Ulaşımının ekonomik ve vize
derdinin olmamasından dolayı istikamet olarak seçtiğimiz Makedonya’dan
ayrılırken bir daha gelmek üzere plan yapacağımız hiç aklımıza gelmezdi ama
öyle oldu. 4 gün 4 gece kaldığımız Makedonya’da Skopje ve Ohrid şehirlerini
ziyaret ettik, bir sonraki Makedonya seyahatimizde gideceğimiz yerleri
belirleyip geri döndük.
Toplam 4 noktada duran servisten
şehir merkezine gitmek için ineceğiniz durak Holiday Inn. Oradan beş dakikalık
bir yürüyüşle kendinizi devasa Büyük İskender heykelinin önünde
buluveriyorsunuz. Gitmeden önce otel rezervasyonu yaptırdığımız ve otel bu merkezde
olduğu için biz de bu durakta indik ve oteli aramaya koyulduk. Booking.com’da
otelin adresi olarak verilen caddenin ismi değiştiği için kalacağımız yeri bulmamız
biraz zaman alsa da küçük ama temiz odamıza attık kendimizi. Konaklama için
çift kişilik odaya gecelik 34 € ödedik ki bu Skopje’de bulabildiğimiz en ucuz
yerdi. Aslında daha ucuz hosteller var (geceliği 8-9 €) ancak biz paylaşımlı
banyo ve tuvalet tercih etmediğimizden dolayı biraz daha fazla ödemeye razı
oluruz her zaman. Biraz dinlendikten sonra küçük bir tur atmak için dışarıya
çıktık.
Skopje’nin merkezi, altı cadde ve
onların kesiştiği geniş bir meydandan oluşuyor. Bu meydan Vardar nehri
üzerindeki Taş Köprü ile son buluyor ve şehrin Çarşı denilen diğer yakasına
açılıyor. Meydanın etrafındaki caddelerde alışveriş yapabileceğiniz
dükkanlardan ve oturup açık havada dinlenebileceğiniz kafeler ve restoranlar var.
Meydanın ortasında tüm caddelerden -hatta
neredeyse şehrin her yerinden- görülebilen ve etrafında sular fışkıran devasa
bir Büyük İskender heykeli duruyor. Bu heykel o kadar yüksekte ve o kadar büyük
ki insan karşısında durup anlamını daha doğrusu anlamsızlığını çözmeye
çalışıyor. Meydanda bu heykelin etrafında dinlenme alanları, banklar ve daha
bir çok ünlü Makedon’un heykellerinin yanı sıra çağdaş heykeller de var.
Açıkçası heykel olayını biraz abartmışlar. Neredeyse her on metrekareye bir heykel
düşüyor. Üstelik bu heykeller, bu meydan ve Vardar nehri kıyısında halen
inşaatı devam eden, yine devasa ve Helenistik mimari ile modern mimarinin iç
içe olduğu gösterişli binalar, Skopje 2012 isimli bir projenin ürünüymüş. AB
tarafından desteklenen bu projeye bugüne kadar 500 milyon € harcanmış ancak
proje henüz bitmemiş ve yeni ödenek bekleniyormuş. Anlayacağınız yeni bir Skopje
yaratmaya soyunmuşlar ama bana göre yarattıkları yapay bir Skopje olmuş. Meydana
açılan caddelerden birinin girişine diktikleri kocaman bir arc of triumph
(zafer takı. Örnekleri için bkz. Berlin ve Paris) ise “kel alaka”dan başka bir
şey dedirtmiyor insana.
Ancak, en azından bizim
tanıştığımız Makedonların çoğunun sevmediği bu İskender heykeli güzel bir
buluşma noktası. Nitekim bizim için de Makedon arkadaşımız Biljana ile buluşma
noktamız oldu. Bu arada, akşamüzeri hoporlörlerden yükselen klasik müziğin
ritmine uygun olarak fışkırtılan sular ve etraftaki banklarda oturup müziği
dinleyen insanlar farklı bir atmosfer yaratmıyor da değil. Ben Ankara’da Ankara
havası eşliğinde su fışkırtılan havuzlara maruz kalan biri olarak büyük bir
level atlamış oldum hani.
Biljana ile birlikte akşam yemeği
için Vardar nehrinin böldüğü şehrin diğer yakasına geçtik. Bu yaka kalenin ve
kalenin eteklerindeki yerleşim yerinin yer aldığı daha eski Skopje. Girdiğiniz
andan itibaren kendinizi Türkiye’de hissediyorsunuz. Bu kısımda yoğunluklu
olarak Türkler ve Arnavutlar yaşıyormuş, karşı tarafta ise Makedonlar. Aslında
bir nevi Müslüman-Hristiyan mahallesi olarak ayrılmış gibi. Keskin bir çizgi olmasa da bunu hissediyorsunuz. Şehrin bu kısmı daha samimi ve daha sıcak. Ancak
altını çizmekte fayda var. Skopje’de yaşayan herkes, Makedon’un, Türk’ü,
Arnavut’u, hepsi çok sıcak kanlı, güler yüzlü insanlar. Özellikle Türkiye’den
geldiğimizi duyduklarında daha bir ilgili davranıyorlar. Hemen herkes en
azından hoş geldiniz diyecek kadar Türkçe biliyor. Avrupa’da görmediğimiz
itibari gördüğümüzden olsa gerek burada kendimizi iyi hissettik. Çok fazla
insanla tanıştık ve sohbet etme şansı bulduk ki Avrupa’ya gidenler orada yerel
halkla sohbet etmenin o kadar da kolay olmadığını, herkesin mesafeli olduğunu
bilirler. Velhasıl Makedonya sıcak kanlı ve misafirperver insanların olduğu bir
memleket. Memleket diyorum zira benim anneannem Makedonya göçmeni.
