February 14, 2021

Rio de Janeiro

29 Ocak 2020 / Sabah Rio'ya otobüsüm vardı, o yüzden oldukça erken kalktım. Sao Paulo'da kaç gün kalacağımı kestiremediğim ve kendimi bir bilete bağlamamak için Sao Paulo'dan Rio'ya uçak bileti almamıştım. Aslında çok uygun uçuşlar var Sao Paulo - Rio arasında, biletinizi vakitlice alırsanız. Ben tarihimi kesinleştirdiğimde maalesef artık tek yön uçak biletleri 60 usd civarına çıkmıştı. Bu yüzden otobüsle gitmeye karar verdim. Zaten hepi topu 6 saatlik bir yolculuk, yaklaşık İstanbul'dan Ankara'ya gitmek gibi. Ancak bir şekilde kredi kartıyla otobüs biletimi satın alamadım, öncesinde ve sonrasında da çalışan kartımı internetten otobüs biletimi alamadım. 

Bu yüzden Rodaviario Terminaline biraz erken gittim, bulduğum ilk otobüse bilet almak üzere. Büyükçe bir terminal Rodaviario, ve Sao Paulo - Rio arasında beş altı tane firma var çalışan. Saat 08.00'de kalkan bir otobüse bilet aldım. Otobüs saatine 45 dakika olduğu için bir büfede kahvaltı yaptım. Ve işte artık Rio'ya gidiyordum.

Öğleden sonra 2'de Novo Terminal Rodaviario do Rio'ya vardım. Yine bir Uber çağırıp Copacabana'da kalacağım yere doğru yola çıktım. Copacabana civarında kalıyorsanız otobüs garından oraya gitmek en az 45 dakikalık, gittiğiniz saate bağlı olarak daha da uzun sürebiliyor.

Copacabana & Ipenama 

Kalacağım yeri airbnb'den ayarlamıştım, odalarının ikisini kiraya veren bir aile evinde kalacaktım. Eve gidip odama yerleştikten sonra hem karnım aç olduğu hem de günü kaçırmamak için kendimi hemen dışarı attım. Evin konumu Copacabana caddesine paralel uzanan Avenida Atlantica'nın hemen bir sokak paralelindeydi. Haliyle bir kaç dakika içinde kendimi Copacabana Plajı'nda buldum.

Plaja vardığım o ilk andaki yüzüme yerleşen gülümseme yıllardır ayaklarımı basmayı hayal ettiğim bu plajda olmanın verdiği keyifle yüzümde bir süre daha kaldı. Ancak rüzgar olduğu için deniz dalgalıydı ve bunun etkisiyle çok da sevimli görünmüyordu, hatta yeşilimsi rengi beni hayal kırıklığına uğrattı (daha sonraki günlerde bunun o günkü rüzgardan kaynaklı dalgalı olmasına bağlı olduğunu anladım) Buna rağmen yine de hızlıca bir girip yüzüp çıktım, plajın oldukça sakin bir köşesinden. 

Plajda belirli aralıklarla istasyonlar bulunuyor, duşların, tuvaletlerin yer aldığı ayrıca güvenlik ekiplerinin bulunduğu istasyonlar, bunlar Posto olarak geçiyor. Posto 1 - Posto 6 arası Copocaban Plajında.

Copacabana'nın devamındaki ama baktığı yön olarak farklı konumda olan Ipenema plajına geçmeye karar verdim (Copacabana güney doğuya bakarken Ipanema güneye bakıyor)

Evin konumu tam da bu iki plajın kesiştiği yerde olduğu için ilerleyen günler de bir ona bir buna kolaylıkla yürüyerek gidip gelebilmem açısından iyi oldu. Ipanema, Copacabana'dan daha kalabalıktı, açıkçası benim şahsi düşüncem Ipanema Plajının Copacabana'dan daha güzel olduğu yönünde. Konumu gereği de günbatımını izlemek için bu plaja gelmeniz gerekiyor çünkü güneş plajın sonundan daha ileride uzanan tepelerin ardında batıyor.. Dolayısıyla benim tavsiyem gidip meşhur Copacabana'yı da görmeniz ama vaktinizi daha çok Ipanema'da geçirmeniz.

Posto 7 ile Posto 12 bu plajda bulunuyor. Posto 8-9-10 en iyi konumladalar ve kumsal özellikle Posto 10 civarında daha büyük. Ancak dikkat etmeniz gereken şey dalgalar, oldukça dengesizler. Kıyıda hareket halindeyken bir anda 20 metre kadar içeriye girebiliyor. O yüzden kimse denizin çok da dibinde oturmuyor. Bunu ben çok acı bir deneyimledim, eğilmiş fotoğraf çekerken bir anda gelen dalga fotoğraf makineme çarpıp onu kullanılmaz bir hale getirdi. Dikkat edin o yüzden dalgalara.


Pedra do Aproador

Ipanema plajındada bir süre vakit geçirip, yan tarafında oturan çifte eşyalarımı emanet ederek denize girip çıktıktan ve seyyar satıcılarda karnımı doyurduktan sonra plajın sonundaki kayalıklardan oluşan burna gitmeye karar verdim. Bu burnun adı Pedra do Aproador, çoğunlukla kayalıklardan oluşan, kocaman kaktüslerin yer aldığı, aşağıda küçük bir plaj ve bir kaç yüzülebilecek koyun olduğu kayalık bir tepe.

Özellikle gün batımı sırasında kalabalık oluyor çünkü tüm Ipenama plajını, plaj boyunca uzanan Avenida Vieira Souto'daki binalaları ve uzaktaki favelaların olduğu tepeleri gören şahane bir manzara sunuyor. 

Aşağıdaki küçük plaj da güzel ama kayaların arasında kalmış küçücük bir iki koy, ben onlara tek kişilik koylar adını koydum, çok güzel. Bir tanesine daha sonra geleceğime söz vererek ayrıldım oradan ama daha sonra tekrar buraya gelme fırsatı bulamadım, içimde kaldı.

 Tekrar Ipanema'ya inip gün batımına kadar vaktimi burada geçirdim, o akşam güzel bir günbatımı izledim. Bir şeyler yemek üzere kalkıp sahilde sıralanmış cafelerden birine gittim, ayaküstü bir şeyler yedim ve Copacabana'ya doğru yürüdüm. Akşamları buralarda yürümenin risk içerdiği bilgisine sahip olduğum için hava tamamen kararmadan az önce Copacaban'nın o meşhur dalga desenli kaldırımlarında yürüdüm bir süre. Sabah 6 saatlik bir otobüs yolculuğu da yaptığım için yorgundum, eve gidip odama çekilerek günü tamamladım.

Sugar Loaf & Morro de Urca 

30 Ocak 2020 / Sabah kalkıp kahvaltı için Sao Paoulo'da da birlikte vakit geöçirdiğimiz arkadaşlarımla buluştum. Copacabana'nın bir paralel caddesinde küçük bir kahvaltı salonunda kahvaltımızı yaptık. Bugün istikametimiz Sugar Loaf ve Urca bölgesi. Benim manzarasının güzelliğinden dolayı görmekten en heyecan duyduğum yer Sugar Loaf. Taksiye atlayıp tepeye çıkmak üzere bineceğimiz teleferikin bulunduğu Urca'ya gittik. Sugoar Loaf'a çıkmanın iki yolu var, ilki tamamen teleferikle, iki bölüm halinde, diperi ise Teleferik'in ilk ulaştığı tepe olan Morro de Urca'ya yürümek ve oradan teleferikle devam etmek. Biz her iki bölümü de telerefikle gitmeye karar verip 28 Usd ödeyerek biletlerimizi aldık. 

Morro de Urca'ya tırmanmak da ayrıca güzel olabilir tabi, yaklışık 1,5 saatlik bir tırmanmayı göze alabilirseniz oldukça keyifli olacağını düşünüyorum. Oradan da teleferikle Sugar Loaf'a bir kaç dakika içinde ulaşmak mümkün. 

Morro de Urca'da teleferikten inip şöyle bir etrafı gezdik, arkamızı Sugar Loaf'ı alıp fotoğraflar çektirdik. Bir süre sonra da diğer teleferike binip asıl hedefimize ulaştık. Fotoğraflardan gördüğüm o muhteşem manzara işte tam karşımdaydı, o kadar güzel ki, dağları, tepeleri, uzun kumsallarıyla Rio de Janeiro ayaklarımın altındaydı. Tepenin konumu itibariyle Rio'nun her bir noktasını buradan görmek mümkün. Epey uzun sayılabilecek bir zaman geçirdik burada, çeşitli hayvanların peşine takılıp fotoğraflarını çekmeye çalıştık, yeşilliğin içinde kaybolduk. Artık aşağıya inme zamanının geldiğini farkettiğimiz de istemeye istemeye vedalaştım bu tepeyle. 

Praia Vermahla
Öğle vakti olduğu için yanımızdaki Şili'li iki arkadaşa önerilen bir restorana gitmek üzere Praia Vermahla'ya doğru yürüdük. Bu plaj sol tarafınızda Morro de Ucra ve Sugar Loaf'u izleyerek yüzebileceğiniz güzel bir koy, aynı zamanda bir kaç restoran da bulunuyor. Biz önce karnımızı doyurmak üzere plaja bakan yolun kenarındaki Garota da Urca restoranına gidip kendimize 5 kişilik bir masa bulduk. Buranın eti meşhurmuş, biz de o çeşhur olanlardan söyleyip buz gibi biralarımızla öğle yemeğimizi yedik. Restoranın tuvaletinde üzerimizi değişip soluğu plajda aldık. En keyifle yüzdüğüm yerlerden birisiydi diyebilirim, manzarasından ötürü elbette.  Rio'da hava çabul değişebiliyor, o gün de öyle oldu. Daha plajın ve güneşim tadını tam çıkaramamıştık ki yağmur başladı biz denizdeyken. Birazdan geçer diyerek çıkmadık sudan önce ama sonra yağmur şiddetlenince çıktık, kendimizi bir ağacın altına atıp yağmurun dinnesini bekledik. Kurulanıp üzerimizi değiştirdik, artık Christ the Redeemer'e doğru yola çıkmaya hazırlanırken yağmur dindi, yeniden güneş açtı. O güzel koyu sonra tekrar geliriz diyerek bırakıp gittik, sonra tekrar gidemedim tabi. 

Oradan Ipenama'ya döndük taksiyle, hem gün batımını izleyelim hem de biraz yüzelim diye. Çok güzel gidiyodu her şey, ta ki boynumda makineyi gören bir çiftin gelip fotoğraflarını çekmem için bana telefonlarını verene kadar. Onların fotoğrafını, huyum kurusun ki fotoğraflarının daha güzel olmasını sağlamak için dizimin üzerine eğildim, Farklı açılardan fotoğraflarını çekerken denize doğru yürüdüğümü farketmemiştim. Rio'da deniz çok dengesiz, zaman zaman onlarca metre içeriye kadar girebiliyor dalga, o yüzden oldukça geride bir yere atıyorsun havlunu. İşte o dalgalardan biri gelip boynumda asılı fotoğraf makineme çarptı. Sonrasında ne yaptıysam kurtulmadı makine. Hatta son bir umutla iki gün erken Sao Paulo'ya döndüm, oradaki teknik servise götürdüm ama yok, kurtulmadı. Tatilin hemen öncesinde almış ve sonrasında içim acıya acıya taksitlerini ödemiş olmamı geçtim tatilin geri kalanınında fotoğraf makinesiz kaldım.  O geceyi hakikaten üzgün ve kendime kızgın olarak geçirdim. Boynumdan makineyi çıkarıp arkadaşlarımın yanına bırakabilirdim. 

Christ the Redeemer 


31 Ocak 2020 / Sabak kalkıp mahalledeki büfelerinden birinde kahvaltı yaptım. Daha sonra Uber'e binip meşhur Christ the Redeemer (Kurtarıcı İsa) heykeline çıkmak üzere bineceğim tren istasyonun bulunduğu Corocvado'ya doğru yola çıktım. Biletimi internet üzerinden de alabilirdim ama almadım çünkü trenler çok sık olmadığı için kaçırma ihtimalini düşündüm. O yüzden biraz sıra bekledim istasyonda bir sonraki trene bilet almak için. 

Aslında yukarıya çıkmanın üç yolu var, bunlardan birisi taksiyle Paineiras araç parkının olduğu yere kadar çıkmak, orada minibüs ve giriş bileti alarak minibisle yukarıya devam etmek. Ancak bu yol öyle manzaralı bir yol değilmiş, en hızlı yol olmasına karşın vakti daha bol olanlar için tavsiye edilmiyor.
Diğer seçenek ise yukarıya yürüyerek çıkmak, zamanı bol olanlar ve sabah buraya gelebilenler için çok güzel bir seçenek olabilir ama tehlikesini ya da ne kadar kondisyon gerektirdiğini kestiremiyorum. Hedefin oldukça yüksek bir tepede olduğunu söyleyebilirim sadece. Bu arada tren bileti ve giriş bileti olarak 21 Usd ödedim. 

Benim treni seçme nedenim de bu, manzaralı bir güzergah olması. Çünkü tren zaman zaman karşınıza okyanus manzarasınında çıktığı sık bir ormanın içinden geçiyor, tren tepeye yavaş yavaş çıkıyor, size de keyifle izlemesi kalıyor.  çok güzel bir güzergah. 15-20 dakika kadar sürüyor yolculuk.



Etrafınızda ormandan gelen binbir ses eşlik ediyor size, bu da bu kısa yolculuğun bir diğer güzxel yanı. Vagonları da çok güzel yapmışlar, olabildiğince cam yapmışlar ki yolcularım maksimum seyir imkanı artsın.

Devasa bir heykel Kurtarıcı İsa heykeli, 28 metre yüksekliğinde, durduğu yer ise zaten herkesin en az bir kere o ikonik fotoğrafına denk geldiğinden bildiği üzere muhteşem konumdaki bir tepenin üzerinde. Maalesef ben oraya vardığımda güneş de tam tepemizdeydi, bu yüzden aşırı sıcaktı takdir edersiniz ki. Tavsiyem gidebiliyorsanız sabah saatlerinde gitmeniz, hem öğlen sıcağı çökmeden nispeten daha serin bir havada ve büyük olasılıkla daha az insan varken dolaşabilirsiniz hem de güneşin açısından ötürü daha güzel fotoğraflar çekebilirsiniz.
 
Burasını tek bir kelimeyle tanımlayacak olsam kalabalık derim, öyle böyle değil, insanlar neredeyse üst üste. Bu da etrafın güzelliğini şöyle sindire isndire yaşamanızı engelliyor, sürekli birileri müsadenizi istiyor fotoğraf çekmek için. Öte yandan kendilerinin ya da yakınlarının fotoğrafını diğer insanları kadraja almadan heykelle birlikte çekilebilmek için oldukça yatarıcı pozisyonlara girmiş bir sürü insanı izlemek de eğlenceli. 
















Heykelin bulunduğu alanın uç kısmındaki, Rio'nun bir kısmını arkanıza alarak fotoğraf çektirebileceğiniz yer içinse biraz(!) kuyrukta beklemeniz gerekiyor, yandaki fotoğrafta göreceğiniz üzere. Manzara muhteşem burada, heykel dik bir tepenin üzerinde olduğu için 360 derecelik manzaranız var ancak en güzel manzara bu burundan izleyeceğiniz. 

İnsan kalabalığından ve sıcaktan bunalıp heykele çıkan merdivenlerin başında bulunan ve güzel bir manzarası olan bir cafeye oturdum. Bir bira söyleidm ve yukarının akisne buradaki sakinliğin ve önümde kimsenin olmadığı manzaranın tadını çıkardım. Bir yarım saat kadar oturdum burada, gitme vakti yaklaşınca da tren istasyonuna yürüyüp cam kenarındaki güzel bir koltuğa oturup geri dönüş yolculuğunun tadını çıkardım. 

Yine bir taksiye atlayıp şehir merkezine gittim. Öğle yemeğimi yedim, sokaklarda boş boş dolaştım, vitrinlere baktım, pasajlara girdim ve yürürken birden saç tıraşı olmaya karar verdim. Öyle aman aman saç tıraşı ihtiyacım yoktu ama sakallarımın düzeltilmesinin zamanı gelmişti. Sokakların birinde bir mahalle berberi buldum, girdim. Bizim süslü ve konforlu berber dükkanlarından çok farklı bir dükkandı, öyle bizdeki gibi losyon, pudra ve kolonya kokusu da yoktu. Ama berber hiç de fena kesmedi saçlarımı, o ingilizce bilmiyordu ben Portekizce ama el hareketleriyle anlattım derdimi, o da anladı ve istediğim gibi kesti saçımı sakalımı. 

Oradan çıkınca Avenida Atlantica'ya doğru yürüdüm, burası Copacabana plajı boyunca uzanan büyük bir cadde, yol boyunca bolca otel ve restoran var. Biraz burada yürüdükten sonra, sahil tarafına geçtim, uzun bir süre yürüdüm, Ipenama'ya kadar, malum gün batımını izlemeden gün kapatılmaz Rio'da, en azından benim için. Hava kararınca kaldığım evin bulunduğu bölgeye doğru yürüdüm, bir restoranda akşam yemeğini yedikten sonra evin yolunu tuttum. 

Forte de Copacabana & bol denizli bir gün ve plaj partisi 
 
1 Şubat 2020 / Sabah biraz geç uyanıp kahvaltı yapmak üzere evden çıktım. Bugünkü hedefim Forte de Copocabana'ya gidip orada kahvaltı yapmak, sonrasında ise tüm günü plajda geçirmek. Forte de Copocabana eve 7-8 dakikalık yürüme mesafesinde bir burun üzerine konuşlanmış askeri bir kale aslında, içinde bir de tarihi ordu müzesi var. Ancak benim buraya gitme nedenim ne kale, öyle ahım şahım bir şey değil, ne de silahların olduğu müze. 

Bu alanın tüm deniz kıyısı kafe ve restoranlara ayrılmış, dolayısıyla deniz kıyısında karşı çaprazınıda Copacabana kahvaltınızı yapabiliyorsunuz. Ama tabi ki ne yaparak, sıra bekleyerek. Çünkü burası özellikle kahvaltı için hele de bir cumartesi günü oldukça popülermiş. Sadece turistler için değil orada yaşayan yerliler için de. 1,5 Usd ödeyerek girebiliyorsunuz buraya.
Eh bu güzelim ağaç gölgelerinin altında deniz kıyısında kahvaltı yapmak için elbet beklenir. Güzel bir Cumartesi sabahına güzel bir kahvaltıyla başladım Forte de Copocabana'da. Sonrasında kaleye doğru çıkıp biraz dolaştım. açıkçası görülebilecek çok bir şey yok, uçsuz bucaksız bir denizden başka. Öğlen olduğunda Ipenama plajının yolunu tuttum. Güzel bir konumda, bir şemsiye ve bir şezlong kiraladım. Akşam üzerine kadar orada kaldım, şezlong, şemsiye, iki bira, bir coconut, bir su tükettim o süre boyunca, toplam 9 Usd harcadım. Bence fiyatlar gayet uygun plajda. 

Plajdayken yan tarafımdaki yabancı grubun konuşmalarından bir plaj partisi olduğunu duydum, hatta drag queenler çıkıp şarkı söyleyecekmiş. İnternette yaptığım kısa bir araştırmanın sonunda konumunu öğrendim, bulunduğum yerden yürüme mesafesi ötede Posto 10'un oralarda bir yerdeymiş. Akşamüzeri toparlanıp oraya doğru yürüdüm, inanılmaz kalabalıktı, gün batana kadar orada vakit geçirdim, Portekizce şarkılar dinledim, sokak satıcılarından yemek yedim ve nihayetinde güneşi tekrar batırıp evime döndüm. 

Lapa, Escadaria Selaron, Santa Teresa 

2 Şubat 2020 /  Bugün Pazar, mahallede bir pazar yeri kuruluyormuş, evinde kaldığım kadın söyledi, evden hemen iki sokak ötede. Kahvaltıdan önce gidip biraz pazarı dolaşmak istedim, zira severim yerel pazarları gezmeyi. Pazar yeri bildiğimiz pazar yeri, tenteler, tezgahlar, tezgahlara dizilmiş rengarenk meyveler, sebzeler; bizim pazarlardan tek farkı tropikal meyvelerin bolluğu. 

Pazar yeri çok büyük değil, bir kaç sokağa yayılmış küçük bir mahalle pazarı. Ama olsun yine de dolaşmak güzeldi, bir de meyve alıp günün kalanında yemek üzere çantama attım.  Oradan ayrılıp evin bir kaç blok uzağındaki Praça General Osorio'da meydanla aynı ismi taşıyan metro istasyonuna doğru yürüdüm, bugünkü planım Osorio istasyonundan L2'ye binip Escadaria Selaron'un da bulunduğu Lapa bölgesine gitmek. Ama öncesinde metro istasyonuna yakın bir yerde bulduğum güzel mekanda iyi bir kahvaltı ederek karnımı doyurdum. 

Tek yön metro bileti yaklaşık 1.25 Usd civarında Rio'da, gidiş dönüş iki adet bilet alıp L2'ye binerek Cinelandia istasyonunda inmek üzere trene bindim. Bu arada istasyon denize yürüme mesafesinde olduğu için denizin tadını çıkarmaya gelen bir sürü aile ve genç dolup taşıyordu. Benin gideceğim güzergah ise şehrin iç kesimlerine doğru olacağından gayet sakindi. Yolculuk yaklaşık 25 dakika kadar sürdü. Çıktığım küçük meydan biraz oyalandıktan sonra yaklaşık 700-800 metre uzaklıktaki Escadaria Selaron'a doğru yürümeye başladım. Pazar günü olduğu için dükkanların neredeyse tamamı kapalıydı, sadece kiosklar açıktı, insan da çok azdı etrafta, o yüzden biraz tedirgin oldum ama istasyona Escadaria Selaron arası güvenle yürünebilir bir mesafe. Zaten şeşhur merdivenlere yaklaştıkça insan sayısı da artmaya başladı, tahmin edeceğiniz üzere benim gibi turistler çoğunluktaydı. Buraya genellikle tur otobüsleri ile geliyorlar. Sonrasında Gloria istasyonunun merdivenlere daha yakın olduğunu farkettim. 

Escadaria Selaron, ingilizce adıyla Selaron Steps, Şilili bir artist olan Jorge Selaron tarafından yapılmış, sanatçı önce kendi evinin önündeki merdivenleri çini karolarla döşemeye başlamış, daha sonra da sokak boyunca yukarıy doğru uzanan  215 basmaağı tek tek çizdiği rengarenk karolarla döşemeye başlamış, daha sonra dünyanın bir çok yerinden bağışlanan 2 binden fazla karoyla merdiven şu anki görünümünü almış. 

Kesinlikle Rio de Janeiro'nun en en ikonik noktalarından biri burası. Merdivenler boyunca hosteller, cafeler, sanat galeriler, el işi dükkanları var, merdivenlerin keyfini çıkaran turistlere soluklanma imkanı ve hediyelik eşya alma imkanı sağlıyor. Elbette her yerde olduğu gibi burada da fotoğraf çektirmek için sabırlı olmanız ve sıra beklemeniz gerekiyor. Ne kadar beklerseniz bekleyin, yine de kadrajda sizden başka birisinin olmamasını sağlamak imkansız gibi bir şey. Ben renkgarenk şeyleri çok seven birisi olarak bu merdivenlerin her bir basamağında epey bir vakit geçirdim, karoların üzerlerindeki resimleri inceledim. Oldukça keyifliydi. Buradan Lapa semtinde biraz dolaşmak üzere ayrıldım, Arcos de Lapa'ya doğru yürüdüm, yan yana dizilmiş rengarenk evlerin fotoğrafını çekip nispeten boş sayılabilecek sokakların keyfini çıkardım. Bu semtin çok da tekin ve güvenlikli olmadığını yazıyor bir çok gezi sitesi, o yüzden ben de gayet temkinli davrandım, cep telefonumu yalnızca fotoğraf çekmek istediğimde etrafı kollayıp insan olmadığında çıkardım cebimden. Nitekim bir noktada üç genç bir şeyler söyleyerek bana doğru geldiler ve ben "nao falo portugues, no english" diyerek gülümsedim, bir şeyler söyleyip gittiler bereket. Yoksa Lapa'da başına bir şey gelen insan çok. Buradan Santa terasa'ya çıkmak niyetim vardı. O yüzden tarihi turistik trene bineceğim yere doğru yürümeye başladım. Yolumda Rio de Janeiro Katedrali'ne denk geldi, konik biçiminde, değişik bir binaydı ama oraya doğru gitmedim, aşağısından geçip hemen ilerisindeki tren istasyonuna doğru yürüdüm. 


İstasyonun ismi Estaçao de Bondes de Santa Terasa, bu tek vagonlu şirin sarı tren tepedeki Santa Terasa'ya taşıyor semtin sakinlerini ve turistleri. Hepi topu 10 dakika sürecek bu yolculuk için 5 dolar ödüyorsunuz, ancak Santa Terasa'da yaşayanlar bu trene ücretsiz biniyor, yani mahalle sakinlerinin ulaşımını da biz turistler finanse ediyoruz. Mahallelerinin sakinliğini bozmamızın karşılığında gayet adil bir bedel bence. Trenin yanları açık, bu nedenle çok keyifli yolculuk. Ama tren hareket halindeyken telefonu dışarıya tutarak fotoğraf çekilmemesi tavsiye ediliyor, birisinin telefonunuzu elinizden alıp sizin arkasından öylece bakıp kalmanız hiç de düşük bir ihtimal değil.

Tren hareket ettikten kısa bir süre sonra Arcos de Lapa'nın üzerinden geçiyor. Bu arc, Aqueduco da Carioca, 18. yüzyılda Carioca nehrinden şehre taze su getirmek için yapılmış bir su yolu. Ancak 19. yüzyılın sonlarından (1877'den itibaren) itibaren su yolu olarak kullanılması bırakılarak Lapa'yı Santa Terasa'ya bağlayan bu trenin güzergahı haline dönüştürülmüş. ,
Tren hareket edip önce Ark'ın üzerinden sonra da Lapa semtinin üzerinden geçerek yukarıya doğru devam ediyor. Yolun yarısında karşı yönden gelen diğer trenle karşılaşıp hem makinist hem yolcular birbirine elk sallıyor. Ancak son istasyona gelindiğinde trenden inmiyorsunuz, oturduğunuz koltuklar yön değiştirebilen koltuklar, oturduğunuz koltuğu çevirip diğer yöne dönüyorsunuz, yeni yolcular biniyor ve hareket ediyorsunuz. 

Geri dönüş yolunda Almirante istasyonunda inerseniz oradaki cafelerde, restoranlarda oturup Santa Terasa'nın tadını çıkarabilirsiniz. Ben de öyle yapıyorum, trenin en azından  yarısıyla birlikte ben de indim trenden. Zaten birkaç sokak var dolaşabileceğiniz, duvar resimler, sofistike cafeler, popüler olduğu belli restoranlar, resimler ve hediyelik eşya satan dükkanlar burada da konuşlanmış, turistlere hizmet ediyor. Susadığımı farkedip durağın hemen karşısındaki köşede yer alan cafe restorana yöneldim, fotoğrafta da gördüğünüz Portella Bar Rio, devasa tabaklarda gelen yemekler yiyebileceğiniz ya da bir şeyler içebileceğiniz bir restoran, içerisi oldukça kalabalık o yüzden dışarıdaki bistrolardan birine yerleşip soğuk bir bira ile yanına patates kızartması sipariş edip gelen geçeni izleyerek hem vakit geçirdim hem de dinlenip susuzluğunu giderdim. Dönüş için yeniden tramvaya binmedim, google maps zaten yokuş aşağı olan yoldan Lapa'ya 15 dakikada inebileceğini söyledi, ben de öyle yaptım. Arnavut kaldırımlı yollardan kıvrıla kıvrıla, yeşillikler içindeki evleri ve mahalleleri izleye izleye Lapa'ya indim.  Oradan metro istasyonuna ve kendi mahalleme döndüm. 

O akşam Rio'daki son akşamımdı, gece yarısı otobüsle Sao Paulo'ya yolculuk vardı. Hem eşyaların durabilsin hem de akşam otobüs saatine kadar dinlenebileyim diye bir gece uzatmıştım konaklama yaptığım evi. Belki indirimli yaparlar demiştim ama yapmadılar :) 
 
 



  
 




 














No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş