January 13, 2008

Dilimin ucunda kelimeler


Bardaktan boşanırcasına bir yağmur vardı o gece. Çıkardığı sese bakılırsa belli ki rüzgarla birlikte yağıyordu. Daha iyi duyabilmek için zaten seyretmediği televizyonu kapattı. Evin sessizliğini bozan tek şey cama vuran yağmur damlalarıydı. Mutfağa gidip su ısıtıcısına bir fincanlık su koydu, dolaptan bir çay çıkardı ve kaynayan suyu fincana doldurdu. Evet, işte keyif saati başlıyordu. Pencerenin önündeki kalorifer peteğinin önüne koyduğu mindere kurulmadan önce son eksiğini tamamlamak üzere CD dolabına doğru yürüdü, çok düşünmeden bir Cd seçti en sevdikleri arasından; Firuze.

Az sonra minderin üzerine kurulmuş, seçtiği “Bir acı kahvenin” şarkısı eşliğinde çayını yudumluyordu. Işıklar kapalıydı, sadece sehpanın üzerinde belli belirsiz yanan bir mum odayı aydınlatıyordu titreyerek. Uzaktaki  sokak lambasının ışığı da çok cılızdı, o yüzden oldukça loştu oda. Camdan süzülen damlaları sessizce ve keyifle seyrederken bir an yüzünün siluetini gördü camda. Kendine baktı. Gözlerini seçmeye çalıştı, nasıl göründüklerini merak ederek. On gün önce biten ilişkisi geldi aklına. Özellikle son iki ayda oldukça depresif, stresli ve gergin bir ilişkiydi. Ondan 2 yaş büyüktü sevgilisi. Kendi istemişti sona ermesini çünkü neredeyse konuşmaz olmuşlardı artık, zaman içinde azalan cinsellikleri de son iki aydır tamamen durmuştu, dokunmuyorlardı bile birbirlerine. Kendi bitmesini istemesine rağmen, ilk birkaç gün, şimdi nasıl göründüğünü merak ettiği gözlerinden hayli yaş dökülmüştü yine de ama şimdi camdan seçebildiği kadarıyla iyi görünüyorlardı. Birkaç gündür de kendini daha iyi hissediyordu. Doğru olanı yapmıştı sonuçta, bittiği her halinden belli bir ilişkiyi yürütmenin insanı nasıl yorduğunu, nasıl yıprattığını bir kez daha görmüştü. Seviyordu sevmesine hala ama karşı tarafta çoktan bitmiş görünüyordu sevgi. İnsan, iş duygusal ilişkiler olunca, önceki deneyimlerinden pek ders çıkaramıyor diye düşündü, gülümsedi. Bu arada yanlış şarkı seçimi yaptığını fark etti. Sezen, “Gün olur da bir dost ararsan eğer,Ne olursa olsun geçen zamanda, Sanki bir şey olmamış gibi karşılarım” diyordu şarkıda. Bir yudum daha çay aldı, arkasına yaslandı, aklından bir sürü şey geçti zil sesiyle irkilene kadar. 

Hiç adeti değildi kapıyı açmadan önce kimin geldiğini kontrol etmek ya da kim olduğunu sormak kapıyı çalana. Saat gece 23.00’ü gösteriyordu. Pek alışkın değildi bu saatte birinin gelmesine, eğer bir misafir beklenmiyorsa -ki bu saatte evine birilerini davet etmek pek adeti değildi. Gecenin kendisine kalmasını ve yalnız olmayı seviyordu çünkü. Kapıyı açtı. Daha birkaç dakika önce hiç kimsenin ve hiçbir şeyin keyfini bozamayacağını düşünüyordu, o kadar sakin, o kadar dingin ve bir o kadar da huzurluydu ki…. Bu kadar da çabuk değil Sezen diye geçirdi aklından.  Kalp atışlarının hızlandığını hissetti karşısında duran kişiyi görünce. Elinde şemsiyesi olmasına rağmen ıslaktı. Belli ki yağmur pencereden görünenden çok daha şiddetliydi. Göz göze, öylece durdular bir süre. İkisi de birbirinden bekledi ilk sözü. Sonunda sessizlik belli belirsiz bir mırıldanmayla bozuldu. 

- Merhaba... İçeri davet etmeyecek misin? 
Oldukça şaşırmıştı, kapıyı açarken karşısında görmeyi umduğu en son kişiydi o, hatta hiç aklına bile gelmezdi. Bir önceki ilişkisinde yaşadıkları geldi aklına. Ne kadar sancılı olmuştu hayatından çıkarması. Defalarca gelmiş, ilişkilerine bir şans daha vermesi için çok dil dökmüştü. Her gün e-mailini buluyordu posta kutusunda. Ama dönüşü yoktu bunun. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra, onun da fark ettiği gibi. Oldukça sancılı ve can sıkıcı bir dönem geçmişti bu şekilde. Bir an canı sıkıldı, hiç böyle bir süreci kaldıracak gücü hissetmiyordu kendinde. Bunları düşünürken, kapının önünden yana çekildi, kapıyı ardına kadar açarak eliyle gir işareti yaptı. 

- Islanmışsın, istersen bir havlu getireyim. 

Gayri ihtiyari bir şekilde döküldü dudaklarından bu cümle, eski günlerden kalma bir alışkanlıkla. İçinden gülümsedi kendine. 

Havlu istemedi, içeri girdi, koltuğun köşesine oturdu. Düşünceli bir şekilde etrafına bakınıyordu göz ucuyla, sanki ilk kez bu evde bulunuyormuş gibi. Oysa dört ay önce birlikte almışlardı şu an ucunda eğreti bir şekilde oturduğu koltuğu.  - Sağ ol, çok kalmayacağım. Sana söylemem gereken bir şey var, onun için geldim. Dört gündür nasıl söyleyeceğimi düşünüyorum.   Bir süre sessizlik hakim oldu odanın içinde. Şarkıyı dinlediler birbirlerine bakmadan.  

…Ellerinde ellerim titriyorsa / Dilim anlamsız sözler söylüyorsa / Nedenini o an sakın sakın sorma / Dilimin 
ucunda kelimeler / Bir türlü söyleyemiyorum / Dilimin ucunda kelimeler / Nerden başlasam bilmiyorum...

Sessizliği bozan yine o oldu:
- Evet, gerçekten nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. O kadar da prova yaptım üstelik! Bir şeyi öğrendim, senin de bilmen gereken. Onu paylaşmam gerekiyor sadece.

 Gözlerini kaçırdı,elini alnına götürdü, ovuşturdu, sonra saçlarının önünü düzeltti eliyle. 
- Seni dinliyorum. Böyle yaparak beni endişelendiriyorsun. 

Gözlerini kaçırarak, “Ben üç gün önce bir test yaptırdım” dedi. 
- Ne testi?  - HIV  Kalp atışları yeniden hızlandı. Kapıda gördüğü andakinden daha hızlıydı. Geldiği andan beri sergilediği davranışları geçti gözünün önünden. Yutkundu. Şakaklarında damarlarının genişlediğini hissetti. O da yutkunmuştu dedikten hemen sonra ve sonra susmuştu. Bir şey demesini bekliyordu. O ise bir şey demek yerine bu anı dondurup devam etmemek mümkün olsa diye geçiriyordu aklından, korktuğu cümleyi duymamak için. Oldukça gergin ve de ürkek bir tonla sordu.  - Sonuç?  Aslında alacağı cevabı biliyordu. Onu hiç böyle alt üst olmuş görmemişti çünkü. En şiddetli kavgalarında bile hiç dağılmazdı. Hep dimdik ayakta dururdu. Üzülen yıpranan taraf hep kendisi olurdu. Ama şimdi karşısında duran bu kişi hiç tanımadığı biri gibiydi. İki elini birbirine kenetlemiş, başparmaklarını birbirinin üzerinden atlatıyordu durmadan. Bir yandan da sağ bacağını sallayıp duruyordu. Gözleri halının üzerinde bir noktaya kilitlenmiş öylece bakıyordu. Sonra bir anda gözlerini kaldırdı, gözlerine baktı ve buz gibi sesiyle böldü düşüncelerini:  -Duyduğumda şok oldum ben de. Sanki hiç benim başıma gelmezmiş gibi geliyordu. Öylesine, uzakta, sadece varlığını bildiğim… pozitif çıktı…

Uzun bir sessizlik oldu. Kendini gecenin karanlığında denizin ortasındaymış gibi hissetti birden. Yapayalnız, karanlık ve soğuk bir suyun içinde. Buz gibiydi şimdi her yer, sanki kanı çekilmişti. Kalbi duracak gibiydi. Sonra bir an sıyrıldı bu hislerinden. İstem dışı bir şekilde sordu:   - Ne diyorsun sen?... Ama nasıl olur? Biz...  Sözleri yarım kaldı gözlerindeki ifadeyi fark ettiği anda. Oysa ne kadar güvenirdi ona, adı kadar emindi kendinden başkasıyla birlikte olmadığına bu 2 yıl içerisinde. Şimdi karmakarışık duygular içerisindeydi. Öfke miydi hissettiği, hayal kırıklığı mı? Bağırıp çağırmalı mıydı? Neye yarayacaktı bu? Oturup ağlamalı mıydı? Kim için? Neden?

Ne zaman, kiminle, neden, diye soracak gücü hissetmedi kendinde. Belki ona destek olması gerekiyordu şu an, bir şeyler söylemesi gerekiyordu ama öfkesi engel oldu buna. Hem ne diyebilirdi ki…  — Ama biliyorsun bu senin sonucunun da pozitif olacağı anlamına gelmiyor. Endişelenme. Emin olmak için bir test yaptırmalısın…

Oldukça soğuk ve donuk bir sesle söylemişti bunu. Sanki başı ağrıyan birine git bir ağrı kesici al der gibi söylemişti bunu. 

Yine sessizlik oldu...  En son ilişkinin adını koyduklarının beşinci ayında bir test yaptırmıştı. Birkaç gün sonra da o. Negatif çıkmıştı sonuçlar. O günden sonra o kadar emindi ki ondan, korunmaya bile gerek duymamıştı. Şimdi aptal gibi hissediyordu kendini, tedbirsiz bir aptal.  Yerine çakılıp kalmış dururken, onun usulca kalkıp gittiğini gördü ama bacakları kımıldayamamıştı yerinden. Oturduğu yerden öylece bakakaldı kapanan kapının ardından. Yağmur hala cama vuruyordu hızla, Sezen şarkısını söylemeye devam ediyordu, mum titrek bir şekilde aydınlatmaya çalışıyordu odayı. Her şey birkaç dakika önceki halinde devam ediyordu. Hiçbir şey olmamış gibi. Sadece çayı soğumuştu, bir de kalbi. Bir yandan, ona duyduğu güvenden dolayı canı acıyordu diğer yandan bir endişe kaplamıştı her yanını.   Neden, diye düşünürken bir yandan da gözünden süzülen yaşlar dudağının kenarına kadar indi. Yerinden kalktı, az önce onun oturduğu koltuğun ucuna oturdu, ellerini başına koydu, dudaklarından birkaç kelime döküldü belli belirsiz: “Lütfen n’olur, lütfen...”

Bir saat önce…

Günledir ağzına bir lokma koymamıştı. Üstüne de votkayı içince kustu. Ağzının zaten olmayan tadı iyice bozuldu. Başını kaldırdı, aynaya baktı. Berbat görünüyordu. Daha ne kadar böyle devam edecek ki diye düşündü. Hızla koridora koştu, paltosunu ve şemsiyesini aldı, evden çıktı. Dışarıda deli gibi bir yağmur yağıyordu. İlk gördüğü taksiyi çevirdi. Adresi söyledi ve on beş dakika sonra apartmanın karşısındaki kaldırımdaydı.

Karşıya geçmek istedi ama ayakları gitmedi. Sokak lambasının altında durdu. Yukarıya baktı. Işık yanmıyordu ama durmadan değişen renklerden televizyonun açık olduğu belliydi. Evdeydi. Lambanın aydınlatmadığı tarafa gitti, dükkanın tentesinin altında durdu bir süre daha. Kaç kez söylemeyi düşünmüştü ama bir türlü başlayamamıştı. On gün önce de eve son gelişi olmuştu zaten. Ayrılmışlardı. Bu şekilde her şeyin daha kolay olacağını düşünmüştü ancak işler düşündüğü gibi gitmedi. Kendini çok yalnız hissetti. Neden böyle olduğunu, neden konuşamadıklarını bile sormamıştı. Demek ki bitirmeye yer arıyordu zaten diye düşünmüştü bu yüzden. Bıçak gibi keserek “bitti” demişti çünkü. O yüzden kızgındı ona ama bu söylememesini gerektirmiyordu elbette. Üstelik kendi hatasıydı bu. En çok kendisine kızgındı. Aslında üzüldüğü kendisinden çok onu düşürmüş olabileceği durumdu. Bu yüzden oldukça zordu söylemek. Yarım saatten fazla zaman geçti kendi kendine kavga eden düşüncelerini dinleyerek.

Sonra hareket eden ışıklar durdu. Tam anlamıyla karanlık değildi ev ama yine de korktu dışarı çıkacağını düşünerek. Dükkanın önündeki merdiven boşluğuna saklandı. Bu sefer de olmayacak dedi kendi kendine. Bir süre daha bekledi ama çıkan olmadı. Biraz sonra camın önünde gördü onu. On gün sonra, ilk kez. Oturmuş, uzaklara bakıyor gibiydi. Özlediğini hissetti. Sonra kızdı kendine. Özlemeye, sevmeye hakkı olmadığını düşündü. Yatıştırdı yüreğini, derin bir nefes aldı ve tümünü verdi sonra. Şemsiyesini açmadan yolun karşısına geçti. Dış kapının anahtarı cebindeydi hala. Kapıyı açıp girdi, ağır ağır ikinci kata çıktı. Bu sefer tereddüt etmeden zile bastı. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. İşte karşısında duruyordu, yüzünde şaşkın ve niye geldin diyen bir ifadeyle. Tahmin edeceği gibi beklenen en son kişiydi kendisi. Kısa bir sessizlik oldu. Bir şey demesini bekledi, demeyince kendisi konuşmak zorunda kaldı.

-Merhaba… İçeri davet etmeyecek misin?

Kendi bile zor duydu ne dediğini. Mırıltı gibi çıkmıştı ağzından. Ardına kadar açılan kapının eşiğinden içeri girdi. Kendisini bir yabancı gibi hissediyordu şu an, sanki ilk kez gelmişti bu eve. Koltuğun ucuna oturdu eğreti bir şekilde.   

- Sana söylemem gereken bir şey var. Onun için geldim. Dört gündür nasıl söyleyeceğimi düşünüyorum.

Gözlerindeki endişeyi gördü, bu daha da üzdü onu. O sırada şarkıya kulak kabarttı. Dinledi bir süre.

…Dilimin ucunda kelimeler
Bir türlü söyleyemiyorum Dilimin ucunda kelimeler
Nerden başlasam bilmiyorum...

Gözlerini kaçırdı,elini alnına götürdü, ovuşturdu, sonra saçlarının önünü düzeltti eliyle ve bir çırpıda söyleyiverdi.

-Ben üç gün önce bir test yaptırdım.

-Ne testi?

-HIV

Bunu söylediğine inanamıyordu. O kadar çok prova yapmıştı ama provada bile bu kelime boğazında düğümleniyordu. Şimdi sanki alelade bir kelime gibi çıkıvermişti ağzından. Sonra onun gözlerine bakmaya çalıştı. Duymak istemediğini anladı. Şakaklarındaki damarların genişlediğini gördü, ne zaman endişelense böyle olurdu. “Sonuç” diye sordu. O sırada kendini baş parmaklarının ritmik hareketine kaptırdığı için birkaç saniye gecikti yanıt vermesi.

-Duyduğumda şok oldum ben de. Sanki hiç benim başıma gelmezmiş gibi geliyordu. Öylesine, uzakta, sadece varlığını bildiğim… Test pozitif çıktı…

Söz ağızdan çıkmıştı artık bir kez. Yine de buz kesilmiş gibi hissetti kendini. Bunu ona yaptığına inanamıyordu. Hele o “ama nasıl olur? Biz…” dediğinde… o an, ölmek istedi. O an, onun hayatına hiç girmemiş olmayı, hatta hiç doğmamış olmayı diledi. Her şeyin bir kabus olmasını diledi. Kalkıp yüzüne tükürmesini diledi. Lanetler yağdırmasını, küfürler etmesini, onu öldürmesini diledi…
Hiç birisi olmadı.
Bir şey söylemek istedi, herhangi bir şey, seni seviyorum demek istedi. Özür dilerim demek istedi. Sadece bir kez oldu demek istedi, af dilemek istedi… Sonra kaç kez olduğunun ne önemi var ki dedi kendi kendine.  

Gerçekten de bir kez olmuştu sadece ama olmuştu işte ve lanet olsun ki o gecenin anısı olarak bu kalmıştı ona. Riske girdiğini bildiği için hemen birkaç gün sonrasında test yaptırmaya gitmiş, doktor 2-2,5 haftanın geçmesini gerektiğini söylemişti. 3 hafta sonra test pozitif çıkmıştı ancak doktor telaşlanmamasını söylemişti. Yalancı pozitiflik diye bir şeyden bahsetti. En sağlıklı sonuca 3 ay sonra ulaşabileceklerini söyledi. Sanki yıl gibi gelmişti ona haftalar, ancak içinde bir umut vardı yine de.  Sonra tekrar test yapıldı, lanet olsun ki yine pozitifti. Dünyası başına yıkıldı. O sırada zaten ilişkileri de iyice kötüye gitmeye başlamıştı. Söyleyemiyordu bir türlü. Nasıl söylenirdi ki? Sonucu öğrendiği günden bu yana da tam anlamıyla bir birliktelik olmamıştı aralarında. Hadi korunalım demek de dikkat çekici olacaktı bunca zamanda sonra. Birkaç kez öpüşmüşlerdi, bir keresinde de biraz daha ileri gitmişlerdi ama bahane bularak yarıda kesmişti. İşte korkmasına sebep buydu. Bir süre sonra da zaten soğukluk girmişti aralarına. Aylardır okuduğu ve öğrendiği onca şeye rağmen yine de çok tedirgindi. Doktor demişti ki, yüz kez ilişkiye girersin geçmez ama bir kez girersin geçer. Piyango gibi bir şey…

Evet piyango gibi diye düşündü, talihsiz bir piyango… Ne zaman olduğunu söylemek istedi. O zamandan beri seninle birlikte olmadık demek istedi. Merak etme demek istedi. Özür dilemek istedi. Onun desteğine öyle ihtiyacı vardı ki ama bunu şu an ondan beklemek haksızlık olurdu. Kedine lanet okudu, korunmaya ısrar etmediği için.

- Ama biliyorsun bu seninde pozitif olduğun anlamına gelmiyor. Endişelenme. Emin olmak için bir test yaptırmalısın, dedi soğuk ve donuk bir sesle.

Cevap gelmedi.

Özür dilerim dedi içinden. Bunu sana yaşatmak istemezdim. Sonra sessizce kalktı koltuktan, usulca açtı kapıyı, son kez çıktı bu evden. Apartman boşluğunda durdu bir süre, otomat söndü. Gözünden bir damla yaş süzüldü, kendi kendine mırıldandı: “N’olur, lütfen olmasın”

  


No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş