August 30, 2015

Bir hayal kurdum ki dönemem

Artık ülkeyi neresinden tutsan elinde kalıyor. Bir şeyin gündemde kalması azami üç saat, sonra yeni bir şey oluyor, sonra başka bir şey, sonra daha kötü bir şey. Gece uyurken bile en az iki gündem sıcaklığını yitirmiş oluyor. Öyle boktan günlerde yaşıyoruz işte. Ülkenin doğusunda, güneydoğusunda devlet vatandaşlarını öldürüyor, yargısız infazlar yapıyor, askerler polisler koltuk davasına, saray davasına ölüyor; batı kıyılarına mültecilerin daha iyi bir hayata gitme umuduyla yola çıkmış bedenleri vuruyor birer birer, ülkenin orta yerindeyse 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlanıyor törenlerle. Bu sırada işçiler inşaatlarda ölmeye, madenciler göçük altında kalmaya, kadınlar erkekler tarafından öldürülmeye, ulusalcılar dindarlara ve kürtlere, dindarlar ulusalcılara ve alevilere, hepsinin ermenilere, yahudilere ve rumlara ve daha bir sürü grubun başka bir gruba karşı nefreti büyümeye devam ediyor. Kimsenin kimseyi dinlemeye, anlamaya niyeti yok çünkü herkes haklı, çünkü herkes en doğru. 

Tüm bu olan bitenin ortasında bir avuç insan, tüm haksızlıkları, ihmalleri, cezasızlıkları, yolsuzlukları görüyor, anlıyor, kahroluyor, isyan etmeye çalışıyor ama hiçbir şey yapamıyor. Sanırım en kötü durumda olanlar da bu gruptaki insanlar, yani benim de dahil olduğum bu küçük grup. Milliyetçilikten ve militarizmden arınmış, herkesin insan onuruna yaraşır muamele gördüğü, herkesin eşit, adil ve özgür bir şekilde yaşamını sürdürdüğü bir dünya hayal eden o küçük grup, en hayalperest, en yalnız, kimine gören en vatan haini, kimine göre en günahkar, kimine göreyse en bölücü en terörist grup. Ah o zavallı grup. 


August 20, 2015

Italyan Riviera'sının gözbebegi: Cinque Terre


Geçen hafta bir haftalığına İtalya'ya gittim. Bu tatil hiç planda yoktu, oldukça spontane bir şekilde gelişti. İtalya'ya gitmekte olan iki arkadaşımın daveti üzerine altı gün sonraya uçak bileti bakınmaya başladım ve evren de benim İtalya'ya gitmemi istemiş olacak ki Genova'ya gayet makul bir rakama bir uçuş buldum. Atlayıp gittim ben de. İtalya'da dağlık bir bölgede bulunan Serra Godano kasabanın Santa Maria isimli küçük bir köyünde kaldık, günübirlik deniz kıyısına indik, kah gezmek kah yüzmek için. Uzun uzun o bir hafta neler yaptığımı anlatmayacağım, seyahatin yalnızca bir gününe, Cinque Terre'de geçirdiğimiz güne odaklanacağım.

O bölgeye Cinque Terre dendiğini İtalya'ya gitmeden 3-5 gün önce internette aranırken öğrendim; Beş Toprak anlamına gelen bu bölge gayet engebeli ve girintili çıkıntılı bir sahile kurulmuş beş köyden ismini alıyor Bu köyler Monterosso Al Mare, Vernazza, Corniglia, Manarola ve Riomaggiore.  Ben bu bölgenin ismini bilmiyordum ancak içlerinden bir tanesine gitmenin hayalini yıllardır kuruyordum: Manarola. Manarola'nın fotoğraflarına ilk denk geldiğimden beri orayı görmeliyim, orada bulunmalıyım diye geçiriyordum içimden. O yüzden Manarola'yı gördüğüm için çok mutlu oldum. Haklarını yememek lazım diğer köyler de birbirinden eşsiz, birbirinden güzel. 
Bu bölgeye araçla da gitmek mümkün ama park edecek yer bulmanın zorluğundan dolayı pek kimse tavsiye etmiyor. O yüzden ya Levanto'ya ya da La Spezia'ya gidip oradan trenle seyahat etmek en mantıklısı, ki hemen hemen herkes böyle yapıyor. Biz Levanto'ya gittik ve oradan da en uzaktaki köye, Riomaggiore'ye gitmek üzerebir tren bileti aldık. Yanımızda o bölgede defalarca bulunmuş arkadaşımız olduğu için kendimizi onun emin ellerine bıraktık. Planımız her bir köyü ziyaret ede ede başlangıç noktamız, aracımızı parkettiğimiz Levanto'ya geri dönmek. 

Levanto'dan Riomaggiore'ye 1,60 € ödeyerek yaptığınız trenle yolculuk yirmi dakika bile sürmüyor. toplamda 30 kmye yakın bir mesafe. İsteyenler bu yolu yürüyerek de katedebiliyor, bunun için hazırlanmış patika yollar var, tabi bunun için ayrıca bir giriş ücreti ödüyorsunuz. Unutmadan söyleyeyim bu bölge UNESCO koruması altında. Ancak hem Ağustos ayının kavurucu sıcaklığı hem 2 gün öncesinde benim ayağımı burkmuş ve hala acısını hissediyor olmam hem de Manarola-Riomaggiore arasının yürüyüşe geçici olarak kapalı olması yürümeyi tercih etmememize neden oldu. İyi ki de etmemişiz çünkü yalnızca köyleri gezerken bile toplamda 12 km yol yürümüşüz, telefondaki adım sayıcımın hesapladığına göre. 

August 16, 2015

Yıldızların Altında

Şehirde yaşayanlar için geceleyin gökyüzü çok bir şey ifade etmiyor. O yüzden pek kimse de oturup bakmıyor gökyüzüne. Zaten kaldırıp başını yukarıya baksan da gördüğün -biraz şanslıysan- bir kaç yıldız, gerisi şehrin ışıklarıyla kirlenmiş, puslu, soluk, siyah bile olamayan bir karanlıktan başka bir şey değil. Yarattığımız şehirlerin yapay ışıklarıyla gökyüzüne perde çekip aslında tepemizde ışıl ışıl parlayan yıldızları görünmez kılıyoruz. Tıpkı görünmez kıldığımız başka bir çok şey gibi.

Zaman zaman da gökyüzünü hatırlıyoruz tabi, misal internette ve televizyonlarda meteor yağmuru olacağı haberleri ile karşılaştığımızda. Bir anda gökyüzünün aslında ne kadar muhteşem göründüğünü, çevremizi saran evrenin sonsuzluğunu ve o sonsuzluğu dolduran milyarlarca yıldızı hatırlayıveriyoruz. Ve meteor yağmurunu izlemek için şehirden uzaklara gitmeye kalkışıyoruz o heyecan ve şevkle. 

O iki gece boyunca modern dünyalılar en iyi fotoğraf makinelerini, en iyi lenslerini yanlarına alıp arabalarına atlayarak şehirlerinden uzaklara gittiler, hem gökyüzünü izlediler hem bir kaç fotoğraf yakaladılar belki. Şehirlerden çıkamayan modern dünyalılar da bakındılar gökyüzüne ama pek bir şey görebildiklerini sanmıyorum. 

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş