Geçen hafta bir haftalığına İtalya'ya gittim. Bu tatil hiç planda yoktu, oldukça spontane bir şekilde gelişti. İtalya'ya gitmekte olan iki arkadaşımın daveti üzerine altı gün sonraya uçak bileti bakınmaya başladım ve evren de benim İtalya'ya gitmemi istemiş olacak ki Genova'ya gayet makul bir rakama bir uçuş buldum. Atlayıp gittim ben de. İtalya'da dağlık bir bölgede bulunan Serra Godano kasabanın Santa Maria isimli küçük bir köyünde kaldık, günübirlik deniz kıyısına indik, kah gezmek kah yüzmek için. Uzun uzun o bir hafta neler yaptığımı anlatmayacağım, seyahatin yalnızca bir gününe, Cinque Terre'de geçirdiğimiz güne odaklanacağım.
O bölgeye Cinque Terre dendiğini İtalya'ya gitmeden 3-5 gün önce internette aranırken öğrendim; Beş Toprak anlamına gelen bu bölge gayet engebeli ve girintili çıkıntılı bir sahile kurulmuş beş köyden ismini alıyor Bu köyler Monterosso Al Mare, Vernazza, Corniglia, Manarola ve Riomaggiore. Ben bu bölgenin ismini bilmiyordum ancak içlerinden bir tanesine gitmenin hayalini yıllardır kuruyordum: Manarola. Manarola'nın fotoğraflarına ilk denk geldiğimden beri orayı görmeliyim, orada bulunmalıyım diye geçiriyordum içimden. O yüzden Manarola'yı gördüğüm için çok mutlu oldum. Haklarını yememek lazım diğer köyler de birbirinden eşsiz, birbirinden güzel.
Bu bölgeye araçla da gitmek mümkün ama park edecek yer bulmanın zorluğundan dolayı pek kimse tavsiye etmiyor. O yüzden ya Levanto'ya ya da La Spezia'ya gidip oradan trenle seyahat etmek en mantıklısı, ki hemen hemen herkes böyle yapıyor. Biz Levanto'ya gittik ve oradan da en uzaktaki köye, Riomaggiore'ye gitmek üzerebir tren bileti aldık. Yanımızda o bölgede defalarca bulunmuş arkadaşımız olduğu için kendimizi onun emin ellerine bıraktık. Planımız her bir köyü ziyaret ede ede başlangıç noktamız, aracımızı parkettiğimiz Levanto'ya geri dönmek.
Levanto'dan Riomaggiore'ye 1,60 € ödeyerek yaptığınız trenle yolculuk yirmi dakika bile sürmüyor. toplamda 30 kmye yakın bir mesafe. İsteyenler bu yolu yürüyerek de katedebiliyor, bunun için hazırlanmış patika yollar var, tabi bunun için ayrıca bir giriş ücreti ödüyorsunuz. Unutmadan söyleyeyim bu bölge UNESCO koruması altında. Ancak hem Ağustos ayının kavurucu sıcaklığı hem 2 gün öncesinde benim ayağımı burkmuş ve hala acısını hissediyor olmam hem de Manarola-Riomaggiore arasının yürüyüşe geçici olarak kapalı olması yürümeyi tercih etmememize neden oldu. İyi ki de etmemişiz çünkü yalnızca köyleri gezerken bile toplamda 12 km yol yürümüşüz, telefondaki adım sayıcımın hesapladığına göre.
Riomaggiore'de trenden indikten sonra girişi istasyonun arka tarafında olan bir tünelden geçerek köye varılıyor. Yerleşim yeri karaya doğru üçgen şeklinde girmiş bir koy ve bu koyun devamındaki vadinin iki yanına tepelere doğru kurulmuş binalardan oluşuyor. Restoranların, hediyelik eşya dükkanlarının, cafelerin yer aldığı ana cadde sizi bu küçük ve şirin koya ulaştırıyor. Koya vardığımızda gün boyu devam edecek olan yanımıza şort ve havlu almamış olmaktan kaynaklı hayıflanmamızın ilkini yaşıyoruz. O küçük koyda ve koyun hem sağ hem de sol tarafındaki kayalıklarda insanlar cam gibi, masmavi suda yüzerlerken biz sadece denizi izlemekle ve fotoğraf çekmekle yetiniyoruz. Binalar çok güzel, sokaklar çok güzel, tek hoş olmayan kalabalık ama biz de o kalabalığı yaratanlardan olduğumuz için söylenme hakkımız yok. O kalabalığın içinde bulunduğumuz bu güzel yerin tadını çıkarmaya, kadraja minimum sayıda insan girecek şekilde açılarla fotoğraflar çekmeye çalışıyorum, zor velhasıl. Koy kısmında biraz gezindikten sonra sırtımızı koya verip ana cadde boyunca yürüyoruz, ileride sağa doğru çıkan geniş merdivenler var, o merdivenlere çıkıp ilk soldaki merdivenli dar yoldan yukarıya çıkınca köyün kilisesinin de olduğu küçük meydana ulaşılıyor. Kiliseyi geçtikten sonra sağa doğru dönünce de ağaçlıklı küçük bir park var, orada ağaçların gölgesinde oturup önünüzde uzanan masmavi Akdeniz'i seyre dalabilirsiniz. Aşağıya doğru inen merdivenleri takip edince de tepeden tren istasyonuna inebilirsiniz. .
Tren biletleri 75 dakika boyunca geçerli ama 5 km mesafe içerisinde. Dolayısıyla zamanı iyi ayarlayabilirseniz bir sonraki köye aynı biletle ulaşabilme ihtimali var. Biz biraz fazla vakit geçirdiğimiz için kaçırıyoruz treni ve bir sonraki trenle benim daha görmeden favorim olan Manarola'ya doğru yola çıkıyoruz. Manarola'da da yine bir tünelden geçerek köye ulaşılıyor. Burası bir önceki köyden daha küçük bir yerleşim yeri, evlerin büyük kısmı denize doğru uzanan bir kayalığın üzerine kurulmuş, yine ana cadde koya çıkıyor ama burası oldukça kayalıklı bir koy, denize bu kayalıklardan girilebiliyor. Manarola'yı özel kılan o kayaların üzerine bitişik nizam, sanki üst üste inşa edilmiş gibi duran birbirinden canlı renklere sahip binalar. O plajımsı kayalığın devamındaki taşla kaplı ve demir korkulukla patika yolu takip ettiğinizde Manarola'yı biraz daha uzaktan görme şansı elde edersiniz. İşte zaten Manarola'nın o muhteşem fotoğraflarının çoğunun çekildiği yer de orası olsa gerek. O patikanın bir üst tarafında da köyün içinden dolaşarak ulaşabileceğiniz başka bir patika var. Oradan da bu muhteşem güzellikteki köyü biraz daha yukarıdan seyre dalabilirsiniz. Keşke gün ortasında güneşin en dik konumda olduğu bir zamanda değil de gün batımına yakın, ışığın yumuşadığı bir zamanda oraya gitmiş olsaydım, çok güzel fotoğraflar çekebilirdim. Neyse ki tekrar gitmeyi planlıyorum, bu sefer buraları bir güne sığdırmaya çalışmak yerine de daha uzun vakit geçirmek istiyorum. Bu güzel köyü bir de gün batımında görmek için şimdiden sabırsızlanıyorum.
Bir sonraki durağımız Vernazza. Burada trenden indikten sonra köye ulaşmak için ayrıca yürümek gerekmiyor, istasyon bir merdivenle doğrudan köyün ana caddesine bağlanıyor. Vernazza da küçük bir köy ve ana caddesi şu ana kadar gördüğümüz diğer köylere kıyasla oldukça kısa. Ancak bu ana caddenin koya çıktığı noktada diğerlerinden farklı olarak küçük bir meydan var. Meydanın hemen önünde de küçük bir liman, ayrıca bu koyda da denize girilebiliyor. Meydanda bir kaç tane restoran/cafe var, sağ tarafta yukarı kısımda da bir kale kalıntısı. Ancak çok sıcak olduğu için oraya çıkmayı gözümüz kesmediğinden hiç bulaşmıyoruz. Ayrıca tren istasyonundan koya doğru yürürken solda kayaların içine açılan bir giriş var, içeriye girince mağara büyüyor ve girişine kıyasla çok daha büyük boyutta bir çıkışla bir plaja açılıyor bu geçit. Mardin'deki abbaraların doğal olanı gibi, çünkü bu kayalığın üstünde binalar ve bir sokak bulunuyor. Vernazza'nın da kendine has bir havası var, diğer köylerden daha farklı. Belki de bu fark daha deniz seviyesinde bir yerleşim yeri olmasındandır, bilmiyorum ama farklılığı hissediyorum.
Ve günün sonuna yaklaşırken son durağımız Monterosso Al Mare. Diğer köylerle kıyaslandığında buraya köy demek haksızlık olur. Küçük bir sahil kasabası büyüklüğünde, daha bir şehir havası. Bunu dükkanlardan, restoranlardan da anlıyorsunuz. Bazıları oldukça geniş birden fazla caddesi, caddeleri birbirine bağlayan çokça sokak var Momterosso'da. Bence bir Alaçatı kadar var burası. Monterosso tren istasyonundan çıktıktan sonra sizi otellerin, evlerin, dükkanların, restoran ve cafelerin uzun bir kumsal boyunca sıralandığı bir kasaba karşılıyor. Ancak burası Monterosso'nun bir bölümü sadece (yeni bölümü). Diğer bölümü, asıl eski yerleşim yeri olan Monterosso ise denize doğru uzanan bir burun ve onun üzerindeki yüksek tepenin ardında kalıyor. Bu sahil boyunca yürüyüp tepenin içinden geçen uzun tüneli aştıktan sonra karşınıza eski kasaba merkezi çıkıyor. İşte az önce sözünü ettiğim o caddeleri, sokakların, geçitlerin olduğu güzel kasaba burası.
Aslında Monterosso Al Mare hem düz bir alana yayılan yerleşim şekli hem kumsalları hem de büyüklüğü açısından diğer dört köyden oldukça farklı, diğerleri Monterosso'nun yanında gerçek anlamda köy kalıyor. Üstelik o köylerin konumlarından kaynaklı olarak büyümeleri ve yayılmaları neredeyse imkansızken burası genişlemeye daha müsait bir kasaba. Tabi ki İtalyanlardan daha iyi bilecek değiliz ama sanki Monterosso'yu dışarıda bırakıp bölgeye Quattro Terre deseler daha anlamlı olurmuş. Neyse, burası sıkışık değil, geniş meydanlar var, caddeler geniş, binalar, binaların çiçekler fışkıran balkonları, tek tip yeşil panjurları ile oldukça güzel bir kasaba kesinlikle. Sadece diğer köyler daha bir eşsizken burası herhangi bir yerde olabilecek bir sahil kasabası.
Evet, biz biraz da koştura koştura bir günde bitiriyoruz Cinque Terre'yi, buraları gördüğüm için ama en çok da yıllardır görmeyi arzuladığım Manarola'yı gördüğüm için çok mutluyum. Öte yandan tavsiyem bu bölgeye en az iki gün ayırmanız. Böylece hem gittiğiniz her köyde denize girmek hem de yemek için daha geniş vaktiniz olur. En azından ben bir sonraki gidişimde öyle yapacağım.
Bu yazı vesilesiyle beni İtalya'da misafir eden ve bu seyahatte bana eşlik/rehberlik eden arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ederim.
Bu yazı vesilesiyle beni İtalya'da misafir eden ve bu seyahatte bana eşlik/rehberlik eden arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ederim.
No comments:
Post a Comment