December 18, 2009

Yazmayı unutmak...

Unuttuğum bir şeyi daha fark ettim, yazı yazmak... Yok, mecaz falan değil kelime oyunu hiç değil, dümdüz anlamıyla yazmak... Hani kalemi kağıdın üzerinde belirli şekillerde gezdirmek suretiyle gerçekleştirdiğimiz eylem. Nereden çıktı bu demeyin şimdi. Malum bir yılı daha deviriyoruz, böyle devirirken yılları devirdiğimizi başka şeyleri hatırlarız ya genelde ben de yazmayalı ne kadar çok zaman olduğunu hatırladım ve oturup uzun zamandır form doldurmak ve çok kısa notlar almak dışında kullanmadığım ve günden güne çirkinleştiğini fark ettiğim el yazımla bir şeyler yazmak istedim. Eskisi gibi akıp gitmediğini görüyorum artık kalemin kağıdın üzerinde seri biçimde, harflerin nasıl birleştirildiklerini bile unutmuşum nerdeyse. Oysa eskiden sık sık kalem alırdım elime. Bol bol mektup yazardık birbirimize, bayramda seyranda, güzel günde, kötü günde, özlediğimizde, düşündüğümüzde mektup yazardık birbirimize, yeni yıllarda kartların arkasına el yazımızla özene bezene iyi dileklerimizi yazar gönderirdik sevdiklerimize. Şimdi bırakın kart göndermeyi kaç kişi iyi dilekler için kendi kelimelerini kuruyor merak ediyorum. Hazır katlar var şimdi internette ve tek yapmamız gereken göndereceğimiz kişinin e-mail adresini yazıp basmak tamam tuşuna, hepsi bu. Hatırlanan hatırlandığı için mutlu hatırlayanın da hatırladığı için vicdanı rahat. Bu kadar basit artık iyi dilek göndermek birilerine. Oturduğumuz yerden kalkmadan, doğru düzgün yazma gayreti içinde olmadan, özenmeden, çok da emek sarf etmeden. Zaten hiç kimsenin vakti de yok ne oturup postacı yolu gözlemeye ne de yazdıklarının cevabını beklemeye. O yüzden kimse iyi dileklerini, özlemlerini, aşklarını, umutlarını, selamlarını ve saygılarını koymuyor artık zarfın içine, kimse küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öpmüyor hasretle... Postacılar artık sadece kredi kartı ekstrelerini ve faturaları taşıyor çantalarında, öyle olunca da kimse gözlemiyor postacının yolunu. Artık ne selam veren postacılar var ne de onlara merakla bakan ve çok sevinçli haberler getirdiği için teşekkür eden birileri. O da bir çok şey gibi çocuk şarkılarında kaldı.

Aslında o kadar büyük bir hızla ilerliyor ki zaman, o hızda değişmediğini, aynı kaldığını sanıyoruz bazı şeyleri ve sonra dönüp bir bakıyoruz ki bir zamanların rutini şimdi nostalji olmuş. Oysa nice aşklar kilometreler kat etti karşılığını bulmak için, nice söylenemeyen sözler cümle oldu beyaz kağıdın üzerinde, nice kucak dolusu sevgiler gönderildi, nice ayrılık acısı döküldü satırlara, kimi zaman göz yaşı taşıdı o zarflar içinde, kimi zaman hüzün, kimi zaman umut ve sevinç doldu taştı zarfın rengine. kimilerinin ucu bile yakıldı hasretle ve nice şiirler yazıldı dize dize... O mektupların hepsi özeldi, arial ya da times new roman değildi, on bilemedin on bir punto ile yazılan… Her bir harfin kıvrımı sahibine özeldi.

Bir oturup düşünün şimdi kaçınız en yakın arkadaşının el yazısını gördü? Ya da kaçınız sevgilisinin el yazısını tanıyabilir?

Güzel olmaz mıydı sevgilinizden ya da arkadaşınızdan gelen bir kart bulmak posta kutusunda? Mutlu olmaz mıydınız sahibinin dokunduğu bir kağıttan sadece ona özel bir karakterle yazılmış kelimeleri okumaktan? Şu an tam sırası işte. 2009'u devirmeye günler kaldı. 2009 devirmeden sizi uzun zamandır ve belki de hiç yapmadığınız bir şey yapın, el yazınızla özel bir hediye verin sevdiklerinize, bir kaç satır da olsa. Siz de mutlu olun, onu aldığında sevdikleriniz de.

Şimdiden mutlu yıllar herkese...

November 18, 2009

Dumansız hava sahasında dumanlı işler


Kış geldi çattı, her ne kadar geçen yıllara oranla birçok insan hâlâ dışarıda oturma ısrarını sürdürüyor olsa da sigara içenler kafelerin, barların içine girmeye başladıkça sigara yasağının yaşattığı sıkıntı kendini yavaş yavaş göstermeye başladı. Bu sigara yasağı insanları iki gruba ayırdı malumunuz üzere: yasağı destekleyenler ve desteklemeyenler. Başında belirteyim ben yasağı destekleyenlerdenim. Tabii ki sigara içen ve bu yasağı desteklemeyen bazı insanlar sigara içmenin de bir özgürlük olduğunu ve bu özgürlüğü kısıtlamanın hem faşizan bir hareket hem de insan haklarına aykırı olduğunu savunuyorlar. Peki, eğer bu faşizan bir yasak ve insan haklarına aykırı bir uygulamaysa bunca yıl sigara içmeyen insanların duman altı olmuş, göz gözü görmeyen ortamlarda bulunmak zorunda bırakılmaları neydi? Ben şehirlerarası otobüslerde ve hatta şehir içi minibüslerde sigara içilen dönemleri hatırlıyorum. Gerçi o kokudan içimin dışına çıktığı şehirlerarası otobüs yolculuklarını nasıl unutabilirim ki! Bir de çok sevdiğim montumun minibüste sigara ile yakılması sonucu üzüntümü…


Neyse ki aradan yıllar geçti, şimdi sigara içenler bile tahayyül edemiyor otobüslerde sigara içilen dönemleri. Öylesine saçma öylesine pis bir uygulama. Sonra tarih 19 Temmuz 2009 oldu ve pek bir sevindik biz sigara içmeyenler. Ne de olsa artık pasif içicilikten kurtulacak, duman altı kalmadan eğlenebilecek ve en güzeli eve buram buram sigara kokan giysiler ve saçlarla dönmeyecektik. Ne güzeldi, ne medenîydi, ne insanca bir şeydi hem zaten sigara içenler sadece kendilerinin değil biz sigara içmeyenlerin de sağlığı ile oynuyorlardı. Bundan güzel gerekçe mi olurdu sigara yasağı için… Sağlık bakanı televizyonlarda, gazetelerde boy boy göründü, bu yasağın uygulanmasının elzem olduğunu, asla bundan geri adım atılmayacağını, halkın sağlığının önemli olduğunu anlattı. Herkesler dumansız hava sahasına destek oldu, arada ses çıkaranlar oldu ama sustular sonra. Zaten yazdı, açık alanlarda oturdu insanlar, ne müşteriler ne işletmeler hissetmedi sigara yasağını.


Sonra kış geldi, mekânlar açık alanlarını kapattılar, kimisi camla kapattı kimisi şeffaf naylon ile. Açık alanlar kapalı alana dönüştü ama kullanımda hâlâ açık hava muamelesi gören kapalı alanlara! Oysaki yasa çok açıktı, sigara içilebilecek bölümün en az yüzde ellisinin açık olması gerekiyordu bildiğim kadarıyla ve sigara içilen dış mekân ile sigara içilmeyen iç mekânın ayrılması da şarttı ama ne oldu? Şimdi dört bir tarafı kapalı mekânlarda pofur pofur sigara içilmekte. Üstelik ortalıkta dolaşan bir söylenti eğer gerçekleşirse devletin belirlediği miktarda bir yıllık vergi ödeyen işletmeler sigara içme yasağından muaf olacaklar! Oh ne ala! Nerede kaldı halkın sağlığı, nerede kaldı yasanın amacı? Böyle bir vergi çıktığında elbette bütün işletme sahipleri sigara içen müşterilerini kaybetmemek adına bu vergiyi ödeyecekler. Sigara içmeyen müşteriler de nasıl olsa gelecek, ne yapacaklar ki başka? Yalnız kalmaktansa yine katlanacaklar sigara dumanının altında sosyalleşmeye, arkadaşlarıyla vakit geçirip, eğlenmeye. Böylece devlet kendi koyduğu yasağı kendi eliyle delecek ama kesesine de bir sürü para girecek. Tam Türkiye’ye yaraşır bir hareket olacak bu eğer bu söylentiler gerçekleşirse ama sonuçta ateş olmayan yerden duman çıkar mı? Hem biz alışkınız verginin “özel”ine… O yüzden olası geliyor kulağa.


Bugün Konur Sokakta bir cafede kahvaltı ediyordum, eski dış, yeni iç mekan doğal olarak sigara içilen bir alan olmuş o sokaktaki tüm cafelerde olduğu gibi. Hatta dışarıdaki çocuk müşterileri kendi kafesine çekmek için rahatsız ederken özelikle vurguluyor “bahçemizde sigara içiliyor” diye. Bahçe dediği o şimdi kapalı olan mekân! Garson çayımı getirdiğinde sordum, burada nasıl sigara içiliyor diye. Garson dedi ki, bizim sigara içme belgemiz var! Nasıl yani dedim, yok ki böyle bir yasa ne belgesi bu? Garson dedi ki hani yeni yasa çıkacak ya, o özel vergi veren işletmelerde sigara içmek serbest olacak. O yüzden içiliyor bizde dedi. Güler misin ağlar mısın? Daha çıkmamış bir muafiyetin izin belgesi varmış o işletmede. Burası Türkiye her şey mümkün! Onların izin dediği de çok büyük ihtimal yasağın uygulanmasını kontrol etmekle yükümlü kurumların göz yumması. Tabii ki göz yummanın bir bedeli olmalı, siz anladınız onu. Biz alışkınız gerçi her bir yasağın birileri için rant kapısı olmasına, şaşkınlık yaşamak abes olur bu durumda.


Sonuç olarak dumansız hava sahasında dumanlı işler dönüyor kanımca.
Dumanlı işleri çeviren hem yasa koyucu hem idari birimler…
Dumanlı işten kârlı çıkanlar: sigara tiryakileri ve işletmeler…
Dumanlı işlerden öksürenler: sigara içmeyenler…
Sağlıklı ve medeni günler!

November 4, 2009

Burada hiçbir şey yok anne...


“Burada hiçbir şey yok anne!” diyor kapının eşiğine oturmuş genç öğretmen. Belli ki böylesine bir yer canlandırmamış kafasında. Zaten diyor da annesine “Köye gideceğimi biliyordum ama böyle bir yere değil”

Haklı da… Orda bir köy var uzakta diye şarkı söylerken ilkokulda tabii ki hiç birimizin kafasında öyle bir köy canlanmıyor. Çünkü köy dediğin, bir bilemedin iki katlı, şirin mi şirin, beyaz badanalı, kırmızı kiremitli evler, köyün meydanındaki büyük çınarın altında tahta masaların etrafına atılmış şirin tahta sandalyeli bir kahvehane, illa ki yakınlarda bir yerde şırıl şırıl akan bir dere, kazların peşinde koşan çocuklar vesaire vesaireden oluşur…

Nitekim genellikle böyledir de Ege’nin köyleri, gitmesek de görmesek de o köyler bizim köylerimizdir. Ya doğudaki köyler kimin köyü?
Emre öğretmenin tayini de öyle bir köye çıkmış işte, hiçbir şeyin olmadığı ama birilerinin her şeyinin orada olduğu bir köye.

İki Dil Bir Bavul’un hangi türe gireceğini hatta bir türü olup olmadığını bilmiyorum, kimileri belgesel diyor, kimileri sinema filmi. Türü, tekniği ne olursa olsun birer birer ödülleri topluyor İki Dil Bir Bavul.

Öylesine doğal, öylesine kurgudan uzak ve öylesine gerçek ki film ödül almaması ilginç olurdu asıl. Film birçok insan için çok farklı bir dünyanın kapılarını açıyor bir öğretmenin gözünden. Tek derslikli, bütün sınıfların birlikte eğitim gördüğü, aynı dili konuşamayan bir öğretmen ile yazıp çizdiklerini öğretmenlerine göstermek için can atan çocuklardan oluşan bir okul. Konuşamadığın bir dili konuşan çocuklara onların konuşamadığı bir dille eğitim vermek… Anlatması bile zorken anlamak güç yaşamadan. Zaten Emre öğretmen de anlamıyor, çocuklar da, tıpkı bu ülkedeki Kürtlerin ve Türklerin Türkçe konuşurken bile birbirlerini anlamadıkları gibi.

Hikaye güzel, pardon hikaye dedim, gerçeklik diyecektim. Türküm, doğruyum diye başlayan andımızı okuyan Türkçe bilmeyen Kürt çocukları bu ülkenin gerçekliğinin ta kendisi. Ben şahsen kötü hissettim kendimi onlar orada doğru telaffuz bile edemedikleri bir dilde olmadıkları bir kimlik olarak and içerlerken ve ne mutlu türküm diye bitirirken ‘and’larını. Ne mutlu ne mutlu! Onlar içti andı biz çıkalım kerevetine...

Filmi herkes görmeli, asıl görmesi gereken bir grup insan da görmeli, hani benim ülkemde yaşıyorsan benim dilimi konuşacaksın diyen ama benim ülkemde yaşıyorsan benim aldığım hizmetleri alacak ve benim gördüğüm muameleyi de göreceksin demek aklına gelmeyen o bir grup kendini bilmez insan. Ama sanırım onlar bu filmi izlediklerinde bir şeyleri idrak etmek yerine “helal olsun öğretmene, bak nasıl öğretti onlara andımızı” diye gururla çıkacaklardır salonlardan. Çünkü bu kadar basittir onlar için “mesele”, zaten hiçbir derinliği de yoktur o “mesele”nin çünkü Türkiye’de yaşıyorsan zaten Türkçe konuşacaksındır, senin Türkler gelmeden önce de orada yaşıyor olmanın ve kendi dilini konuşuyor olmanın bir önemi yoktur onlar için. Olay basittir, ya konuşacaksındır ya gideceksindir. Evet filmi bu ülkede yaşayan herkes görmelidir, görmekle de kalmayıp kabul etmelidir gerçekliği. Aslında küçük bir empati yetecektir ama maalesef “damarlardaki asil kan” izin vermez bu empatiyi kurmaya.

İki Dil Bir Bavul öyle güzel anlatmış ki ismiyle kendini ama sadece dil mi bavulun içindeki? Bunca yılın sorunu sığar mı o bavula? 86 yıldır tıkış tıkış dolduruldu o bavul adaletsizliklerle, yanlış devlet politikalarıyla, kayırmalarla, yok sayılmalarla, suskunlukla ve asimilasyonla. Ama artık o bavul geç de olsa açıldı. Şimdi bunca yıl birbirini anlamayan iki milletin konuşma zamanı. Gidin siz de görün bu filmi, empati kurmaya çalışın, çünkü o uzaktaki köy bizim bildiğimiz köylerden değil.

October 30, 2009

Demircan'ın "sınırsız" vaazı


Sevgili günahkar okurlar, dün gece Barış'tan (Sulu) gelen bir telefonun ardından Habertürk kanalını açtım. Pelin Batu ve Nagehan Alçı'nın birlikte hazırlayıp sunduğu Sınırsız isimli programda eşcinsellik tartışılıyordu ve konuk kişi de Ali Rıza Demircan isimli bir ilahiyatçıydı. İlahi Ali Rıza Demircan deyip geçebilmeyi öğrenmiş olmam lazım aslında eşcinsellik ve ilahiyatçılar yan yana geldiğinde duyduğum cümlelerin benzerliği konusunda ama maalesef yine diyemedim. Ali Rıza Demircan Cuma gecemin sükunetine bir bomba gibi düştü, o irite edici sesiyle sazı eline alıp uzun uzun konuşmasını dinlemeye başladım, dinledikçe bir kez daha günahkar olduğumuzu öğrenmiş oldum, saçma sapan cümlelerini duydukça da gerim gerim gerildim. Diledim ki Demircan burda olsun ben de hazır bu kadar gerilmişken patlayayım, onun da ödü patlasın ve hep birlikte kurtulalım bu zehirli adamdan. Bir kaç kez televizyonu kapatmak istedim ama bir yandan da kendi kendime Pelin ve Nagehan böyle bir konuk çağırıp konuyu da eşcinsellik olarak belirledilerse, derslerine çalışmışlardır ve söyleyecek bir şeyleri vardır diye düşündüğüm için o cümleleri duymayı bekledim. Ama nafile, ne Ali Rıza Demircan vaazına ara verdi ne de onlar kendi programlarının gidişatını ellerinde tutabildiler. Bir kaç kez ‘ama’ diye araya girmeye çalıştılarsa da olmadı. Belki bir iki güzel cümleleri vardı akıllarında ama izleyiciler maalesef duyamadı onları.


Ali Rıza Demircan bir kitap yazmış, eh dinle ilgili bir kitap yazılır ve günahlar listesi çıkarılır da eşcinsellik olmaz mı hiç o listede. Sağolsun kendisi de eşcinselliğe yer vermiş kitabında. Bunun ne kadar günah, ne kadar yanlış olduğunu bir bir anlatmış. Belli ki Demircan bu kitaptaki eşcinsellikle ilgili bölümü hiç bir araştırma yapmadan ve değil at gözlüğü takmak gözlerini tamamen kapatarak yazmış ama ne hikmetse lezbiyenlerin tatmin olamadıkları bilecek kadar da tecrübeli! Programın sonuna doğru Pelin ve Nagehan'a övgüler yağdırırken bir yandan da kendisine ‘çapkın’ dendiğini de belirtmeden geçmedi üstü kapalı bir şekilde. Kızları görünce karşısında dili açılıyormuş, güzel güzel konuşuyormuş Demircan.


Neyse bir ara Pelin Batu, Psikiyatrlar Birliği’nden bahsedecek oldu ki, Demircan bir panter gibi atladı cümlenin üzerine ve psikolog ve psikiyatrların söylediklerinin geçerli olmadığını, hiç bir temeli olmadığı, hem de bunların ilim bile olmadığını ve insanın karmaşık iç dünyası etrafında dönen ve kendilerince bunun şekillerini çizmeye çalışan insanlar olduklarının altını çizdi. Sanırsınız ki psikoloji ve pskiyatri bilimlerini görmezden gelen ve değersiz kılan bu adam soyut olmayan bir konuda uzmanlık taslıyor. Bu cümlelerden sonra anladım ki bu tip insanlarla tartışırken, eşcinselliğin bir hastalık olmadığı konusunda Amerikan Psikiyatrlar Derneği ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kuruluşları referans göstermemiz de hiç bir şey ifade etmiyor.


Demircan'a göre eşcinsel bir insan müslüman olamaz. Kimin müslüman, kimin inançlı, kimin duasının kabul olup kiminkinin geçerli olmadığı ve hatta kimin cennete gidip kimin gidemeyeceği konusunda kanaat getirebilen ilahiyatçılarımız bol olduğu için çok yadırgamadım bu durumu. Yakında belki bir mesaj hattı bile çıkarırlar. Cennet yaz, adın ve yaşınla birlikte 6666 ya gönder cennetlik misin değil misin öğren! Şaka bir yana tüm dinler der ki, inanç bireyle tanrı arasındadır, kişinin vicdanıdır inanmak ya da inanmamak. Maalesef bizim ülkemizde çok fazla aracı kurum var bireyle Tanrı arasına girmeye çalışan. Bu konu başka bir tartışma konusu. O yüzden ben yazımı bu insanların medyadaki temsiliyle bağlamak istiyorum. Dün gece oturup programa bir mail de yazdım. Bu insanlar zaten bu kinlerini ve nefretlerini kusmak için yeterince mecra buluyorlar kendilerine, anlamadığım neden kendilerini çağdaş ve demokratik olarak tanımlayan ve insan haklarına saygılı olduğunun altını çizen Habertürk ve özellikle Pelin olmak üzere Nagehan da böyle ekstra bir mecra yaratıyor bu insan haklarının yakınından bile geçmeyen insanlara? Kendimizi ifade edebilmek ve eşcinselliği anlatmak için yıllardır emek veriliyor ve bu mücadele sadece ve sadece en temel insan haklarına sahip olmak için veriliyorken, sırf reyting uğruna Demircan gibi bir adamın bir saatlik monologu ile bu emeklerin yerle bir edilmesi hangi insan hakları kavramı içine giriyor merak ediyorum. Ya da illa ki ele almak istiyorsanız eşcinselliği biraz daha araştırıp biraz daha hazırlıklı olunamaz mı? Demircan'a monolog yapması için o kadar zaman verilirken, ondan sonra çıkıp da Demircan'a verilen sürenin yarısı verildiği için demek istediği çoğu şeyi demeye vakit bulamayan Kürşad Kahramanoğlu, Demircan ile aynı zamanda konuk edilip daha adil bir tartışma ortamı sağlanamaz mıydı? Hoş Demircan pek tartışmayı bilen bir insan gibi görünmüyor ama Kürşad ona gereken cevapları verebilirdi eminim.


Son olarak eşcinsel olmak mı günah yoksa Tanrıcılık oynamak mı Demircan efendi?

September 18, 2009

Lady Gaga


Lady Gaga: “ben eşcinselim, şovum eşcinsel, hayranlarım eşcinsel”


Lady Gaga ismini hepiniz duymuşsunuzdur, ben de duydum birkaç kez, birkaç şarkısını da dinledim. Ama Lady Gagayı tam olarak fark etmem geçen hafta gerçekleştirilen MTV müzik ödülleri sırasında oldu. Lady Gaga bu yıl en iyi yeni şarkıcı ödülünü aldı, en iyi yeni şarkıcı ödülünü Eminem’in elinden almak üzere sahneye çıktı, ödülünü alıp havaya kaldırdı ve “tanrı ve eşcinseller için” dedi.


Hemen gözüm homofobikliği ile ünlü Eminem’e kaydı. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Gaga bunu özellikle mi yaptı bilinmez ama oldukça güzel bir andı ve tam yerindeydi tabiri caizse.


Hemen Google amcaya sordum Lady Gaga’yı, birçok İngilizce sitede “for God and gays” cümlesi ile karşılaştım ama bizim medya Lady gaga’nın sadece kıyafetleriyle ilgilenmiş olacak ki bu cümlenin geçtiği bir haber bulamadım. Okumaya devam ettiğimde gaga ile ilgili haberleri, eşcinsellik ile ilgili söylemlerinin çokluğu dikkatimi çekti.


Rolling Stone dergisine verdiği bir ropörtajda Şarkıcı Lady Gaga biseksüel olmasından dolayı erkek arkadaşının gösterdiği tepkiler yüzünden hayal kırıklığına uğradığını söyledi.
Dergiye, "Kadınlardan hoşlandığım için hepsi korkuya kapıldı" dedi.


"Onları rahatsız ediyor", "Grup sekse ihtiyacım yok, ben tek seninle mutluyum" modundalar, diye ekledi. Fakat şu zamana kadar hiç bir kadına âşık olmadığını söylüyor.


Yine Kanye West ile birlikte çıkacakları turne öncesi West’e, şovundaki eşcinsellik temasını kabul etmesi gerektiğini söyledi.


Out dergisine konuşan Gaga, ekim ayında gerçekleştireceği turun eşcinsel hayranları için önemli olduğunu ve bir nevi onlarla buluşma turnesi olacağını belirtti.


Lady Gaga, Kenya West’e “birlikte bir şey yapmaya karar vermeden önce açıkça belirtmek istiyorum: ben geyim, benim müziğim de şovum da gey ve bunların gey olmasını çok seviyorum. Gey hayranlarımı çok seviyorum” dedi.


Gaga ropörtajda, eşcinsel kültürünün kendi çalışmalarını nasıl şekillendirdiğinin altını çizdi.
“Beni popülerliğe taşıyan eşcinsellerdi. Ben kendimi onlara adadım, onlar da bana. Bugün bulunduğum yerde olmamın nedeni eşcinseller. Gay kültürünü ana akıma ve popülerliğin içine katmayı çok istiyorum. Bu benim için gizli olması gereken bir şey değil. Bu nedenle şaka mahiyetinde de olsa gerçek motivasyonun bütün dünyayı gay yapmaktan geçtiğini söylüyorum.” dedi.


Geçtiğimiz günlerde de Lady Gaga’nın çift cinsiyetli olup olmadığı tartışma konusu olmuştu. İlginç kıyafetleri, farklı şovları ve çıkışları ile Lady Gaga kendinden daha çok söz ettireceğe benziyor.

August 2, 2009

Madonna müzik kariyerini "kutluyor"


Şimdiye kadar 37 adet Top-10 şarkı ve 7 adet 1 numaraya yerleşen albüm çıkaran Madonna hayranlarına müzik kariyerini “kutlama” şansı veriyor. Madonna’nın “Celebration” adını verdiği yeni best of albümünü 28 Eylül’de piyasaya çıkıyor.


Eski ve yeni şarkılar birarada dinleyenlerine sunulacak. “Everybody”, “Express Yourself”, “Vogue”, “4 Minutes” gibi hitlerinin yer aldığı 2CD’lik bir albümün yanında bir de DVD çıkarılması düşünülüyor. Bu DVD’de en iyi video klipleri ile birlikte daha önce hiçbir DVD de yer almayan klipler olacak.


“Celebration” New York’ta çok kısa bir süre önce kaydı yapılan iki adet de yeni şarkı içeriyor. İlk yeni şarkı albümle aynı adı taşıyor “Celebration”. Ünlü DJ Paul Oakenfold ile Madonna’nın birlikte yazdığı şarkı 3 Ağustos’ta bir single olarak raflardaki yerini alacak.


Aynı zamanda single için Milan’da çekilen klip de DVD olarak piyasaya sürülecek. Klip daha önce Ray of Light’ın klibini de çeken Jonas Akerlund tarafından çekildi. Celebration’un çeşitli club remixleri 24 Temmuz’da clublarda çalınmaya başladı.

July 18, 2009

Yolculuk


Bagaj kapakları kapanıp muavin orta kapıda belirdiğinde, zaten hali hazırda çalışmakta olan otobüs yavaş yavaş geriye gitmeye başladı perondan ayrılmak için. Eğer otuz saniye içinde birisi otobüse doğru koşmazsa yanındaki koltuk boş kalacaktı. Otobüsteki tek boş koltuk. Bazen iyi oluyordu bileti en arka sıradan almak. Çünkü az da olsa iki kişilik koltukta yalnız oturma ihtimali doğuyordu. İşte bu seferde öyle olmuştu, otobüs garaj kapısından ayrılırken görünürde hiç kimse yoktu hala. Bu yolculukta yanında birisinin olmasına hiç tahammülü yoktu zaten. Bileti alırken iki koltuğu birden satın alma düşüncesi geldiyse de aklına, cüzdanı müsaade etmedi buna. Bu gece “yolculuk nereye” diye sorarak başlatılmaya çalışılacak bir diyalogu ve hemen akabinde “Sanane” cevabıyla birlikte gerilecek bir ortamı hiç kaldıramazdı. Yok, bu bünye bir gerginliği daha kaldıramazdı. O yüzden en güzeli oldu, yan koltuğu boş kaldı. Otobüs şehrin ışıklarını hızla bırakırken ardında, tek geride kalan ışıklar değildi bu iki kişilik koltuğun tek sahibi için.

February 14, 2009

Sevgililer gününe dair…


Televizyonlarda günler öncesinden dönmeye başlayan reklamlarda, sokaktaki kocaman bilboardlarda, gazete ve dergilerdeki ilanlarda, mağazaların vitrinlerinde velhasıl başımızı çevirdiğimiz her yerde bir kadın ve erkek figürü ile karşılaşırız sevgililer günü yaklaşırken, fotoğrafla olmasa bile sloganının, mesajının içinde vardır bu heteroseksist dayatma. O yüzden sevgililer günü de bizim pek ortalıkta görülmediğimiz, görülmezden gelindiğimiz 365 günden biridir aslında. Bu yüzden sevgili için hediye alırken kendimize alıyormuş gibi yaparız, hediye paketi yaptırırken utanırız, sıkılırız; bu yüzden ortasındaki incecik vazoya koyulmuş bir gülün olduğu mumla aydınlatılan iki kişilik bir masa rezerve ettiremeyiz baş başa bir akşam yemeği için ya da bu yüzden THY’nin sevgililer gününe özel yaptığı “çiftlere ikinci bilet 1 euro” kampanyasından yararlanmayı düşünerek tatil planı yapamayız. Hatta sevgilimizle yaşadığımız eve o gün çiçekle girmek bile huzursuz eder bizi konu komşu ne alaka diyecek korkusuyla. Dolayısıyla sevgililer günüyle diğer günler arasında ince bir nüans vardır: bu gün daha çok sokulur gözümüzün içine ötekililiğimiz, bu gün daha çok hissederiz dışlandığımızı. Aslında vahim olanı sevgililer gününde bu ayrımın farkına varıp, hayıflanıp, ertesi gün yola devam etmektir umarsızca. Oysa sadece 14 Şubat’ı değil geri kalan 364 günü de kurtarmaktır esas olan. Bunu yapamıyorsak eğer iki yol vardır sevgililer gününde seçilecek; ya bize ait mekanlardan birinde soluğu almak ya da bizi görmezden gelen bu günü kaile almamak. Seçim sizindir, bizimdir, hepimizindir.

January 24, 2009

Göksel konseri


Son zamanlarda bir çok gruba ve soliste ev sahipliği yapan ve haklı olarak Ankara’nın en iyi sahnelerinden biri haline gelen IF Performance Hall’de bu sefer Göksel vardı sahnede. Göksel’in sahne almasını beklerken ardı ardına çalan ve bazılarını sinevizyondan klipleriyle birlikte dinlediğimiz/izlediğimiz Madonna şarkılarıyla dans ederken biraz yorulsak da Göksel’i izlemenin bu yorgunluğa değeceğini düşünüyorduk. Ne mutlu bize ki gecenin sonunda da aynı fikirdeydik. Gece yarısını biraz geçe sahnede göründü Göksel, Yarabbi Şükür parçasıyla güneş gibi doğdu sahneye. Güneş gibi doğdu diyorum çünkü bel kısmı siyah korse ve diğer tarafları sarı -ama sapsarı- olan şirin mi şirin bir elbiseyle giriverdi sahneye. Üzerinde durmakta zorlanıyor gibi göründüğü yüksek topuklu ayakkabılarıyla da pek bir sevimli görünüyordu. Göksel varmış sahnede, dursun biraz canım, biz ondan evvel elbisesini konuşuverdik hemen 3-5 saniye içinde. Ama Göksel’e odaklanmakta uzun sürmedi hani, hemen başladık söylemeye “taksi, hey taksi... bu havada durmaz ki... neyse!” pek bir utangaç çıktı sahneye, sanki orda seyirciler arasında duruyormuş da biri itivermiş gibi. Sonrasında bir açıldı pir açıldı, o utangaç Göksel gitti yerine, hoplayan zıplayan, yerinde duramayan bir Göksel geldi. .Sahnenin en önünde olduğumuz için pek bir sıkı fıkı olduk Gökselle. Sahnenin tabanında oraya buraya yapıştırılmış, söyleyeceği şarkıların listesini de okuduğumuz için daha en başından “kardan adamlar” diye istekte bulunmaya başladık kendisinden. Neyse ki çağrımız çabuk yanıt buldu da konserin sonuna kadar çırpınmak zorunda kalmadık. Çıtı pıtı, kıpır kıpır, hem sahnede kendi eğlenen hem de seyircisini eğlendirebilen biri Göksel. “Dursun Zaman”ı söylerken sesiyle bizi büyüleyen, “kurşuni Renkler” de herkesi hüzünlendiren, Ajda’nın “Uykusuz her gece” şarkısında herkesi deli gibi dans ettiren, Uğur, Barış ve benim isteğim olan “Kardan Adamlar”ı söylerken bana bir kez daha uzun uzun ah çektiren Göksel neden gey ikonlar arasında yok ki diye de düşündürdü bizi. Kısmet... bir sonraki gey ikonlar anketinde üst sıralarda görürüz belki kendisini, eğer konser bitişinde Uğur’un eline tutuşturduğu iki adet Kaos GL dergisini okuyup bir gün bir yerlerde eşcinsellikle ilgili iki çift laf ederse (olumlu tabi, yoksa madi listesine girer vallahi gey ikon yerine), zaten müziği, sesi, cıvıl cıvıl klipleriyle hatırı sayılır bir gey hayran kitlesi olan sevgili Göksel neden olmasın ki yeni bir gey ikonu. Neyse uzun lafın kısası, eğlendik, hüzünlendik, dansettik, güldük, içtik Göksel’in eşliğinde. İyi de yaptık, iyi ki geldin Göksel!
Saat 2 civarı evin yolunu tutmuşken dilimde hala Göksel şarkıları, üzerimde de yoğun bir sigara kokusu... (yasaklasınlar artık canım kapalı mekanlarda sigarayı)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş