March 1, 2013

Benim Çocugum Belgeseli üzerine


Benim Çocuğum belgeselini neredeyse duymayan kalmamıştır. Daha gösterime bile girmeden, üzerine çok yazıldı, çok konuşuldu. Yine de bilmeyenler/duymayanlar için bu belgeselin ne anlattığını, nereden ortaya çıktığını kısaca özetleyeyim. 2008 yılının başlarında eşcinsel, transseksüel çocuklara sahip bir grup anne babanın bir araya gelmesiyle LİSTAG (Lambda İstanbul Aile Grubu) kuruldu. O günden bu yana grup büyüdü, çeşitli illerde toplantılar gerçekleştirdi, basın açıklamaları yaptı, yürüyüşlere katıldı, meclise gitti. Amaç, ayrımcılığa uğrayan, eşit haklara sahip olmayan çocuklarına destek olmak, onların hakları için mücadele etmek ve dahası diğer ailelere, eşcinsel ya da transseksüel çocuk sahibi olmanın dünyanın sonu olmadığını anlatmaktı ve halen anlatmaya, yeni ailelerin katılımıyla büyümeye devam ediyor LGBT Aile Grubu. Bu belgeselde de aileler, çocuklarının cinsel kimliklerini ya da cinsel yönelimlerini öğrendikleri anda neler hissettiklerini, neler düşündüklerini, içinden geçtikleri bu süreçte neler yaşadıklarını samimiyetle paylaşıyorlar. Kısacası bu belgesel, açılma eyleminin diğer tarafını  anlatıyor.

Açılmanın, açılan için olduğu kadar, açıldığınız insanlar için de zor olduğunu tahmin etmek hiç zor değil. Hele de o insanlar anne ve babanızsa. Nasıl zor olmasın ki? Ömrü hayatları boyunca sapıklık, günah, hastalık ya da içinde yetiştikleri kültür her ne şekilde adlandırıyorsa öyle görülen bir durum birden bire karşılarına çıkıveriyor. Büyüyüp, “olması gerektiği gibi” karşı cinsinden birisine aşık olup, evlenip, boy boy çocuklar yapmasını bekledikleri çocukları eşcinsel olduğunu söylüyor; kızım ya da oğlum diyerek kucakladıkları, cinsiyetlerine göre giydirmeye, süslemeye çalıştıkları, cinsiyetlerine göre bir gelecek beklentisi içinde oldukları çocukları aslında göründüğü cinsiyette olmadığını söylüyor. Bildikleri, öğrendikleri, inandıkları her şeyi yerle bir ediyor bizim rahatlama olarak gördüğümüz “açılma”. Elbette bu rahatlama,  görece bir rahatlama; artık sevdiğin insanlardan bir şey saklamayacak olmanın, kendin gibi olmanın getirdiği bir rahatlama. Yoksa açıldığınız andan itibaren hayat güllük gülistanlık olmuyor, kimse için. Ancak yine de, bize bir “oh be” çektiren bu açılma, anne babaların hayatının kabusa dönüştüğü bir sürecin başlangıcı oluyor. İşte açılma sonrası onların bize yaşattıkları, aslında tam da kendi yaşadıkları.
Bir çok anne baba, bunun düzeltilebilecek bir şey olduğunu düşünüyor, sırf onlara böyle söylendiği, sırf onlara böyle öğretildiği için. Elbette bu “düzeltme” sadece çocuğun hayatının “normal”e döndürülmesi amacını taşımıyor. Hatta bu ilk şokun ardından gelen düzeltme uğraşı daha çok ailelerin kendi hayatlarını “normal”e döndürme çabası. Ne de olsa sistemin yapısı belli, kuralları belli; kimin nasıl davranması, kimin nasıl giyinmesi, kimin nasıl konuşması gerektiği, yani erkeklik ve kadınlık hallerinin sınırları belli. Bu sınırlar aynı zamanda ataerkinin ve heteroseksist düzenin sınırları ve aile de bu sınırları üreten, ürettikçe güçlendiren bir kurum. Bunda hem fikir olmayan yoktur. Dolayısıyla kendisine yüklenen anlamlar ve beklentiler doğrultusunda aile, “normal”in koruyucusu, üreticisi, garantörü iken, üyelerinden birisinin sınırların dışına çıkmasıyla birlikte topyekün güvenli bölgenin dışına çıkma, daha doğrusu itilme riskiyle karşı karşıya kalıyor. Normal yaşantılarına dönebilmenin, diğerleri gibi olabilmenin ve onların arasında kalabilmenin yolu da haliyle çocuklarını düzeltme yollarını aramaya girişmelerine neden oluyor. Tam bu noktada da kriz başlıyor. Öyle ya, böylesi bir toplumda ailesine açılmaya cesaret edebilmiş bir eşcinsel ya da transseksüel bireyin bu “düzeltme operasyonu”na karşı çıkmaması gibi bir ihtimal yok. İşte bu çatışmada LGBT bireyler varoluş mücadelesi verirken yaralanıyorlar, aileleri de toplumsal bir kurgunun aktörleri olarak ister istemez yaralanıyor, yaralandıklarını sanıyorlar. Daha da kötüsü, kendilerini yaralayanın çocukları olduğunu düşünüyorlar.
Arada istisnalar olsa da genel durum bu. Peki bu belgeseldeki ailelerin ne farkı var? Anlatayım. Bu filmde size yaşadıklarını, hissettiklerini içtenlikle anlatan anne ve babalar, geçtikleri süreçler birbirinden farklı olsa da, ortak bir noktada buluşuyorlar: Sistemi sorgulama. Çünkü onlar çocuklarının yaşadıkları sorunun, karşılaştıkları ayrımcılığın, uğradıkları şiddetin kaynağının, çocukları değil, içinde yaşadığımız bu heteroseksist sistem ve onun ürettiği ve herkesçe sahiplenilmesi gerektiği düşünülen değerler olduğunu biliyorlar. Bu anne babalar, diğer anne babalara benzemiyor, çocuklarıyla birlikte güvenli alandan ayrılabilme cesaretini göstermenin ötesinde kendilerini ortaya atıyorlar. Onur yürüyüşlerinde ellerinde pankartlarla, üniversite etkinliklerinde, mecliste yaptıkları konuşmalarla ve en son da bu filmle. İşte bu yüzden bugüne kadar yaptıkları da, bu belgesel filmde söyledikleri de çok önemli, çok değerli.
Bu zaman kadar filmin ismiyle, sloganıyla ilgili çok eleştiri yapıldı, kısmen katıldığım, kısmen ağır bulduğum. Evet bu bir nevi “aile” filmi ama aileyi yücelten, aile kurumunu kutsayan bir aile filmi değil, bildiğimiz, sıradan bir aile filmi de değil, ki zaten bu anne babalar da sıradan anne babalar değil. Çocuklarının cinsel yönelimlerini ya da cinsiyet kimliklerini öğrendikleri andan itibaren sürekli öğrenen, kendisini sürekli geliştiren ve nihayetinde çıkıp herkese “Benim Çocuğum” eşcinsel, transseksüel diyebilen, onlar için mücadele etme cesaretini gösterebilen anne babalar. Bu film, çocuğunun cinsel yönelimini ve cinsiyet kimliğini bir şekilde öğrenmiş ve bunun sancısıyla kıvranan anne babalar için yapılmış bir film. Bu film, çoğumuzun reddetmeye ve top yekün ortadan kaldırmaya yönelik söyleme konu olan aile kurumunun gerçekliğinde sıkışmış LGBT bireyler için yapılmış bir film. Bu açıdan bakıldığında da oldukça başarılı bir film. Gayet doğal ve yalın bir şekilde, adım adım içinden geçtikleri süreci anlatıyor anne ve babalar. Bu yüzden izlenmesi, izlettirilmesi gerekiyor, özellikle de anne babalara. Bir kaç kişi bile üzerinde düşünmeye, suçu çocuğunda değil toplumsal yapıda aramaya başlasa daha ne isteriz ki?
. Bu film ve LİSTAG aileleri, bir çıkış yolu arayan anne babalara ulaşsın, onlara eşcinsel ve transseksüel çocuk sahibi olmanın bir felaket olmadığını, böyle düşünmelerine sebep olanın sistemin koyduğu kurallar olduğunu, yalnız olmadıklarını ama çocuklarının da yanlış olmadığını anlatmaya devam etsin istiyorum. Bu yüzden bu filmi önemsiyorum ve destekliyorum. Çünkü anne babalar anlattıkça diğerlerin de çocuklarının cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleriyle barışacağını, böylece çocukların da kendileriyle barışacağını düşünüyorum.  Biz de diğer yandan heteroseksist aile düzeniyle ve onun dayatmalarıyla mücadele etmeye devam edelim. Böylece hep birlikte aileyi gökkuşağı ailelerine dönüştürelim, heteroseksist sistemi dayatmayan, herkesin olduğu gibi kabul gördüğü.
Emeği geçen herkese çok teşekkürler!

No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş