March 4, 2017

İskoçya'nın Alımlı Sehri


The Royal Mile

Biliyorum İskoçya ve tabi ki Edinburgh bir çoğunuzun gitmeyi görmeyi istediği bir yer. Benim de öyleydi ancak maalesef yalnızca Edinburgh'u görebildim, mevsimin kış olmasından ve günün erken kararıyor olmasından ötürü. Oysa bir Highland turuna çıkıp ballandıra ballandıra İskoçya'yı anlatmak isterdim size ama şimdi yalnızca Edinburgh ile yetinmek zorunda kalacaksınız. Umarım bir gün tekrar gidebilirim ve İskoçya'nın o muhteşem kırsalını da görüp havasını doya doya içime çekerim, sonra da gelip anlatırım gördüklerimi.  

Efendim, biliyorsunuz ben iş için bir yerlere gidince illa ki o iş seyahatinin önüne arkasına bir kaç gün koymaya, görmek istediğim başka bir yere gitmeye çalışırım. Bu sefer de İrlanda'ya yaptığım iş seyahatinin arkasına hala geçerli bir İngiltere vizemin olmasını da fırsat bilerek Edinburgh'u ekledim. İyi ki de yapmışım, ne güzel, ne keyifli bir şehirdir o öyle. 

Klasik başlangıcımızı yapalım, havayoluyla geldiyseniz şehir merkezine nasıl ulaşacaksınız? Çok kolay; havaalanından çıktığınızda hemen ileride sizi bir tramvay bekliyor olacak, doğrudan şehrin merkezine gidiyor, yaklaşık 40 dakika sürüyor. Tek yön bilet alırsanız 5,5 pound, gidiş dönüş alırsanız 8,5 pound ödüyorsunuz. Bozuk paranız varsa makineden yoksa da durağın hemen bir kaç metre berisindeki bir minibüsün içine kurulmuş turizm ofisinden nakit ya da kredi kartıyla alabiliyorsunuz. Metro şehrin merkezindeki Princess Street'ten de geçiyor, son durağı York Place. Büyük olasılıkla bu civarda kaldığınız için bu iki duraktan birisinde ineceksiniz. Eğer trenle geldiyseniz Waverrley İstasyonu'nda iniyorsunuz ve zaten doğrudan şehir merkezindesiniz (tramvayın Princess Street istasyonunun hemen yakınında) 

Konaklama için her şehirde olduğu gibi çok çeşitli seçeneğiniz var bütçenize uygun. Biz York Place tramvay istasyonuna, Edinbourgh Playhouse ve Calton Hill'e yürüme mesafesinde olan Cairn Otel isimli bir yerde kaldık. Fiyatı gayet makuldu, kendi özel banyosu olan tek kişilik odalar için gecelik 57 pound ödedik. Tabi ki burada ve yazının ilerleyen bölümlerinde fiyatlarla ilgili kullandığım makul kelimesinin Edinburgh stan
dartlarında olduğunun altını çizmek isterim. Benim gezi yazılarımı okuyanlar bilir, konaklamada mümkün olduğunca basit ve sade yerleri tercih ediyorum, çünkü bir seyahati ekonomik kılmanın en önemli parçalarından birisi konaklamaya eşek yüküyle para ödememek. 


Toplamda beş gün geçirdik Edinburgh'ta, ki bence dört gün kafidir çünkü beşinci günde tekrara düşmeye başladık. Başta acaba en azından günübirlik bir highland turu yapar mıyız diye düşündüğümüz için seyahat süresini beş gün tutmuştuk ama yapamayınca fazla geldi. Çünkü şehir merkezi o kadar da büyük değil, çoğunlukla yürüyerek gidebiliyorsunuz her yere. Belli başlı görmeniz gereken yerler var, ben oralara turistik ibadet yerleri diyorum. Öncelikle hedefim her şehrin kendisiyle özdeşleşmiş bu turistik ibadet yerlerini görmek oluyor, sonrasında da kafama göre sokaklara girip çıkıyorum. Benim gezme biçimim bu, dolayısıyla burada da bunu bozmadım ve görülmesi gereken yerleri elimden geldiğince görmeye çalıştım. Atladığım illa ki olmuştur ama normal turistlerin girmediği sokaklara girerek bu kaybımı telafi ettiğimi düşünüyorum :) Peki Edinburgh'ta nereleri görmeli. İşte size minik bir liste.

The Royal Mile: Edinburgh'un eski şehir merkezinin ortasından geçen aşağıda Holyrood Sarayı yukarıda ise Edinburgh kalesi arasındaki oldukça uzun bir cadde, adı üstünde kraliyet yolu. Sizi cezbedecek bir çok ihtişamlı ve güzel binanın, St. Gill Katedrali'nin ve bir çok dükkanın yer aldığı Edinburgh'un en turist kalabalığına sahip caddesi olur kendisi. Ama görmek gerekir illa ki, sonuçta siz de turistsiniz. Turistlerden nefret edecek haliniz yok ya. Evet, bu cadde boyunca yürümelisiniz çünkü tam anlamıyla tarihin içinde yürüyor olacaksınız. Kim istemez ki. Zaten Edinburgh'ta genel olarak hissettiğiniz şey bu, tarihin içinde nefes almak. Binalar, sokaklar o kadar güzel korunmuş ki arabaları ve trafik ışıklarını kaldırdığınız an 16. yüzyıla ışınlanmış gibi hissetmemeniz için hiçbir neden yok. Ah arabalar! her yerdeler maalesef. Uzun uzun şu var bu var diye anlatmayayım, gidince yürüyecek, kendi gözlerinizle görüp kendi ilgi alanınıza göre farklı şeyler dikkatinizi çekip onlara yöneleceksiniz. Sadece dikkatinizi farklı isimleri olan "Close"lara çekmek isterim, buralar binaların avluları, çıkmaz sokak gibi düşünün. İşte oralara girip çıkın, eminim çeşitli sürprizlerle karşılaşacaksınız, kiminde şirin küçük heykeller, kiminde minik cafeler. 

Edinburgh Kalesi'nden Royal Mile'a doğru 
Edinburgh Castle: Yolun sonu Edinburgh Kalesi, vaktiniz varsa girin içeriye. Dürüst olmam gerekirse öyle inanılmaz özellikli bir kale değil ancak konumu muhteşem, bütün Edinburgh'u buradan seyredebilirsiniz. Giriş ücreti 16,5 pound, hani ucuz da değil. Bütçenizi zorlamayacaksa girip biraz kale havası soluyabilirsiniz. Ancak unutmayın, kral ve kraliçe hiçbir zaman bu kalede yaşamamış. Daha çok bir savunma kalesi, onlar aşağıdaki Holyrood Sarayı'nda yaşıyorlarmış. Kaleye girmeye karar verirseniz, kapısından girince 50 metre kadar ileride sağda bir saat göreceksiniz, o saat bir sonraki ücretsiz rehberli turun saatini gösteriyor. Eğer tur için saat yakınsa bekleyin, 30 dakika süren mini bir tur kale hakkında genel bilgileri almanızı sağlıyor. Tur görevlileri de pek bir sempatik ve esprili. Ama dediğim gibi öyle uzun uzun beklemenize de gerek yok, çok bir şey kaçırmış olmazsınız. 


Calton Hill
Calton Hill: Bu tepeye Napolyon Savaşı sırasında ölen İskoç askerlerinin anısına Atina'dakine benzer bir Parthenon inşa etmeye karar vermişler ama para yetmeyince yarım kalmış. Şimdi sanki harabe gibi dursa da aslında sadece bitmemiş bir yapı. Bir de Nelson Monument denilen bir kule var, o da bir savaşın anısına inşa edilmiş. Ancak Calton Hill'de görecekleriniz bundan ibaret değil, Edinburgh Old Town'a da yukarıdan bir göz atma şansı bulacaksınız. Ayrıca Calton Hill'in London Road tarafına bakan Royal Terrace de şöyle boydan boya yürümenin keyifli olduğu bir cadde.   

Princes Street Gardens: Prince Street ile Edinburgh Castle arasında kalan geniş bir alana yayılmış bahçe/park. Özellikle sonundaki küçük kilise ve mezarlığı görün. Bu açıdan kale manzarası da çok güzel. Biz Noel zamanı gittiğimiz için parkın büyükçe bir alanında Noel pazarı kuruluydu (sanırım şimdiye kadar gördüğüm en büyük Noel Pazarı), vakit geçirmesi oldukça keyifliydi, yemekler ve tatlılar da öyle. 

Princes Street: Eski Edinburgh ile Yeni Edinburgh'u birbirinden ayıran alışveriş yerlerinin yoğunluklu olduğu bir cadde. Bir tarafı Princess Street Gardens bir tarafı yeni Edinburgh. Bu cadde üzerinde gözünüzden kaçması muhtemel olmayan bir de anıt var, Scott Anıtı İskoçyalı yazar Sir Walter Scott anısına inşa eidlmiş. Cadde özellikle akşamüstleri çok hareketli, insan kalabalığı sokak fotoğrafı çekmeyi sevenler için oldukça cezbedici.

Arthur's Seat'ten Edinburgh
Arthur's Seat: Holyrood Park'ın en tepe noktasında, Edinburgh şehrinin en yüksek dağı/tepesi (250 metreymiş) Vaktiniz olursa, hem güzel bir yürüyüş yapıp hem de Edinburgh'un dört bir yanını panoramik bir mazarayla izleme şansı bulacağınız için tavsiye ederim. Ancak ayağınızda iyi bir ayakkabı yürüyüşü, özellikle bileğinizi kavrayan cinsten bir bot olursa iyi olur çünkü düşmelere açık bir rota. Bir de kışsa gittiğinizde sıkı sıkı giyindiğinizden emin olun yoksa sonrasında benim gibi şifayı kapar iyileşmek için yirmi gün debelenirsiniz. Zira yukarısı epey bir esiyor. Bu arada çık in derken bir yarım gününüz gider, o yüzden iki günlüğüne bir seyahate burayı eklemek çok da mantıklı olmayabilir. 

Bunların dışında tabi ki kilometrelerce yürüdük, cadde cadde, sokak sokak. Yoruldukça girip her biri birbirinden güzel kafelerde molalar verdik. Kafe demişken eğer Harry Potter hayranı iseniz zaten biliyorsunuzdur ama değilseniz de en azından filmini izlediyseniz ilginizi çekebilir. Rowling Harry Potter'ı Edinburgh''ta yazmaya başlamış, kale manzaralı küçük bir kafede, bu kafenin ismi Elephant House, George IV Bridge caddesi üzerinde. Hani belki görmek ister, oturup kaleye karşı bir fincan çay içmek isterseniz aklınızda bulunsun. Rowling'in Harry Potter'da olayların geçtiği bazı caddeler ve sokakları yazarken Edinburgh sokaklarını referans aldığı söyleniyor. 

Bu arada Candlemaker Row üzerinden yürüyüp Cowgatehead yolunu geçerek Grassmarket'e gidin mutlaka. Burada bir pazar kuruluyor, ayaküstü atıştırabileceğiniz küçük tezgahlar da var. Ayrıca bir çok şirin kafe ve pub da bulunuyor burada. Hatta Edinburgh'un ilk barı olduğunu iddia eden, 1516 yılında açılmış The White Heart Inn de burada. Biz gittiğimizde 500. yıldönümünü kutluyorlardı. 

Grassmarket

Yemelere içmelere gelince, oralara kadar girip has bir İskoç kahvaltısı yapmamak olmaz. Patisserie Valerie'de güzel bir İskoç kahvaltısı yaptık. Bir de Cafe Jacques diye yaşlı bir beyefendi tarafından işletilen küçük bir cafede güzel kahvaltı yaptık. Tahminimce aşağı yukarı aynıdır çoğu yerde. Güzel bir burger için Burgers and Beers Grillhouse'u önerebilirim. Canı pizza isteyenler de Civerino's isimli pizzacıyı deneyebilirler, biz pek bir sevdik. Pizzaları büyük, eğer dehşet aç değilseniz bir pizzayla iki kişi doyabiliyor. Yine pizza, makarna gibi bir şeyi daha uygun bir bütçeyle yemek isterseniz 24 saat açık Taste of Italy fena değil. Bir de Khushi's diye bir Hint restoranında yedik, otelimize yakın bir yerde, gayet iyiydi yemekler.

Şöyle güzel, hoş bir yerde oturup bir bira içeyim derseniz Regent Bar'ı tavsiye ederim, hem dekoru ve atmosferi çok güzel hem de bol birası var. Mekan eşcinsellerin yoğunluklu gittiği bir yer. Edinburgh Playhouse'un karşı çarprazındaki The Street de özellikle akşam üzeri oturup kalabalığı izlemerken bir şeyler içmek için güzel bir mekan. Bir arkadaşın önerisi üzerine The Bon Vivant isimli bir bara gittik, akşamları oldukça hareketli, çeşit çeşit güzel biraları var bu mekanın da. Ara sokaklara gireyim değişik bir mekanda bir kokteyl içeyim derseniz de size önerim The Woodoo Rooms, biraz ağır bir dekorasyonu var, ne bileyim sanki vampir filmlerinde onların takıldığı bir mekanlar vardır ya, loş ışık, pencerelerde kalın kadife perdeler falan, işte öyle bir mekan ve kokteylleriyle ünlüymüş. Denedik biz de ve memnun kaldık.

Edinburgh kış olmasına rağmen gezmesi keyifli bir şehir, ancak eminim ki bahar ya da yaz aylarında daha şahane olur. Umarım bir gün de başka bir mevsimini yaşama fırsatı bulurum güzel Edinburgh'un.

Daha fazla fotoğraf için tıklayınız






   




No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş