June 12, 2017

Baska bir Dünya / Jaipur ve Agra&Tac Mahal



Hindistan seyahatiyle ilgili en son söyleyeceğim şeyi en başta söylemek isterim: Hindistan'a öyle 8-10 günlüğüne gidilmez, gittin mi en az bir ay, zaman ve parasal koşulların elveriyorsa 3-4 aylığına gitmek lazım. Yoksa benim gibi aklın Hindistan'da kalmış bir şekilde, yarım yamalak gezdiğin ve gördüğün hissiyatıyla döner, ee noldu şimdi diye oturursun. Çünkü Hindistan her anlamıyla bambaşka bir kültür, bambaşka bir dünya. Onu anlamak ve hissetmek için turist kimliğinden çıkmak gerekiyor, bir hafta bilemedin on günlük bir seyahatte bunu yapmak çok da mümkün değil. Çünkü içine girdiğin sosyal hayatın ve kültürün kısa da sürse bir alışma süreci var. Ne kadar çok seyahat eden biriysen bu süre o kadar kısalıyor ama benim gibi yılda bir, bilemedin iki kez yurtdışına çıkma fırsatın varsa en az bir hafta sürebiliyor. Bu sefer de tam alışıyorken tatil bitiyor. Daha uzun süreli gitmeli dememin sebebi budur. Girişi çok uzattım biliyorum, aslında söyleyecek çok şeyim var ama kelimelere nasıl dökeceğim bilmiyorum. Buyrun sekiz günlük Hindistan seyahatine başlayalım. 

Zaman kısıtlı olduğu için önceden planlı bir tatildi, hangi gün nereye hangi araçla geçilecek, orada nerede kalınacak hepsi belliydi. O yüzden spontane gelişen bir durum olmadı, işte uzun süreli gitmenin bir güzelliği de burada. Koskoca üç ayı planlayamayacağın için istediğin an, birinden bir şey duyup ya da tanıştığın birilerinin peşine takılıp herhangi bir yere gidebilirsin. Bizim planımız Delhi'ye inip hiç havaalanından çıkmadan doğrudan Jaipur'a aktarma yapmak ve iki gün geçirmek, oradan daha önceden kiraladığımız şöförlü bir araçla Agra'ya gitmek, Tac Mahal'i görmek ve oradan Delhiye geçerek 2 gün Delhi'de kalmak, sonrasında uçakla Varanasi'ye gidip iki gün de orada geçirerek Türkiye'ye dönmek için Delhi'ye geri dönmek. Tam da böyle yaptık. Buyrun detaylar. 

İstanbul'dan 6 saatlik bir uçuşla Delhi'ye vardık. İki saat sonraki Jaipur uçuşumuzu beklemek için kendimizi bekleme salonundaki uzanma koltuklarına attık. Doğrudan Jaipur'agitme nedenimiz Holi Fest'e orada katılmak. Hani şu herkesin birbirine renkli toz boyalar attığı renk cümbüşü festival.  Bu günde sevginin, kardeşliğin, renklerin, iyiyinin kötü karşı zaferinin bayramını ve de baharın gelişini kutluyormuş Hindular. Doğanın kendisinden -kimi sandal ağacından, kimi pancardan, kimi bir çeşit üzümden- elde edilen bu renkler de doğanın uyanışını, çiçeklerin açışını yani baharın gelişini temsil ediyormuş. Biz de boyandık, renklendik, mutlu olduk. 


March 4, 2017

İskoçya'nın Alımlı Sehri


The Royal Mile

Biliyorum İskoçya ve tabi ki Edinburgh bir çoğunuzun gitmeyi görmeyi istediği bir yer. Benim de öyleydi ancak maalesef yalnızca Edinburgh'u görebildim, mevsimin kış olmasından ve günün erken kararıyor olmasından ötürü. Oysa bir Highland turuna çıkıp ballandıra ballandıra İskoçya'yı anlatmak isterdim size ama şimdi yalnızca Edinburgh ile yetinmek zorunda kalacaksınız. Umarım bir gün tekrar gidebilirim ve İskoçya'nın o muhteşem kırsalını da görüp havasını doya doya içime çekerim, sonra da gelip anlatırım gördüklerimi.  

Efendim, biliyorsunuz ben iş için bir yerlere gidince illa ki o iş seyahatinin önüne arkasına bir kaç gün koymaya, görmek istediğim başka bir yere gitmeye çalışırım. Bu sefer de İrlanda'ya yaptığım iş seyahatinin arkasına hala geçerli bir İngiltere vizemin olmasını da fırsat bilerek Edinburgh'u ekledim. İyi ki de yapmışım, ne güzel, ne keyifli bir şehirdir o öyle. 

Klasik başlangıcımızı yapalım, havayoluyla geldiyseniz şehir merkezine nasıl ulaşacaksınız? Çok kolay; havaalanından çıktığınızda hemen ileride sizi bir tramvay bekliyor olacak, doğrudan şehrin merkezine gidiyor, yaklaşık 40 dakika sürüyor. Tek yön bilet alırsanız 5,5 pound, gidiş dönüş alırsanız 8,5 pound ödüyorsunuz. Bozuk paranız varsa makineden yoksa da durağın hemen bir kaç metre berisindeki bir minibüsün içine kurulmuş turizm ofisinden nakit ya da kredi kartıyla alabiliyorsunuz. Metro şehrin merkezindeki Princess Street'ten de geçiyor, son durağı York Place. Büyük olasılıkla bu civarda kaldığınız için bu iki duraktan birisinde ineceksiniz. Eğer trenle geldiyseniz Waverrley İstasyonu'nda iniyorsunuz ve zaten doğrudan şehir merkezindesiniz (tramvayın Princess Street istasyonunun hemen yakınında) 

Konaklama için her şehirde olduğu gibi çok çeşitli seçeneğiniz var bütçenize uygun. Biz York Place tramvay istasyonuna, Edinbourgh Playhouse ve Calton Hill'e yürüme mesafesinde olan Cairn Otel isimli bir yerde kaldık. Fiyatı gayet makuldu, kendi özel banyosu olan tek kişilik odalar için gecelik 57 pound ödedik. Tabi ki burada ve yazının ilerleyen bölümlerinde fiyatlarla ilgili kullandığım makul kelimesinin Edinburgh stan
dartlarında olduğunun altını çizmek isterim. Benim gezi yazılarımı okuyanlar bilir, konaklamada mümkün olduğunca basit ve sade yerleri tercih ediyorum, çünkü bir seyahati ekonomik kılmanın en önemli parçalarından birisi konaklamaya eşek yüküyle para ödememek. 

January 22, 2017

İrlanda'daki Barıs Üzerine izlenimler


İrlanda ve Kuzey İrlanda'nın barışı nasıl inşa ettiklerini kendilerinden dinlemek ve yerinde görmek üzere Dublin ve Belfast'a bir çalışma ziyaretine katıldık. Ülke bu haldeyken, ortada barışa dair en ufak bir umut kalmamışken böyle bir ziyaret manasız görülebilir bazıları için, ancak öyle değil. Nihayetinde ziyaretimiz sırasında dinlediğimiz tanıklıklar da bize gösterdi ki barışın daha çok ve ısrarla konuşulması gereken anlar çatışmaların en çok olduğu, umudun en çok zayıfladığı anlar. Nitekim öyle de olmuş İrlanda'da, barışta inat edenler sonunda barışı getirmişler. Her bombalama sonrası, her ölüm sonrası daha yüksek sesle barış demişler. Ancak tüm bu çabalar sonucu gelen barış  aradan 18 yıl geçmiş olmasına rağmen hala üzerinde konuşulması, tartışılması, çözümlenmesi gereken sorunları barındırıyor içinde.

Dublin'de ziyaret ettiğimiz devlet kurumlarının süslü kelimeler ve cümlelerle mevcut durum konusunda çizdikleri parlak resmin aksine Kuzey İrlanda'nın başkenti Belfast'a gelince gördük ki tam olarak bir barış hala yerleşikleşmemiş ve belli ki daha zaman alacak. Her ne kadar Good Friday (Hayırlı Cuma) anlaşmasını takiben silahların susması, Katolik kesimin daha önce sahip olmadığı hakları elde etmesi, güvenlik güçleri ve hukuk sistemi üzerinde yapılan reformlar sosyal hayatı düzenleyip barış ortamı sağlamış olsa da sokaklarda dolaştığınızda barışın toplumsal düzeyde yerleşikleşmesinin siyasi olarak inşa edilmesinden çok daha fazla zaman aldığını görüyorsunuz. Belfast'ta çatışmalar döneminde İngiliz hükümeti tarafından katolik ve protestan mahalleler arasındaki silahlı çatışmaları azaltmak amacıyla inşa edilen duvarlar hala duruyor, geceleri kapatılıp sabah açılan büyük elektronik kapılar bu iki toplumu birbirinden ayırıyor ve hatta kapıların karşısına denk gelen evlerin kapılara/yola doğru bakan cephelerinde pencere yok, tüm bunlar barışın henüz tam olarak yerleşmediğini gösteriyor ki bu çok da yadırganacak bir durum değil. Çünkü 30-40 yıl süren çatışma döneminde içine ateş düşmemiş ev kalmamış neredeyse, komşu komşuyu öldürmüş, yaşanan ayrımcılık ve acılar konuştuğumuz insanların zihninde hala taze ama yine de herkes gelecekten umutla bahsediyor. Elbette tüm bu umutlu konuşmaların yanında her iki taraftan da, azınlıkta da olsalar, hala birbirinden nefret eden grupların mevcut olduğu, zaman zaman barış anlaşmasıyla sonuçlanan çatışma temelli karşıt gruptan insanların birbirlerini saldırdıkları ve hatta öldürdüklerini de öğrendik. Her ne kadar duvarların hala durmasının insanlara yaşananları her gün hatırlatması için sembolik bir anlamı olduğunu söylese de Belfast'lılar, eminim bunun bir nedeni de hala birbirini öldürmeye meyilli grupların var olması.  

Dürüst olmam gerekirse Belfast'ta yaşam alanlarının hala duvarlarla ayrıldığını bilmiyordum. Benim için tam anlamıyla bir sürpriz oldu ve böylesi çalışma ziyaretlerinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamama vesile oldu. Belfast'ın şehir merkezinde dolaşırken çatışmaya ya da ayrışmaya dair hiçbir şey görmüyorsunuz. Bunu görebilmek için yaşam alanlarına, mahallelere gitmeniz gerekiyor. Katolikler ve Protestanlar kendi cemaatleriyle yaşıyor büyük çoğunlukla. Çalışma hayatında bir arada olan insanlar akşam olunca kendi mahallerine çekiliyor. Eğitim sisteminde de toplum içindeki bu ayrışma kendini çok net nir şekilde gösteriyor. Bize verilen bilgiler Katolik ve Protestan ailelerinin çocuklarının birlikte eğitim görme oranı tüm okul çağındaki çocukların %4'ünü kapsıyor sadece. Geri kalan büyük çoğunluk kendi cemaat okullarında eğitimlerini sürdürüyorlar. Bu yüzden görüştüğümüz bir çok kişi barışın mükemmel olmadığını ancak en azından çatışma dönemine kıyasla çok daha iyi olduğunu söylüyorlar, ve ekliyorlar en azından her gün ölmüyoruz artık.  

Sonuç olarak barışmanın, barışı kurmanın kolay olmadığını bir kez daha görmüş olduk ama mümkün olduğunu da. Barışın yolunu her zaman siyasetin açar ancak barışın kurulması ve kalıcı hale gelmesi toplumun isteği ve desteği olmadan mümkün olmaz. Gerçekten barış isteniyorsa eğer barış siyasetinin yapılması ve barışın dilini konuşan siyasetçilerin varlığı çok önemli. Gerisi ve aslında en önemli kısmı ise yine halklara kalıyor çünkü asıl barışması gerekenler halklar. Bunun için de siyasetin hakikatlerin ortaya çıkarmak, adaletin sağlamak ve yüzleşmek üzerine yoğunlaşması gerekiyor. Çünkü bunlar olmadığı takdirde gerçek bir barışmaktan söz etmek mümkün değil. Adaletin yerini bulması, suçluların cezalandırılması uzun soluklu bir barış için olmazsa olmaz. Tüm bunlar bizim ülkemiz için çok uzak gibi görünse de erişilmez değil. Sonuçta gönülden istemekle ve umut etmekle başlıyor her şey ve de her şeye rağmen, her zaman barış demek ve barışta inat etmekle.   







LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş