Otobüsten indikten sonra şehir merkezine doğru yürümeye başladık. Birkaç adım attık ki köşede bekleyen birkaç kişi bize otel ihtiyacımız olup olmadığını sormaya başladılar. Biz önceden rezervasyon yaptırdığımız için teşekkür ettik ve yürüdük. Sonradan keşke otel nerede ve geceliği ne kadar diye sorsaydım diye düşündüm. Hani önceden rezervasyona gerek olup olmadığını ve fiyatı kıyaslama şansım olurdu. Biz, sahibi olan ailenin de üst katında yaşadığı bir villanın giriş katındaki odasını tutmuştuk Gecelik iki kişi için 20 € ödedik. Ancak Ohrid’de daha ucuza da hosteller mevcut. Biz şehir merkezinin ve özellikle eski yerleşim alanının çok gürültülü olduğunu okuduğumuz için şehir merkezinden 15 dakika yürüme mesafesindeki bu villada konaklamayı seçtik. Oldukça büyük bir oda ve odanın içindeki geniş banyosuyla gayet konforlu ve temiz yerdi. Tavsiye eder miyim? Ederim. İsmi Villa Stefano. Ev sahibi kadın İngilizce bilmiyor, ancak Türkiye ile çalışan bir tur firmasında çalışan oğlu ki evlerini konaklamaya çevirme işlerinin de organizatörü, bize ayaküstü bir tur planı yapıverdi hemen ve gitmemiz gereken yerleri anlattı. Böylece konaklama ile birlikte tur hizmeti de almış olduk. Aile çok samimi ve güler yüzlüydü. Bize bir de hoş geldin kahvesi ikram ettiler.
Kalacağımız
yere doğru yürürken çarşıda karşımıza çıkan turizm ofisinden aldığımız Ohrid
haritasını alıp hemen dışarıya çıktık. Haritada eski yerleşim bölgesinde üç
farklı güzergah işaretlemişler ve her güzergahta karşınıza çıkacak, görülmesi
gereken yerler de işaretlenmiş. O yüzden bu harita oldukça kullanışlı. Villa
gölden 100 metre kadar içeride. Dolayısıyla hemen sahile ulaştık. Göle yüzünüz
döndüğünüzde sağ tarafta Ohrid’in eski yerleşiminin yer aldığı tepeyi, sağ
tarafınızda ise uzun bir sahil şeridinin sonunda başlayan bir dağ görüyorsunuz.
Dağın eteklerinden sahil yolu göz alabildiğine uzanıyor. Ohrid oldukça büyük
bir göl. Gölün büyük kısmı Makedonya sınırları içinde, geri kalan kısmı da
Arnavutluk sınırlarında.
Biz daha
sahile varır varmaz, abartmıyorum, Ohrid’e aşık olduk. Hayatımda bunca göl
gördüm Ohrid kadar temizini, berrağını görmedim. Solumuza masmavi gölü alarak
geniş sahil yolundan eski yerleşime doğru yürümeye başladık. Sağ tarafımızdaki
yeşil alan şehrin merkezine yaklaştıkça genişledi ve daha da güzel bir görünüm
aldı. Şehrin meydanının bir tarafı limana açılırken tam ters istikameti de
şehrin havuzlu küçük meydanına ulaşan çarşının olduğu sokağı açılıyor. Limanı
ve sokağı sağ ve solunuza aldığınızda da karşınızda Ohrid’in eski yerleşim
yerini, onun en tepesine kurulmuş Ohrid Kalesi’ni görüyorsunuz. Aldığımız
haritadaki yürüyüş rotalarının üçünün de başlangıç noktası St. Kliment
heykelinin hemen karşısı. Biz de yönümüzü o tarafa çevirip Ohrid’in biraz
Beypazarı’ndaki, biraz Bursa Cumalıkızık’taki mimariyi anımsatan evlerinin
arasındaki dar sokaklarda yürümeye başladık. Bunlar Osmanlı mimarisi ile
yapılmış, cumbalı büyük konaklar. Her adımda biraz daha fazla sevdik Ohrid’i.
Yol boyunca
küçük müzeleri, içleri sergilenen konakları, resim atölyelerini geçtikten sonra St. Sofia kilisesine ulaştık.
7. Yüzyılda ilk Bulgar İmporatorluğu zamanında inşa edilen ve yüzyıllar içinde
yeni eklemeler yapılmış bu kilise oldukça iyi korunmuş, ihtişamlı, büyük bir
yapı. Kilisenin yan tarafındaki küçük tepe basamaklar şeklinde oturma yerleri
yapılarak bir tiyatroya dönüştürülmüş, kilisenin sütunlarının olduğu taraf da
sahne. Burada tiyatro gösterileri ve müzik dinletileri yapılıyormuş. Buradan
aşağıya doğru inerek göle ulaştık ve karşımıza yüksek kayalıkların kenarı
boyunca uzanan gölün üzerine kurulmuş ahşap yol çıktı. Biz o yolu da çok
sevdik. O yolun sonunda Kaneo denilen yere vardık. Göl kıyısında birkaç tane
kafe var, inanılmaz keyifli ve dinlendirici bir ortam. Kafelerin önünden geçip
sağ taraftaki merdivenlere tırmandıkça manzara daha da bir güzelleşti.
Merdivenler bittiğinde karşımıza çıkan yol bizi muhteşem bir konuma sahip olan
St. John kilisesine ulaştırdı. Bu kilise göle doğru çıkıntı yapan kayalıkların üzerine
kurulmuş. Üç tarafı da gölle çevrili olan bu kilise ve onun bahçesinde ne kadar
zaman geçirdik bilmiyorum, bildiğim orada bulunmaktan ve Kanoe’daki evlerin
kırmızı çatılarının önünde uzanan ve ışıl ışıl parlayan, masmavi Ohrid gölünü
izlemekten çok keyif aldığımız. Tabi bol bol da fotoğraf çektiğimiz.
Daha sonra
yukarıya doğru çıkıp ormanın içinden ileriye doğru yürümeye başladık. Yukarıda
Palaosnik denilen arkeolojik kazı alanı var, içerisinde birkaç kilise de
mevcut. Çok vaktimiz olmadığı için sadece dışarıdan bakıp geçtik. Sonra yine
ormanın içinden geri dönerek az önce bahsettiğim o kafelerden en sakin ve göle
en yakın olanına oturduk. Gayet dinlendirici ve huzur verici bir yarım saat
geçirdik orada. Kafenin hemen yan tarafından tekne taksiler kalkıyor. Kaneo’dan
Şehir merkezine kişi başı 2,5 €’ya götürüyorlar. St. John kilisesine, Kaneo’ya
ve Ohrid’e bir de gölden bakmak, hele de bizim gibi gün batımına yakın
binerseniz, müthiş keyifli. Tekne 10 dakikada limana vardı, kaptan bize “Kemal
Atatürk babacan adam” diyerek veda ettikten sonra çarşıya doğru yol aldık.
Makedonlar bildiğiniz Kemalist bu arada. Kim duysa Türkiye’den geldiğimizi
Atatürk diyor hemen. Ben bilmiyordum, Atatürk Bitola’da (Manastır) okumuş. Onu
Makedon sayıyorlar ve gurur duyuyorlar bir şekilde.
Uzun bir
sokak boyunca sıralanmış dükkanların yer aldığı çarşı havuzlu bir meydana
açılıyor. Bu meydan diğerine nazaran çok daha sönük ama yine de şirin bir yer.
Orada bir de tekke var, içinde camisiyle. İlgisi olanlar için çekici olabilir. Çarşıda
küçük bir tur attıktan sonra yine göl kıyısına gelip yiyecek bir şeyler aramaya
koyulduk. Göle yaklaştıkça restoranlarda fiyatlar artıyor. Karnımızı
doyurduktan sonra iyice kızıllaşan gün batımının fotoğrafını çektik bol bol.
Gün batımında Kaneo’daki St. John kilisesinin bahçesinde olmak eminim muhteşem
olurdu ama yorgun olduğumuz için tekrar o yokuşu ve merdivenleri çıkmak
istemedik. Şehir merkezinde biraz daha dolandıktan ve bir şeyler içtikten sonra
odamıza çekildik.
Gece dışarı
çıkarız diye düşünmüştük ama odaya girip duş aldıktan sonra bir ağırlık çöktü
üzerimize ve çıkamadık. Ancak gündüz gördüğümüz mekanlardan ve reklamlardan
Ohrid’de gece hayatının da güzel olduğunu düşünüyorum.
Ertesi gün
saat 5 gibi Skopje’ye doğru yola çıkmayı planladığımız için Kaleyi ve tiyatroyu
gezmeyi ertesi güne bırakmıştık, bir de Biljana su kaynağına gidecektik ertesi
gün ama olmadı. Bir önceki yazıda bahsettiğim o otobüs firmasının sadece sabah
09:30’da ve öğlen 12:00’de otobüsü olduğunu öğrendik ertesi sabah. O yüzden
yalnızca kahvaltımızı yapıp, çarşıda birkaç hediye almak için dolaşacak kadar
vaktimiz kaldı. Anlayacağınız Ohrid bizim için yarım kaldı. O yüzden tekrar
gideceğiz Ohrid’e ve bu sefer Kiril alfabesinin türetildiği yer de olan St.
Naum kilisesine de gideceğiz. Şehir merkezinden taksi ile gidilebiliyormuş
oraya. Ancak biz bir sonraki gidişimizde araba kiralayacağımız için gölün
etrafında dolaşmak daha bir rahat ve eğlenceli olacak.
Çıkardığımız
dersler:
- Bugünün
işini yarına bırakma.
- Altında
araban olacak arkadaş.
- Ohrid
için bir gün kesinlikle yeterli değil.
- Wireless
bulmak zor. Boşuna laptop taşıma yanında.
Yazının 1. bölümü için: Biz Skopje'yi çok sevdik
Yazının 2. bölümü için: Makedonya'nın yeşil yolları
Yazının 1. bölümü için: Biz Skopje'yi çok sevdik
Yazının 2. bölümü için: Makedonya'nın yeşil yolları
No comments:
Post a Comment