İzmir'de iki yıl süren istirahat döneminin ardından gözümü kapatıp İstanbul ellerinde iş aramaya başladım ve şanslıyım ki kısa sayılabilecek bir sürede buldum. Bu yüzden aldım çantamı, kaktım, geldim İstanbul'un kalabalığının arasına. Benimkisi zorunlu göç. O yüzden güle oynaya gelmedim İstanbul'a, trafikte kalma endişesi bir yanda, ev bulma derdi ve geçinme derdi diğer yanda. Taşı toprağı altınlık hali de kalmamış zaten İstanbul'un, her yer kazılmış, her yer toprak, her yer çamur.
Henüz burada bir düzen kuramadığım ve evim diyeceğim bir yer olmadığı için halen İzmir'deki evimi özlüyorum, yatağımı özlüyorum, balkonumu özlüyorum.Burada bir ev kurabildiğimde oradaki ev Anıl'ın evi olacak ve İzmir'deki evi özleme sendromum da sona erecek. Tabi evden başka özlediğim şeyler de var; Oğluş'umu özlüyorum, onunla birlikte uyumayı özlüyorum, Bahadır'ın çıkıp gelmesini özlüyorum, Anıl'la gülmelerimizi özlüyorum. Velhasıl şu sıralar özlüyorum da özlüyorum.
Ankara'yı bu kadar özlememiştim, zira tüm bağımı kopararak gelmiştim İzmir'e. Şimdi ise dolabımda hala giysilerim, masamda bilgisayarım, kitaplığımda kitaplarım dururken haliyle benim de bir yanım halen İzmir'de. Sezen'in "Kalbim Ege'de kaldı" şarkısı tam benlik anlayacağınız bu günlerde. Hoş, burada bir ev tutup yerleşik hayata geçsem bile kalbim yine de Ege'de olacak ya, o da ayrı bir mevzu. Uzaktaki sevgili döngüsünü İzmir'e taşınarak kırmıştım ama döngüye soktuğum çomak kırıldı, yine yollar girdi araya. Hayat böyle işte, yapacak bir şey yok. Bir kez daha yaşayamam dediğim bir şehirdeyim (ilki Ankara'ydı) ve artık biliyorum ki her şekilde yaşıyor insan. Ve biliyorum ki her şey aynı anda olamıyor, hep bir şeyler eksik kalıyor...
No comments:
Post a Comment