MADDE 10 - Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç,
din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin
kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlüdür.
1982 Anayasası’nın 10. maddesine göre “herkes” kanun önünde ayrım gözetilmeksizin eşittir. Ama gerçekten eşit midir? Daha geçtiğimiz hafta AKP'li milletvekili Mustafa Şentop "Eşcinsellerle ilgili ifadeyi anayasanın hiç bir yerinde görmek istemiyorum" diyerek milyonlarca vatandaşının üzerini bir kalemde çizerek o "herkes" kavramının eşcinselleri kapsamadığını açıkça dile getirmiş oldu. Böylece 2004 yılından bu yana anayasaya cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadelerinin eklenmesi ihtimali biraz daha karanlığa gömüldü.
1982 anayasasının eşitliği düzenleyen 10. maddesinin bir eksikliği kadın hareketinin yıllar süren mücadelesi sonucunda 22 Mayıs 2004 yılında
resmi gazetede yayınlanan değişiklikle kadınlar ve erkeklerin
eşit haklara sahip olduğu cümlesi eklendi. Böylece kadın hareketinin Anayasa’nın 10.
maddesinin değiştirilmesine yönelik talepleri tam istenildiği şekilde olmasa da
kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu cümlesinin eklenmesiyle küçük de olsa bir kazanım oldu. Kadın hareketinin o zamanki talepleri bu cümleye
ilaveten kadınlara karşı her türden cinsiyet ayrımcılığının yasaklanması ve ayrıca
Birleşmiş Milletler’in Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne
(CEDAW)[1]
istinaden, kadınlar ve erkekler arasında fiili eşitlik sağlanıncaya kadar
devletin her türlü geçici ve özel önlemi almasını da içeriyordu. Nitekim yine
2010 yılında aynı maddeye “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine
aykırı olarak yorumlanamaz” gibi çok muğlak ve soyut bir cümle daha eklendi. Bu
cümle elbette ki kadın hareketinin taleplerini yerine getirmekten oldukça uzak
bir cümleydi.
Kadına karşı şiddeti ve
sonu gelmeyen kadın cinayetlerini durdurmak, en azından hızını kesmek,
böylesine havada asılı duran bir cümle ile değil, ancak ayakları yere basan
somut önlemlerle mümkündür. Her gün en az 4 kadının öldürüldüğü ve tahmin dahi
edemeyeceğimiz sayıda kadının şiddete maruz kaldığı ülkemizde, kadına karşı
şiddetin önlenmesine yönelik olduğu söylenen 4320 sayılı Kanun’un isminin Aileyi Koruma Kanunu” olması bile
aslında durumun vehametini gösteriyor. Amaç, kadına karşı
şiddetin önlenmesine dair tedbirler almaktan ziyade “kutsal” aile kurumunun
korunması olunca devletin polisi de, savcısı da, hakimi de aile bekçisi kesilip
şiddete uğrayan kadını ertesi sabah öldürüleceği eve geri gitmesi yönünde
telkin ediyor. Dolayısıyla yasa, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğunu
söylese de kadını içinde bulunduğu eşitsiz durumdan çıkarmak konusunda hiçbir
işe yaramıyor. 10. Madde kadın hareketinin talep ettiği şekli alıncaya kadar da
yarayacak gibi görünmüyor.
Öte yandan kadın
hareketi, devletin CEDAW sözleşmesine uygun şekilde önlemler almasını talep ede
dursun, CEDAW sözleşmesi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çok yakın bir
zamanda, 2011’in ağustos ayında, ilköğretimde okutulan “Vatandaşlık ve Demokrasi
Eğitimi” dersinin müfredatından çıkarıldı. Peki kadın erkek eşitliğinden,
ayrımcılıktan, cinsiyetçilikten bahsetmeyen bir eğitim sistemiyle kadına karşı
ayrımcılık ve şiddetin önüne geçmek ne kadar mümkün? Aslında soru şöyle de
sorulabilir: Devlet gerçekten kadına karşı ayrımcılığın önüne geçmek ve kadın
erkek eşitliğini fiilen uygulanır hale getirmek istiyor mu? Biz devletten
kadına karşı şiddetin önlenmesi için yasal alt yapıdaki eksiklikleri gidermesini
beklerken O, aksine sosyal alt yapının gelişmesine katkıda bulunma ihtimali
olan olumlu parçaları da çıkarıp atarak eksikliğine eksiklik katıyor.
Kadın hareketinin bu
mücadelesinin yanında değil devlet,
insan hakları alanında çalışan bazı sivil toplum kuruluşlarının bile
ikna olmadığı bir mücadele devam etmekte. 2004 yılında Anayasa değişikliğinin
gündeme gelmesinden bugüne kadar devam eden bu mücadele de LGBT (Lezbiyen, gey,
biseksüel, transeksüel) hareket, Anayasa’nın 10. Maddesi’ne “cinsel yönelim ve
cinsiyet kimliği” ibarelerinin de eklenmesini talep ediyor. Kadına karşı
şiddetin bile çözülemediği bu ülkede cinsel yöneliminden ya da cinsiyet
kimliğinden ötürü ayrımcılığa uğrayan, şiddete maruz kalan ve öldürülen
bireylerin anayasal koruma beklentisi ütopik bir mücadele gibi görünse de son
yıllarda sayısı iyice artan eşcinsel ve transeksüel cinayetleri,
böylesine bir korumanın gerekliliğinin ne kadar elzem olduğunu göstermeye yeter
de artar bile. Son birkaç yıldır LGBT örgütleri tarafından yapılan insan
hakları ihlalleri raporlamaları da aslında görünenin yalnızca buz dağının su
üzerindeki parçası olduğunu gösteriyor.
Yazının başında tırnak
içine aldığım “herkes,” cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği
eklenmediği sürece tam anlamıyla herkesi temsil etmeyecek. Çünkü o “herkes”
heteroseksüel olan herkese işaret etmekte; eşcinselleri, biseksüelleri,
transeksüelleri dışarıda bırakmaktadır. Evet eşcinsel olmak ceza kanununda
hiçbir zaman suç teşkil etmedi Türkiye Cumhuriyeti’nde, ancak bu Türkiye
Cumhuriyeti’nin eşitlikçi olduğunun,
eşcinselliği kabul ediyor ve tanıyor olduğunun değil, tamamiyle eşcinselliği yok
saymasının bir göstergesi olabilir.
Elbette ki Anayasa’ya
“cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesiyle LGBT bireylere
yönelik ayrımcılık son bulmayacak. Anayasa’daki korumayı destekleyici şekilde İş
Kanunu’ndan Medeni Kanun’a, Ceza Kanunu’ndan çeşitli yönetmeliklere kadar geniş
çapta yapılacak bir dizi değişiklik ve düzenlemeyle LGBT bireylere yönelik
ayrımcılığın en aza indirilmesi mümkün.
Bu yazıda LGBT
bireylerin uğradığı ayrımcılıkların tümüne değinmemizin imkanı yok. Daha önce
de belirttiğim gibi, hayatın her alanına nüfuz etmiş çok çeşitli ayrımcılıkla
karşı karşıya kalıyor LGBT bireyler. Örnek teşkil etmesi açısından Prof. Melek
Göregenli'nin Kaos GL için yaptığı bir araştırmada[2]
elde ettiği bulguları paylaşmak isterim. Bu bilgiler Türkiye'de LGBT bireylerin
uğradığı ayrımcılığın boyutlarını ve çeşitliliğini gözler önüne sermeye
yetecektir kanımca. Araştırma kapsamında görüşülen LGBT bireylerin %16,8'i her
zaman, %26,2'si sık sık ve %34,6'sı bazen ayrımcılığa uğradığını söylerken asla
ayrımcılığa maruz kalmadığını söyleyenlerin oranı sadece %9,3. Ayrımcılıkla
karşı karşıya kaldıkları yerlerin başında ise "sokak" geliyor. Bu
ayrımcılık sadece bakışlar ve jestlerle olabildiği gibi hakaret ve saldırgan
bir tavırla karşılaşmaya kadar varabiliyor. En çok ayrımcılıkla karşılaşılan
mekanlar listesinin üst sıralarında toplu taşıma araçları, alışveriş mekanları,
restoranlar ve sosyal etkinlikler olduğunu belirten LGBT bireyler için en doğal
kamusal alan olan sokak, maalesef en çok ayrımcılıkla
karşılaşılan alan oluyor. Böylece daha en baştan LGBT bireylerin sosyalleşme
hakları ellerinden alınmış oluyor. Sokakta başlayan bu ayrımcılık ve dışlanma okul
hayatında, iş hayatında, askerlikte, aile içerisinde velhasıl nefes aldığımız
her yerde devam ediyor. Bu ayrımcılıkla
mücadele etmenin öncelikli yolu cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği
ayrımcılığının anayasal güvence altına alınması ve bu durumun Türk Ceza
Kanunu’nda açıkça ifade edilmesi. Ancak bu şekilde bireylerin cinsel
yönelimleri ve cinsiyet kimliklerinden ötürü ayrımcılığa uğramaları en aza
indirilebilir.
İnsan hakları söz
konusu olduğunda dünya ortalamasının epey üzerinde duran Avrupa’da cinsel
yönelim ayrımcılığına yalnızca 3 ülkede anayasal düzeyde koruma sağlanmakta.
Bunlar İsveç, Portekiz ve Kosova[3].
Cinsiyet kimliği ibaresi ise Avrupa’nın henüz hiçbir ülkesinin Anayasa’sında
yer almıyor. Ancak aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 50 Avrupa ülkesinin
39’unun İş Kanunu cinsel yönelim ayrımcılığını yasaklarken, 8 tanesi cinsiyet
kimliği ayrımcılığını da yasaklamakta. Yine bu 50 ülkenin 29’unda hizmetlere
erişimde cinsel yönelim ayrımcılığı yasalarla engellenilmeye çalışılmakta.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 11 ülkede ise LGBT bireylere yönelik
ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik herhangi bir yasal düzenleme mevcut
değil.[4]
Birleşmiş Milletler de
imzalanan uluslararası anlaşmalar çerçevesinde devletleri, cinsel yönelim ve
cinsiyet kimliğine yönelik ayrımcılık içeren yasalarını feshetmeye davet ediyor.
Ancak bu durumda bile şu anda dünyada 70 ülkede insanlar cinsel yönelimleri ve
cinsiyet kimliklerinden dolayı zulme, baskıya, şiddete maruz kalıyorlar, hapis
ve hatta bazı ülkelerde ölüm cezasına çarptırılıyorlar.
Cinsiyetinden, cinsel
yöneliminden ya da cinsiyet kimliğinden ötürü insanların cezalandırılmadığı,
ikinci sınıf insan muamelesi görmediği dahası ayrımcılığa maruz kalmamaları
için yasal düzenlemelerle korunduğu bir dünya hayal etmek elbette ki mümkün.
Nitekim yasalarla bunların korunduğu ülkeler var. Tek yapmamız gereken kendi
ülkemizin de içinde bulunduğu görece duyarsız devletlerin artık duyarsız
kalamayacakları kadar çok ses çıkarmak ve ısrarla fiili eşitliği talep etmek.
Bunun için de önce bireysel olarak kendimizi geliştirmemiz ve sonrasında da
biraz duyarlı olmamız yeterli, fazlası değil.
[1]
CEDAW sözleşmesi 1979 yılında Birleşmiş Milletlerce kabul edilmiş, Türkiye de
1985 yılından bu yana sözleşmeye taraf ülkedir. Sözleşme metninin ingilizcesine http://www.un.org/womenwatch/daw/cedaw/text/econvention.htm,
türkçesine ise http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/metin136.pdf
linklerinden ulaşılabilir.
[2]
Göregenli, M., “LGBT Bireylerin Gündelik Yaşamda Karşılaştıkları Ayrımcılık”,
Ayrıntı Basımevi. (Araştırmanın yapıldığı tarih kaynakta verilemiştir)
[3]
1244 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı altında
[4]
Avrupa’da LGBT haklarına ilişikin daha detaylı bilgi sahibi olmak için
ILGA-Avrupa’nın 2011 yılında yeniden düzenlediği “rainbow Europe Map and Index”
isimli çalışmasına linkten ulaşabilirsiniz.
No comments:
Post a Comment