Bardaktan boşanırcasına bir yağmur vardı o gece. Çıkardığı sese bakılırsa belli ki rüzgarla birlikte yağıyordu. Daha iyi duyabilmek için zaten seyretmediği televizyonu kapattı. Evin sessizliğini bozan tek şey cama vuran yağmur damlalarıydı. Mutfağa gidip su ısıtıcısına bir fincanlık su koydu, dolaptan bir çay çıkardı ve kaynayan suyu fincana doldurdu. Evet, işte keyif saati başlıyordu. Pencerenin önündeki kalorifer peteğinin önüne koyduğu mindere kurulmadan önce son eksiğini tamamlamak üzere CD dolabına doğru yürüdü, çok düşünmeden bir Cd seçti en sevdikleri arasından; Firuze.
Az
sonra minderin üzerine kurulmuş, seçtiği “Bir acı kahvenin” şarkısı eşliğinde çayını
yudumluyordu. Işıklar kapalıydı, sadece sehpanın üzerinde belli belirsiz yanan
bir mum odayı aydınlatıyordu titreyerek. Uzaktaki sokak lambasının ışığı da çok cılızdı, o
yüzden oldukça loştu oda. Camdan süzülen damlaları sessizce ve keyifle
seyrederken bir an yüzünün siluetini gördü camda. Kendine baktı. Gözlerini seçmeye
çalıştı, nasıl göründüklerini merak ederek. On gün önce biten ilişkisi geldi
aklına. Özellikle son iki ayda oldukça depresif, stresli ve gergin bir ilişkiydi.
Ondan 2 yaş büyüktü sevgilisi. Kendi istemişti sona ermesini çünkü neredeyse
konuşmaz olmuşlardı artık, zaman içinde azalan cinsellikleri de son iki aydır
tamamen durmuştu, dokunmuyorlardı bile birbirlerine. Kendi bitmesini istemesine
rağmen, ilk birkaç gün, şimdi nasıl göründüğünü merak ettiği gözlerinden hayli
yaş dökülmüştü yine de ama şimdi camdan seçebildiği kadarıyla iyi
görünüyorlardı. Birkaç gündür de kendini daha iyi hissediyordu. Doğru olanı
yapmıştı sonuçta, bittiği her halinden belli bir ilişkiyi yürütmenin insanı
nasıl yorduğunu, nasıl yıprattığını bir kez daha görmüştü. Seviyordu sevmesine
hala ama karşı tarafta çoktan bitmiş görünüyordu sevgi. İnsan, iş duygusal
ilişkiler olunca, önceki deneyimlerinden pek ders çıkaramıyor diye düşündü,
gülümsedi. Bu arada yanlış şarkı seçimi yaptığını fark etti. Sezen, “Gün olur da bir dost ararsan eğer,Ne olursa
olsun geçen zamanda, Sanki bir şey olmamış gibi karşılarım” diyordu
şarkıda. Bir yudum daha çay aldı, arkasına yaslandı, aklından bir sürü şey
geçti zil sesiyle irkilene kadar.
Hiç adeti değildi kapıyı açmadan önce kimin geldiğini kontrol etmek ya da kim
olduğunu sormak kapıyı çalana. Saat gece 23.00’ü gösteriyordu. Pek alışkın
değildi bu saatte birinin gelmesine, eğer bir misafir beklenmiyorsa -ki bu
saatte evine birilerini davet etmek pek adeti değildi. Gecenin kendisine
kalmasını ve yalnız olmayı seviyordu çünkü. Kapıyı açtı. Daha birkaç dakika önce
hiç kimsenin ve hiçbir şeyin keyfini bozamayacağını düşünüyordu, o kadar sakin,
o kadar dingin ve bir o kadar da huzurluydu ki…. Bu kadar da çabuk değil Sezen
diye geçirdi aklından.
Kalp atışlarının hızlandığını hissetti karşısında duran kişiyi görünce. Elinde
şemsiyesi olmasına rağmen ıslaktı. Belli ki yağmur pencereden görünenden çok
daha şiddetliydi. Göz göze, öylece durdular bir süre. İkisi de birbirinden
bekledi ilk sözü. Sonunda sessizlik belli belirsiz bir mırıldanmayla bozuldu.
-
Merhaba... İçeri davet etmeyecek misin?
Oldukça
şaşırmıştı, kapıyı açarken karşısında görmeyi umduğu en son kişiydi o, hatta
hiç aklına bile gelmezdi. Bir önceki ilişkisinde yaşadıkları geldi aklına. Ne
kadar sancılı olmuştu hayatından çıkarması. Defalarca gelmiş, ilişkilerine bir
şans daha vermesi için çok dil dökmüştü. Her gün e-mailini buluyordu posta
kutusunda. Ama dönüşü yoktu bunun. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra, onun
da fark ettiği gibi. Oldukça sancılı ve can sıkıcı bir dönem geçmişti bu
şekilde. Bir an canı sıkıldı, hiç böyle bir süreci kaldıracak gücü
hissetmiyordu kendinde. Bunları düşünürken, kapının önünden yana çekildi,
kapıyı ardına kadar açarak eliyle gir işareti yaptı.
- Islanmışsın,
istersen bir havlu getireyim.
Gayri ihtiyari bir
şekilde döküldü dudaklarından bu cümle, eski günlerden kalma bir alışkanlıkla.
İçinden gülümsedi kendine.
Havlu istemedi, içeri girdi, koltuğun köşesine oturdu. Düşünceli bir şekilde
etrafına bakınıyordu göz ucuyla, sanki ilk kez bu evde bulunuyormuş gibi. Oysa dört
ay önce birlikte almışlardı şu an ucunda eğreti bir şekilde oturduğu koltuğu.
- Sağ ol, çok kalmayacağım. Sana söylemem gereken bir şey var, onun için
geldim. Dört gündür nasıl söyleyeceğimi düşünüyorum.
Bir süre sessizlik hakim oldu odanın içinde. Şarkıyı dinlediler birbirlerine
bakmadan.
…Ellerinde ellerim titriyorsa /
Dilim anlamsız sözler söylüyorsa /
Nedenini o an sakın sakın sorma /
Dilimin
ucunda kelimeler / Bir türlü söyleyemiyorum /
Dilimin ucunda kelimeler /
Nerden başlasam bilmiyorum...
Sessizliği bozan yine
o oldu:
- Evet, gerçekten nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. O kadar da prova yaptım
üstelik! Bir şeyi öğrendim, senin de bilmen gereken. Onu paylaşmam gerekiyor
sadece.
- Seni dinliyorum. Böyle yaparak beni endişelendiriyorsun.
Gözlerini kaçırarak, “Ben
üç gün önce bir test yaptırdım” dedi.
- Ne testi?
- HIV
Kalp atışları yeniden hızlandı. Kapıda gördüğü andakinden daha hızlıydı. Geldiği
andan beri sergilediği davranışları geçti gözünün önünden. Yutkundu.
Şakaklarında damarlarının genişlediğini hissetti. O da yutkunmuştu dedikten
hemen sonra ve sonra susmuştu. Bir şey demesini bekliyordu. O ise bir şey demek
yerine bu anı dondurup devam etmemek mümkün olsa diye geçiriyordu aklından,
korktuğu cümleyi duymamak için. Oldukça gergin ve de ürkek bir tonla sordu.
- Sonuç?
Aslında alacağı cevabı biliyordu. Onu hiç böyle alt üst olmuş görmemişti çünkü.
En şiddetli kavgalarında bile hiç dağılmazdı. Hep dimdik ayakta dururdu. Üzülen
yıpranan taraf hep kendisi olurdu. Ama şimdi karşısında duran bu kişi hiç
tanımadığı biri gibiydi. İki elini birbirine kenetlemiş, başparmaklarını
birbirinin üzerinden atlatıyordu durmadan. Bir yandan da sağ bacağını sallayıp
duruyordu. Gözleri halının üzerinde bir noktaya kilitlenmiş öylece bakıyordu. Sonra
bir anda gözlerini kaldırdı, gözlerine baktı ve buz gibi sesiyle böldü
düşüncelerini:
-Duyduğumda şok oldum ben de. Sanki hiç benim başıma gelmezmiş gibi geliyordu.
Öylesine, uzakta, sadece varlığını bildiğim… pozitif çıktı…
Uzun bir sessizlik oldu. Kendini gecenin karanlığında denizin ortasındaymış
gibi hissetti birden. Yapayalnız, karanlık ve soğuk bir suyun içinde. Buz
gibiydi şimdi her yer, sanki kanı çekilmişti. Kalbi duracak gibiydi. Sonra bir
an sıyrıldı bu hislerinden. İstem dışı bir şekilde sordu:
- Ne diyorsun sen?... Ama nasıl olur? Biz...
Sözleri yarım kaldı gözlerindeki ifadeyi fark ettiği anda. Oysa ne kadar
güvenirdi ona, adı kadar emindi kendinden başkasıyla birlikte olmadığına bu 2
yıl içerisinde. Şimdi karmakarışık duygular içerisindeydi. Öfke miydi
hissettiği, hayal kırıklığı mı? Bağırıp çağırmalı mıydı? Neye yarayacaktı bu?
Oturup ağlamalı mıydı? Kim için? Neden?
Oldukça soğuk ve donuk
bir sesle söylemişti bunu. Sanki başı ağrıyan birine git bir ağrı kesici al der
gibi söylemişti bunu.
Bir saat önce…
Günledir ağzına bir
lokma koymamıştı. Üstüne de votkayı içince kustu. Ağzının zaten olmayan tadı
iyice bozuldu. Başını kaldırdı, aynaya baktı. Berbat görünüyordu. Daha ne kadar
böyle devam edecek ki diye düşündü. Hızla koridora koştu, paltosunu ve
şemsiyesini aldı, evden çıktı. Dışarıda deli gibi bir yağmur yağıyordu. İlk
gördüğü taksiyi çevirdi. Adresi söyledi ve on beş dakika sonra apartmanın
karşısındaki kaldırımdaydı.
Karşıya geçmek istedi
ama ayakları gitmedi. Sokak lambasının altında durdu. Yukarıya baktı. Işık
yanmıyordu ama durmadan değişen renklerden televizyonun açık olduğu belliydi. Evdeydi.
Lambanın aydınlatmadığı tarafa gitti, dükkanın tentesinin altında durdu bir
süre daha. Kaç kez söylemeyi düşünmüştü ama bir türlü başlayamamıştı. On gün
önce de eve son gelişi olmuştu zaten. Ayrılmışlardı. Bu şekilde her şeyin daha
kolay olacağını düşünmüştü ancak işler düşündüğü gibi gitmedi. Kendini çok
yalnız hissetti. Neden böyle olduğunu, neden konuşamadıklarını bile sormamıştı.
Demek ki bitirmeye yer arıyordu zaten diye düşünmüştü bu yüzden. Bıçak gibi
keserek “bitti” demişti çünkü. O yüzden kızgındı ona ama bu söylememesini
gerektirmiyordu elbette. Üstelik kendi hatasıydı bu. En çok kendisine kızgındı.
Aslında üzüldüğü kendisinden çok onu düşürmüş olabileceği durumdu. Bu yüzden
oldukça zordu söylemek. Yarım saatten fazla zaman geçti kendi kendine kavga
eden düşüncelerini dinleyerek.
Sonra hareket eden
ışıklar durdu. Tam anlamıyla karanlık değildi ev ama yine de korktu dışarı
çıkacağını düşünerek. Dükkanın önündeki merdiven boşluğuna saklandı. Bu sefer
de olmayacak dedi kendi kendine. Bir süre daha bekledi ama çıkan olmadı. Biraz
sonra camın önünde gördü onu. On gün sonra, ilk kez. Oturmuş, uzaklara bakıyor
gibiydi. Özlediğini hissetti. Sonra kızdı kendine. Özlemeye, sevmeye hakkı
olmadığını düşündü. Yatıştırdı yüreğini, derin bir nefes aldı ve tümünü verdi
sonra. Şemsiyesini açmadan yolun karşısına geçti. Dış kapının anahtarı
cebindeydi hala. Kapıyı açıp girdi, ağır ağır ikinci kata çıktı. Bu sefer
tereddüt etmeden zile bastı. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. İşte karşısında
duruyordu, yüzünde şaşkın ve niye geldin diyen bir ifadeyle. Tahmin edeceği
gibi beklenen en son kişiydi kendisi. Kısa bir sessizlik oldu. Bir şey demesini
bekledi, demeyince kendisi konuşmak zorunda kaldı.
-Merhaba… İçeri davet
etmeyecek misin?
Kendi bile zor duydu
ne dediğini. Mırıltı gibi çıkmıştı ağzından. Ardına kadar açılan kapının
eşiğinden içeri girdi. Kendisini bir yabancı gibi hissediyordu şu an, sanki ilk
kez gelmişti bu eve. Koltuğun ucuna oturdu eğreti bir şekilde.
- Sana söylemem
gereken bir şey var. Onun için geldim. Dört gündür nasıl söyleyeceğimi
düşünüyorum.
Gözlerindeki endişeyi
gördü, bu daha da üzdü onu. O sırada şarkıya kulak kabarttı. Dinledi bir süre.
…Dilimin ucunda
kelimeler
Bir türlü söyleyemiyorum
Dilimin ucunda kelimeler
Nerden başlasam bilmiyorum...
Gözlerini
kaçırdı,elini alnına götürdü, ovuşturdu, sonra saçlarının önünü düzeltti eliyle
ve bir çırpıda söyleyiverdi.
-Ben üç gün önce bir test
yaptırdım.
-Ne testi?
-HIV
Bunu söylediğine
inanamıyordu. O kadar çok prova yapmıştı ama provada bile bu kelime boğazında
düğümleniyordu. Şimdi sanki alelade bir kelime gibi çıkıvermişti ağzından. Sonra
onun gözlerine bakmaya çalıştı. Duymak istemediğini anladı. Şakaklarındaki
damarların genişlediğini gördü, ne zaman endişelense böyle olurdu. “Sonuç” diye
sordu. O sırada kendini baş parmaklarının ritmik hareketine kaptırdığı için
birkaç saniye gecikti yanıt vermesi.
-Duyduğumda şok oldum
ben de. Sanki hiç benim başıma gelmezmiş gibi geliyordu. Öylesine, uzakta,
sadece varlığını bildiğim… Test pozitif çıktı…
Söz ağızdan çıkmıştı
artık bir kez. Yine de buz kesilmiş gibi hissetti kendini. Bunu ona yaptığına
inanamıyordu. Hele o “ama nasıl olur? Biz…” dediğinde… o an, ölmek istedi. O an,
onun hayatına hiç girmemiş olmayı, hatta hiç doğmamış olmayı diledi. Her şeyin
bir kabus olmasını diledi. Kalkıp yüzüne tükürmesini diledi. Lanetler
yağdırmasını, küfürler etmesini, onu öldürmesini diledi…
Hiç birisi olmadı.
Bir şey söylemek
istedi, herhangi bir şey, seni seviyorum demek istedi. Özür dilerim demek
istedi. Sadece bir kez oldu demek istedi, af dilemek istedi… Sonra kaç kez
olduğunun ne önemi var ki dedi kendi kendine.
Gerçekten de bir kez
olmuştu sadece ama olmuştu işte ve lanet olsun ki o gecenin anısı olarak bu
kalmıştı ona. Riske girdiğini bildiği için hemen birkaç gün sonrasında test
yaptırmaya gitmiş, doktor 2-2,5 haftanın geçmesini gerektiğini söylemişti. 3
hafta sonra test pozitif çıkmıştı ancak doktor telaşlanmamasını söylemişti.
Yalancı pozitiflik diye bir şeyden bahsetti. En sağlıklı sonuca 3 ay sonra
ulaşabileceklerini söyledi. Sanki yıl gibi gelmişti ona haftalar, ancak içinde
bir umut vardı yine de. Sonra tekrar
test yapıldı, lanet olsun ki yine pozitifti. Dünyası başına yıkıldı. O sırada
zaten ilişkileri de iyice kötüye gitmeye başlamıştı. Söyleyemiyordu bir türlü.
Nasıl söylenirdi ki? Sonucu öğrendiği günden bu yana da tam anlamıyla bir birliktelik
olmamıştı aralarında. Hadi korunalım demek de dikkat çekici olacaktı bunca
zamanda sonra. Birkaç kez öpüşmüşlerdi, bir keresinde de biraz daha ileri
gitmişlerdi ama bahane bularak yarıda kesmişti. İşte korkmasına sebep buydu. Bir
süre sonra da zaten soğukluk girmişti aralarına. Aylardır okuduğu ve öğrendiği
onca şeye rağmen yine de çok tedirgindi. Doktor demişti ki, yüz kez ilişkiye
girersin geçmez ama bir kez girersin geçer. Piyango gibi bir şey…
Evet piyango gibi diye
düşündü, talihsiz bir piyango… Ne zaman olduğunu söylemek istedi. O zamandan
beri seninle birlikte olmadık demek istedi. Merak etme demek istedi. Özür
dilemek istedi. Onun desteğine öyle ihtiyacı vardı ki ama bunu şu an ondan
beklemek haksızlık olurdu. Kedine lanet okudu, korunmaya ısrar etmediği için.
- Ama biliyorsun bu
seninde pozitif olduğun anlamına gelmiyor. Endişelenme. Emin olmak için bir
test yaptırmalısın, dedi soğuk ve donuk bir sesle.
Cevap gelmedi.
Özür dilerim dedi
içinden. Bunu sana yaşatmak istemezdim. Sonra sessizce kalktı koltuktan, usulca
açtı kapıyı, son kez çıktı bu evden. Apartman boşluğunda durdu bir süre, otomat
söndü. Gözünden bir damla yaş süzüldü, kendi kendine mırıldandı: “N’olur,
lütfen olmasın”
No comments:
Post a Comment