Çarşı bildiğiniz çarşı. Kuyumcuların,
ayakkabıcıların, berberlerin, tamircilerin olduğu bildiğimiz, alışkın olduğumuz
Türkiye’nin herhangi bir yerinde olabilecek bir çarşı, zaten ismi Türk çarşısı.
Burada ayrıca yemek yiyebileceğiniz restoranlar, köfteciler var. Buraya gelip
et ya da köfte yemeden gitmek kesinlikle olmaz. Hem lezzetli hem ucuz. İnsanın
karnı tokken bile sağdan soldan gelen kokular iştahını kabartıyor insanın. İşte
biz de bu restoranlardan birine oturduk akşam yemeği için. Bu tarafta çoğunluk Türkçe
biliyor. Yabancı diliniz olmasa bile rahatlıkla iletişim kurabilirsiniz.
Makedonya’da alkol sofraların olmazsa olmazı. Öğlen yemeğinde bile içiyor
herkes. Biz de burada sarı rakı dedikleri rakının tadına baktık. Aslında rakıdan
çok viskiye benzeyen oldukça sert bir içki. (Buralarda bizim bildiğimiz rakıya “yeni
rakı” diyorlar. Tıpkı bizim her margarine sana yağı dememiz gibi) Biz de
geleneği bozmayıp neredeyse her öğünde içki içtik. Makedon biraları da güzel,
illa ki deneyin ama yok ben tutucuyum bu konuda diyorsanız Efes de isteyebilirsiniz, o da
mevcut. Çeşit çeşit mezeler de cabası. Şimdi aklında yok hiç birisinin ismi ama
denediklerimiz güzeldi.
Bu çarşı kısmında bir çok kafe ve
bar var. Nargile içebileceğiniz, her geçişimizde Türkçe müzik duyduğumuz kafelerden, tavla oynayıp çayınızı, kahvenizi yudumlacağınız tea shoplara, hafif
bir müzik eşliğinde içkinizi içip sohbet edebileceğiniz barlardan, çoğunlukla
lgbt’lerin gittiği Damar’a kadar çeşitli seçenekler mevcut. Üstelik bunlar az
önce etinizi yediğiniz ve rakınızı içtiğiniz restoranlardan 50 metre uzaklıkta.
Çarşının bu kısmı özellikle saat 23’ten sonra tahmin edemeyeceğiniz kadar
hareketli ve kalabalık.
Tabi ki her şey yeme içme değil.
Şehirde görülüp gezilmesi gereken yerler de var. İlginize göre kaleye çıkabilir (son bir yıldır
ziyarete kapalıymış), Skopje’yi tepeden seyreyleyebilirsiniz ya da artık müze
olan Davut Paşa Hamamını ve hemen yakınındaki saat kulesini görebilir, camileri
ziyaret edebilirsiniz ya da sadece çarşının bütün sokaklarına girip çıkabilir,
alışveriş yapabilirsiniz. Biz kaleye çıktık, Holy Saviour kilisesini gezdik,
çarşının sokaklarını arşınladık, hamamı, saat kulesini, Mustafa paşa ve Murat
paşa camilerini gördük. Ancak gitmişken mutlaka Holy Saviour kilisesine gidin.
Mustafa Paşa camisinin önünden yokuş aşağı inerken ilk sola döndüğünüzde
karşınıza çıkacak. Buradaki ağaç oymaları kesinlikle görülmeye değer.
Skopje küçük bir yer olduğu için
tüm bunları yapmak için iki gün yetiyor da artıyor bile. Biz de bol bol
kafelerde oturup miskinlik yaptık. Ballı ve limonlu çay içtik bol bol. Burada
çayın yanında bal ve limon geliyor ki biz bunu çok sevdik.
Eminim yapılacak başka şeylerde
vardır Skopje’de ama vaktimiz az olduğu ve daha Ohrid’e gideceğimiz için Skopje’ye
veda ettik (şimdilik, çünkü biz Skopje'yi çok sevdik) Bir sonraki yazıda Skopje’den Ohrid’e yolculuğumuzu
anlatacağım. Merakla bekleyin.
Çıkardığımız dersler:
- Eğer aşırı ilgiye maruz kalmak istemiyorsanız, etrafta Türkçe
konuşmayın.
- Sırf Türkiye’den geldiğiniz için celebrity muamelesi
görebilirsiniz.
- Gitmeden önce orada çok popüler olan Muhteşem Yüzyıl,
Ezel gibi dizilerle ilgili bilgi edin ki cahil durumuna düşme J
- İngilizce bilmeyen birisiyle iletişim kurmak için Türkçeyi
dene. İşe yarama olasılığı yüksek.
- Sucuk yerine pirzola sipariş edin ki yanınızdakinin
tabağına kedinin ciğere baktığı gibi bakmayasınız.
- Galery 7’nin neden bu kadar ünlü olduğunu öğrenmek ama
anlam verememek için gidin. Çay içmek yerine pide yiyin.
- Skopje çok gey dostu bir şehir. Öyle ki şehrin ortasına
en ünlü geylerden birisinin heykelini dikmişler.
- "Türk erkekleri"nin Makedonya üçlemesi: "et var, şarap
var, karı kız var…"
Yazının 2. bölümü için: Makedonya'nın yesil yolları
No comments:
Post a Comment