıydı.

Ben de dahil yüzlerce insan için kendi ülkesinde gerçekleşme ihtimali uzak bir hayali İsveç Başbakanı gerçekleştirdi. Politikacıların, yasa yapıcı ve uygulayıcılarının insan haklarına gösterdiği hassasiyet ve önem o ülkede yaşayan ve farklı nedenlerden ötürü ayrımcılığa uğrayan insanların mağduriyetlerinin giderilmesi açısından çok önemli. Çünkü bir topluluktan gelen talebi duyup duymamak, gelen talep doğrultusunda yeni düzenlemeler yapıp yapmamak tamamen hükümetlerin elinde. Hükümetler hak talep eden grupların taleplerini duyup, haklarını iyileştirmek için adımlar attıkça da toplumun genelinin düşünme ve kavrama biçimi de değişiyor. Yoksa Türkiye’de yapıldığı gibi konu LGBT haklarına geldiğinde “toplum buna hazır değil” diyerek kestirip atmak işin en kolayı. Hazır olmayan gerçekten toplum mu? Bakın bu toplumun hazır olmama argümanı 2005 yılında İspanya’da eşcinsel evliliklerin yasallaşması öncesindeki tartışmalarda oldukça gündeme getirilmişti. Hatta İspanya, yüzbinlerce kişinin katıldığı eşcinsel evlilik karşıtı protestolara bile sahne olmuştur. O zamanın başbakanı Zapatero ise medyanın toplumun hazır olmadığı yönündeki sorularına, insan haklarını iyileştirmek ve hakların herkes tarafından kullanılmasını sağlamak için toplumun hazır olmasını bekleyemeyeceklerini söyleyerek, kendilerinin insan haklarını iyileştirmek için bu görevlere geldiklerini ve sadece bu görevi yerine getirdiklerini, toplumun da zamanla bu düzenlemeleri sindireceği şeklinde yanıt vermişti. Evet, insanın insan onuruna yaraşır ve eşit yaşamasının sağlanması için toplumun hazır olması gerekmiyor. Temel haklar herkes içindir ve hükümetler bunları uygulamakla yükümlüdür.

İşte bu yüzden Zapatero gibi, Reinfeldt gibi, Arjantin başkanı Kirchner gibi politikacıların varlığı herkes gibi LGBT bireylerin de eşit vatandaşlar olabilmeleri ve ayrımcılıkla karşılaşmamaları için önem arz ediyor. Türkiye gibi insan haklarına pek önem verilmeyen bir ülkenin de bir gün toplum adına karar vermeyi seçmek yerine gerçekten insan hakları için mücadele edecek bir başbakanı ya da cumhurbaşkanı olur mu bilmem ama öyle birisine ihtiyacımız olduğu kesin. Nihayetinde böyle başbakanlar ve başkanlar var dünyanın çok da uzak olmayan yerlerinde, bizde neden olmasın?

Ağzına sağlık Reinfeldt!  

Yazı 18.12.2012 tarihinde Radikal Blog'da yayınlanmıştır. 

December 20, 2012

ILGA Dünya Konferansı'ndan notlar


ILGA, 1978 yılında kurulan ve LGBTI örgütlerinin dünya çapında üye olduğu bir çatı örgüt vazifesi gören bir oluşum. İlk kez 1979 yılında Amsterdam’da bir araya gelen örgütler düzenli olarak iki yılda bir farklı bir şehirde bir araya geliyor. 26.  ILGA Dünya Konferansı ise 12-16 Aralık tarihlerinde İsveç’in başkenti Stockholm’de gerçekleşti. Bu yıl, SIDA (İsveç Uluslararası Gelişme Ortaklığı Ajansı)’nın verdiği mali desteğin de etkisiyle şu ana kadar gerçekleştirilmiş en kalabalık dünya konferansı gerçekleştirildi. Dünyanın 100 ülkesinden 450 kişi konferansa katıldı, üstelik bunların 250 tanesi burslu olarak, yani tüm masrafları ILGA tarafından karşılanarak toplantıyı izleme şansı buldular. Ben de daha önce 2008 yılında katıldığım ve yine SIDA’nın organize ettiği LGBT İnsan Hakları Eğitiminin değerlendirme toplantısı için SIDA tarafından davet edildim. Bu toplantı ILGA Dünya Konfransı’nın hemen öncesinde yer aldığı için ILGA’ya da katılabileceğim söylendiğinde hiç tereddüt etmeden kabul ettim. Bu katıldığım ikinci dünya konferansı oldu. İlkine 2006 yılında Cenevre’de katılmıştım ve onunla kıyaslandığında gerçekten çok büyük bir konferans olduğunu söylemeliyim. Ben gerek ILGA dünya olsun gerekse ILGA Avrupa toplantıları olsun, o ortamda bulunmayı seviyorum. Çok farklı kuruluşları temsil eden insanlarla tanışma imkanı bulup dahası farklı deneyimleri dinleme şansı buluyor insan. LGBTI örgütler arasında uluslararası bir ağ kurma kapsamında ILGA’nın varlığını da, düzenlediği bu toplantıları da çok önemli olduğunu düşünüyorum.
  
ILGA Dünya örgütlenmesinin yanında ayrıca bölgesel olarak, daha doğrusu kıtalar temelinde de örgütleniyor. Türkiye’den LGBT örgütler ILGA-Avrupa üyesi ve bu yüzden genellikle ILGA-Avrupa toplantılarını takip ediyoruz. Çünkü bulunduğumuz coğrafya gereği Avrupa kıtasına dahil ediliyoruz. ILGA Dünya konferansının başladığı gün de bölgesel toplantılar yapılıyor. Ben de Bu sefer bir değişiklik yaparak ILGA-Asya toplantısına katıldım. Az önce sözünü ettiğim eğitimde Hindistan, Nepal, Bangladeş, Pakistan, Sri Lanka gibi güneydoğu Asya bölgesine dahil katılımcılarda vardı ve açıkçası Asya’daki LGBT haklarının durumuyla ilgili bilgi dağarcığımı o toplantının katılımcıları arttırmıştı.

December 19, 2012

Küresel Ötekiler


Bir insan düşünün, öyle bir insan ki hangi milletten ya da
etnik kökenden olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, ten rengi ister beyaz, ister siyah, ister başka renk olsun, tanrının hangi dinine inanırsa inansın, hep ama hep öteki olsun. Yok bulmaca değil, yazılarımı takip edenler bu ötekiyi hemen tanımışlardır. Tanımayanlara baştan anlatayım.

Her ülkenin, her coğrafi bölgenin kendine özgü ötekileri var. Çünkü her yerin ve herşeyin bir egemeni var ve dolayısıyla egemen olmayan tüm diğerleri de onun ötekisi oluyor. Bu ötekilikler bazen bölgesel, bazen ulusal olabileceği gibi, bazen de daha geniş bir coğrafyaya yayılabiliyor ama nihayetinde tüm bu ötekiler, belirli bir grup insanın üzerinde uzlaşıp, belirli aidiyetler üzerinden ötekileştirdikleri. Ancak dünya üzerinde yaşayan bunca farklı insanın üzerinde uzlaştığı belki de tek şey, eşcinselliğe ve transseksüelliğe bakış açıları. Ne zaman çok kültürlü bir toplantıya katılsam bu düşünce takılıyor aklıma. Şu anda da Stockholm'de daha önce katıldığım LGBT insan hakları eğitiminin değerlendirme seminerindeyim ve çoğunluğunun Asya ve Afrika ülkelerinden olduğu yirmi sekiz kişilik çok kültürlü bir grupla bir çeşit deneyim paylaşımında bulunuyoruz ve haliyle odağımız LGBT hakları.

Başka başka diller konuşuyoruz, birbirinden çok farklı geleneklerimiz var, farklı giyiniyoruz, farklı yiyecekleri seviyoruz, uzun lafın kısası birbirimize hiç mi hiç benzemiyoruz ama yaşadığımız ayrımcılığı, karşılaştığımız nefreti, şiddeti ve içinde bulunduğumuz çıkmazları konuşmaya başladığımızda birden tek bir insana dönüşüveriyoruz, dilimiz, rengimiz, inancımız aynılaşıveriyor. Bütün farklılıklarımız silinip tek farkılığımızla tabiri caizse küresel bir öteki oluveriyoruz.

Akıl erdirmesi zor. Şu koskaca yedi milyarlık dünyada en iyimser rakamla, birkaç yüz milyon insan vardır eşcinsellerle ve transseksüellerle sorunu olmayan. Gerisi için biz günahkarız, suçluyuz, en iyi haliyle hastayız. Iyi de hangi ara oldu bu ağız birliği ya da neden oldu? Bunun yerine barış için hemfikir olunsaydı, hassasiyet yaşadığımız çevreyi korumak için gelişseydi, dünya üzerinde yaşayan tüm canlılara saygı duyma konusunda uzlaşılsaydı keşke.

Biliyorum hoşlanmamak ya da nefret etmek için efor harcamak gerekmiyor, üzerinde düşünmek gerekmiyor, argüman üretmek gerekmiyor hatta sevmeme ya da nefret etme gerekçesini söylemek bile gerekmiyor. Oldukça zahmetsiz bir şey, tam insana göre. Bu yüzden belki bu insanlığımız bir yanılsamadır, belki de barış için, dünya için, diğer canlılar için düşünmeye başladığımızda gerçek anlamda insan olacağız. Sizce de üzerinde düşünmeye değmez mi? Zira dünyanın her yerine yanımızda ötekiliğimizi taşımamız kadar sizin de durmadan nefret etmeniz çok yorucu değil mi?

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş