September 20, 2012

Kim daha eşit?


MADDE 10 - Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

1982 Anayasası’nın 10. maddesine göre “herkes” kanun önünde ayrım gözetilmeksizin eşittir. Ama gerçekten eşit midir? Daha geçtiğimiz hafta AKP'li milletvekili Mustafa Şentop "Eşcinsellerle ilgili ifadeyi anayasanın hiç bir yerinde görmek istemiyorum" diyerek milyonlarca vatandaşının üzerini bir kalemde çizerek o "herkes" kavramının eşcinselleri kapsamadığını açıkça dile getirmiş oldu. Böylece 2004 yılından bu yana anayasaya cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadelerinin eklenmesi ihtimali biraz daha karanlığa gömüldü. 

1982 anayasasının eşitliği düzenleyen 10. maddesinin bir eksikliği kadın hareketinin yıllar süren mücadelesi sonucunda 22 Mayıs 2004 yılında resmi gazetede yayınlanan değişiklikle kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu cümlesi eklendi. Böylece kadın hareketinin Anayasa’nın 10. maddesinin değiştirilmesine yönelik talepleri tam istenildiği şekilde olmasa da kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu cümlesinin eklenmesiyle küçük de olsa bir kazanım oldu. Kadın hareketinin o zamanki talepleri bu cümleye ilaveten kadınlara karşı her türden cinsiyet ayrımcılığının yasaklanması ve ayrıca Birleşmiş Milletler’in Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne (CEDAW)[1] istinaden, kadınlar ve erkekler arasında fiili eşitlik sağlanıncaya kadar devletin her türlü geçici ve özel önlemi almasını da içeriyordu. Nitekim yine 2010 yılında aynı maddeye “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” gibi çok muğlak ve soyut bir cümle daha eklendi. Bu cümle elbette ki kadın hareketinin taleplerini yerine getirmekten oldukça uzak bir cümleydi.

Kadına karşı şiddeti ve sonu gelmeyen kadın cinayetlerini durdurmak, en azından hızını kesmek, böylesine havada asılı duran bir cümle ile değil, ancak ayakları yere basan somut önlemlerle mümkündür. Her gün en az 4 kadının öldürüldüğü ve tahmin dahi edemeyeceğimiz sayıda kadının şiddete maruz kaldığı ülkemizde, kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik olduğu söylenen 4320 sayılı Kanun’un isminin Aileyi Koruma Kanunu” olması bile aslında durumun vehametini gösteriyor. Amaç, kadına karşı şiddetin önlenmesine dair tedbirler almaktan ziyade “kutsal” aile kurumunun korunması olunca devletin polisi de, savcısı da, hakimi de aile bekçisi kesilip şiddete uğrayan kadını ertesi sabah öldürüleceği eve geri gitmesi yönünde telkin ediyor. Dolayısıyla yasa, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğunu söylese de kadını içinde bulunduğu eşitsiz durumdan çıkarmak konusunda hiçbir işe yaramıyor. 10. Madde kadın hareketinin talep ettiği şekli alıncaya kadar da yarayacak gibi görünmüyor. 

Öte yandan kadın hareketi, devletin CEDAW sözleşmesine uygun şekilde önlemler almasını talep ede dursun, CEDAW sözleşmesi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çok yakın bir zamanda, 2011’in ağustos ayında, ilköğretimde okutulan “Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi” dersinin müfredatından çıkarıldı. Peki kadın erkek eşitliğinden, ayrımcılıktan, cinsiyetçilikten bahsetmeyen bir eğitim sistemiyle kadına karşı ayrımcılık ve şiddetin önüne geçmek ne kadar mümkün? Aslında soru şöyle de sorulabilir: Devlet gerçekten kadına karşı ayrımcılığın önüne geçmek ve kadın erkek eşitliğini fiilen uygulanır hale getirmek istiyor mu? Biz devletten kadına karşı şiddetin önlenmesi için yasal alt yapıdaki eksiklikleri gidermesini beklerken O, aksine sosyal alt yapının gelişmesine katkıda bulunma ihtimali olan olumlu parçaları da çıkarıp atarak eksikliğine eksiklik katıyor. 
     
Kadın hareketinin bu mücadelesinin yanında değil devlet,  insan hakları alanında çalışan bazı sivil toplum kuruluşlarının bile ikna olmadığı bir mücadele devam etmekte. 2004 yılında Anayasa değişikliğinin gündeme gelmesinden bugüne kadar devam eden bu mücadele de LGBT (Lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüel) hareket, Anayasa’nın 10. Maddesi’ne “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin de eklenmesini talep ediyor. Kadına karşı şiddetin bile çözülemediği bu ülkede cinsel yöneliminden ya da cinsiyet kimliğinden ötürü ayrımcılığa uğrayan, şiddete maruz kalan ve öldürülen bireylerin anayasal koruma beklentisi ütopik bir mücadele gibi görünse de son yıllarda sayısı iyice artan eşcinsel ve transeksüel cinayetleri, böylesine bir korumanın gerekliliğinin ne kadar elzem olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Son birkaç yıldır LGBT örgütleri tarafından yapılan insan hakları ihlalleri raporlamaları da aslında görünenin yalnızca buz dağının su üzerindeki parçası olduğunu gösteriyor.

Yazının başında tırnak içine aldığım “herkes,” cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eklenmediği sürece tam anlamıyla herkesi temsil etmeyecek. Çünkü o “herkes” heteroseksüel olan herkese işaret etmekte; eşcinselleri, biseksüelleri, transeksüelleri dışarıda bırakmaktadır. Evet eşcinsel olmak ceza kanununda hiçbir zaman suç teşkil etmedi Türkiye Cumhuriyeti’nde, ancak bu Türkiye Cumhuriyeti’nin eşitlikçi  olduğunun, eşcinselliği kabul ediyor ve tanıyor olduğunun değil, tamamiyle eşcinselliği yok saymasının bir göstergesi olabilir.    

Elbette ki Anayasa’ya “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesiyle LGBT bireylere yönelik ayrımcılık son bulmayacak. Anayasa’daki korumayı destekleyici şekilde İş Kanunu’ndan Medeni Kanun’a, Ceza Kanunu’ndan çeşitli yönetmeliklere kadar geniş çapta yapılacak bir dizi değişiklik ve düzenlemeyle LGBT bireylere yönelik ayrımcılığın en aza indirilmesi mümkün.

Bu yazıda LGBT bireylerin uğradığı ayrımcılıkların tümüne değinmemizin imkanı yok. Daha önce de belirttiğim gibi, hayatın her alanına nüfuz etmiş çok çeşitli ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyor LGBT bireyler. Örnek teşkil etmesi açısından Prof. Melek Göregenli'nin Kaos GL için yaptığı bir araştırmada[2] elde ettiği bulguları paylaşmak isterim. Bu bilgiler Türkiye'de LGBT bireylerin uğradığı ayrımcılığın boyutlarını ve çeşitliliğini gözler önüne sermeye yetecektir kanımca. Araştırma kapsamında görüşülen LGBT bireylerin %16,8'i her zaman, %26,2'si sık sık ve %34,6'sı bazen ayrımcılığa uğradığını söylerken asla ayrımcılığa maruz kalmadığını söyleyenlerin oranı sadece %9,3. Ayrımcılıkla karşı karşıya kaldıkları yerlerin başında ise "sokak" geliyor. Bu ayrımcılık sadece bakışlar ve jestlerle olabildiği gibi hakaret ve saldırgan bir tavırla karşılaşmaya kadar varabiliyor. En çok ayrımcılıkla karşılaşılan mekanlar listesinin üst sıralarında toplu taşıma araçları, alışveriş mekanları, restoranlar ve sosyal etkinlikler olduğunu belirten LGBT bireyler için en doğal kamusal alan olan sokak, maalesef en çok ayrımcılıkla karşılaşılan alan oluyor. Böylece daha en baştan LGBT bireylerin sosyalleşme hakları ellerinden alınmış oluyor. Sokakta başlayan bu ayrımcılık ve dışlanma okul hayatında, iş hayatında, askerlikte, aile içerisinde velhasıl nefes aldığımız her yerde devam ediyor. Bu ayrımcılıkla mücadele etmenin öncelikli yolu cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığının anayasal güvence altına alınması ve bu durumun Türk Ceza Kanunu’nda açıkça ifade edilmesi. Ancak bu şekilde bireylerin cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimliklerinden ötürü ayrımcılığa uğramaları en aza indirilebilir.

İnsan hakları söz konusu olduğunda dünya ortalamasının epey üzerinde duran Avrupa’da cinsel yönelim ayrımcılığına yalnızca 3 ülkede anayasal düzeyde koruma sağlanmakta. Bunlar İsveç, Portekiz ve Kosova[3]. Cinsiyet kimliği ibaresi ise Avrupa’nın henüz hiçbir ülkesinin Anayasa’sında yer almıyor. Ancak aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 50 Avrupa ülkesinin 39’unun İş Kanunu cinsel yönelim ayrımcılığını yasaklarken, 8 tanesi cinsiyet kimliği ayrımcılığını da yasaklamakta. Yine bu 50 ülkenin 29’unda hizmetlere erişimde cinsel yönelim ayrımcılığı yasalarla engellenilmeye çalışılmakta. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 11 ülkede ise LGBT bireylere yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik herhangi bir yasal düzenleme mevcut değil.[4]

Birleşmiş Milletler de imzalanan uluslararası anlaşmalar çerçevesinde devletleri, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine yönelik ayrımcılık içeren yasalarını feshetmeye davet ediyor. Ancak bu durumda bile şu anda dünyada 70 ülkede insanlar cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimliklerinden dolayı zulme, baskıya, şiddete maruz kalıyorlar, hapis ve hatta bazı ülkelerde ölüm cezasına çarptırılıyorlar.

Cinsiyetinden, cinsel yöneliminden ya da cinsiyet kimliğinden ötürü insanların cezalandırılmadığı, ikinci sınıf insan muamelesi görmediği dahası ayrımcılığa maruz kalmamaları için yasal düzenlemelerle korunduğu bir dünya hayal etmek elbette ki mümkün. Nitekim yasalarla bunların korunduğu ülkeler var. Tek yapmamız gereken kendi ülkemizin de içinde bulunduğu görece duyarsız devletlerin artık duyarsız kalamayacakları kadar çok ses çıkarmak ve ısrarla fiili eşitliği talep etmek. Bunun için de önce bireysel olarak kendimizi geliştirmemiz ve sonrasında da biraz duyarlı olmamız yeterli, fazlası değil.               



[1] CEDAW sözleşmesi 1979 yılında Birleşmiş Milletlerce kabul edilmiş, Türkiye de 1985 yılından bu yana sözleşmeye taraf ülkedir. Sözleşme metninin ingilizcesine http://www.un.org/womenwatch/daw/cedaw/text/econvention.htm, türkçesine ise http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/metin136.pdf linklerinden ulaşılabilir.
  
[2] Göregenli, M., “LGBT Bireylerin Gündelik Yaşamda Karşılaştıkları Ayrımcılık”, Ayrıntı Basımevi. (Araştırmanın yapıldığı tarih kaynakta verilemiştir)

[3] 1244 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı altında

[4] Avrupa’da LGBT haklarına ilişikin daha detaylı bilgi sahibi olmak için ILGA-Avrupa’nın 2011 yılında yeniden düzenlediği “rainbow Europe Map and Index” isimli çalışmasına linkten ulaşabilirsiniz.

No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş