May 25, 2018

Likya yolu / Ölüdeniz'den Kabak Koyu'na

Uzun yıllardır yapmayı istediğimiz şeye başlayabilmek için ekonomik kriz olması gerekiyormuş. Şöyle ki, normal şartlarda 9. yılımızı kutlamak için Milan ve Como gölü seyahati planlamıştık. Çok da uygun bulduğumuz uçak biletlerini euronun ilk yükseliş dalgasının yarattığı stres ve panikle yakmaya karar verip, Como gölü yerine yurt içinde bir yere gitmeye karar verdik. Böylece Likya yolunu yürümeye başlama kararı aldık, yıllar içinde peyder pey yürüyüp elbet bir gün Likya yolunun tamamını yürümek hedefimizde. O yüzden sadece iki gün yürüdük ilk seferinde. 

Seyahat 18 Mayıs günü sabah 09.10'da Dalaman uçuşuyla başladı. Dalaman havalimanından Fethiye'ye hem Havaş hem de Muttaş olmak üzere iki havaalanı transfer firması ile gitmek mümkün ve yolculuk yaklaşık bir saat sürüyor. Bu yolculuğun bedeli ise 15 TL. Fethiye'de Bahadır'ın dayısını görüp oradan Ölüdeniz'e geçmek niyetimiz. Nitekim öyle de yaptık ve yaklaşık saat 15.00 gibi Ölüdeniz'e vardık. Daha önce hiç gitmediğim için Ölüdeniz oldukça merak ettiğim bir yerdi. Aylardan Mayıs olması, haliyle turist sezonu olmaması nedeniyle neredeyse bomboş bir sahilin tadını çıkardık gün batımına kadar. Akşamında sahile beş dakika yürüme mesafesinde olan küçük çaplı, uygun fiyatlı  bir motel bulduk. 

1. gün: 19 Mayıs sabahı erken bir kahvaltının ardından minibüse atlayıp heyecanla yürüyüş başlangıç noktasına gittik. Elbette  yürüyüşe başlamadan önce fotoğraf çekilmeyi ihmal etmedik. O sırada orada olan uzak doğulu arkadaşla birbirimizin fotoğrafını çektik.

Yürüyüşe başladıktan kısa bir süre sonra o muhteşem Ölüdeniz manzarasıyla karşılaştığımız noktaya vardık.  Manzaranın tadını daha iyi çıkarabilmek için yoldan biraz sapıp, ilerideki küçük tepenin üzerine çıkmanız gerekiyor. Şahane fotoğraflar çekeceğiniz yer de orası. Bizim şansımıza o tepeye vardığımızda yağmur başladı, o yüzden oradan erken ayrılıp yola koyulmak zorunda kaldık. Neyse ki yağmur kısa sürdü de yürüyüş çamurlu başlamamış oldu.

O noktadan sonra nispeten daha az ağaçlı, gölgeliği az, çoğunlukla taşlık bir zemini olan, bu yüzden de yürümesi biraz zahmetli olan bir bölgeye vardık. Bu noktadan sonra ilk çeşmeye ulaşana kadar uzun bir yol yürümek gerekiyor. Biz o kadar hazırlıklı olmadığımız için yolun yarısında suyumuz bitti. Belki de o yüzden çeşmeye varmak bize uzun geldi, bilmiyorum. Tek bildiğim çeşmeye vardığımızda ne kadar mutlu olduğumuzdu. Kana kana su içip, mataralarımızı doldurduktan sonra bir kaç yüz metre ilerideki bir kaç haneden oluşan yerleşim yerinde dinlenmeye karar verdik. Zaten öğle olmuştu, gözleme yazısını görür görmez kendimizi evin bahçesine attık. Gözlemelerimizi yiyip çayımızı içtikten sonra yeniden yola koyulduk.



Yolun bundan sonrası oldukça düz. Ancak bir süre sonra asfalt yolun kıyısından yürümeye başladığınızda, hele de bizim gibi güneş tepedeyken yapıyorsanız bunu, bir süre sonra yukarıdan güneş aşağıdan asfaltın sıcaklığı ile epey bunalıyorsunuz. Bu yüzden ara ara yoldan içeri girip çamların altında soluklanmak zorunda hissettik. Biraz daha yürüdükten sonra, yine bir tepenin üzerinde bir kaç cafenin bulunduğu bir yere vardık. İlk gördüğümüze oturduk, Gün batımı Cafe. Uzunca bir süre dinlendikten ve yol hakkında bilgi aldıktan sonra yola koyulduk. Bu noktada, biraz ilerden sağa dönerek köyün içine girmek gerekiyor. Dikkat edilmesi gereken nokta köy bittikten sonra bahçelerin arasındaki patikadan doğru devam etmeyip sağa dönüşü kaçırmamakta. Biz kaçırdık ama neyse ki 150-200 metre sonra yanlış yerde olduğumuzu fark edip geriye döndük ve doğru yoldan devam ettik.

Nihayetinde 13 km yol yürüyüp akşamüzeri Faralya'ya vardık, günün yorgunluğundan ötürü kendimizi karşımıza çıkan ilk ev-pansiyona attık, Gül Pansiyon. Oldukça basit ve sade bir pansiyon, çok şey beklememenizi tavsiye ederim. Daha iyi bir yerde konaklamak isteyenler bu pansiyonu es geçip biraz daha yürüdüklerinde karşılarına çıkacak olan Montenegro Otel'de konaklayabilirler.

Gül pansiyon, odaları oldukça sade ama terası şahane bir pansiyon. Bir kadın işletiyor, gayet ilgililer. Odaya çekilip biraz dinlendikten sonra günbatımını izlemek üzere pansiyonun yan tarafından aşağıya doğru yürüyüp, evlerin ve bahçelerin arasından geçerek Kelebekler Vadisini tepeden görebileceğimiz bir noktaya varıyorsunuz. Ben kelebekler vadisine gitmedim henüz, bu sefer de inişleri yasakladıkları için inemedim. Biz gitmeden çok kısa bir süre önce birisi düşüp yaşamını yitirmiş, o yüzden yasaklamışlar. Güneşi batırıp yeniden pansiyonumuza döndükten sonra foursquare'den akşam yemeği için bir yer bulduk. Ne de olsa özel bir gün bizim için, en azından akşam yemeğimiz güzel olsun dedik ve az önce sözünü ettiğim Montenegro Otel'in restoranını bulduk. İyi ki de bulmuşuz, hem mekanın kendisi hem çalışanların ilgili hem de sahibiyle ettiğimiz sohbet çok keyifliydi. Restoranın sahibi aynı zamanda bölgede alternatif rotalar çıkaran bir derneğin kurucularından. Bize Faralya'dan Kabak koyuna orijinal rota yerine sahilden alternatif rotadan gitmeyi önerdi. Biz de öyle yapmaya karar verdik. Güzel geçen bir gecenin ardından pansiyonumuza dönüp günün yorgunluğuyla güzel bir uyku çektik.

2. gün: Ertesi sabah Gül pansiyonun terasında güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra alternatif rotamız için yola çıktık. Bu yol Kelebekler Vadisine paralel ilerleyen, dolayısıyla her an durup manzaraya bakmak isteyeceğiniz bir yol. Biraz tırmanmalı ama her vardığınız noktada biraz daha hayran kalıyoruz yeşille mavinin kucaklaşmasına. Bir noktada artık Kelebekler Vadisine veda edip içeriye doğru giriyoruz. Bir süre daha ormanlık alanda yürüdükten sonra ağacın daha az olduğu, ara ara yerleşim yerlerinin içinden geçtiğimiz bir yola giriyoruz. Bu yolda da su mevcut ama yine de hazırlıklı çıkmakta fayda var.
Bu rotanın güzel yanı, günün ortasında mola verebileceğimiz bir nokta olması: Aktaş plajı. Bir siteyi geçtikten sonra girdiğimiz ağaçlık alan Aktaş plajına açılıyor. Burada bir de bir tesis var. Çam ağaçlarının arasında, koyu tepeden gören bir konumda etrafa serpiştirilmiş çardakların olduğu bir mekan. Biz vardığımızda çok kimse olmadığı için koyu tam tepeden gören bir çardağa yerleştik, soyunup dökünerek hemen minderlere yayıldık. Sonra gelsin çaylar, gelsin yemekler. Aktaş plajı küçük, kayalıklarla çevrili, suyu soğuk masmavi bir koy. Sırf burası için bile bu alternatif rota tercih edilebilir. Burada yüzdükten, güneşlendikten ve gölgede bolca dinlendikten sonra yola çıkma vakti geliyor. Her şeyimizi toplayıp, yeniden yürüyüş kıyafetlerimize dönüp Kabak koyuna doğru yola çıkıyoruz.

Yolun Aktaş plajından sonraki kısmının büyük bölümü deniz kıyısından hak sahilden kah denize tepeden bakan patikalardan oluşuyor. Manzaranın muhteşemliğini, etrafın sessizliğini, neredeyse denizin içine kadar uzanan çam ağaçlarının güzelliğini anlatmakla bitmez. Yolun bir noktasından sonra denizi arkada bırakıp, çok da uzaklaşmadan aslında, Kabak Koyuna doğru yürüyüşe geçiyoruz. Yolun Aktaş plajından sonraki bölümü hep ormanlık alandan, bu yüzden gölge sorunu pek yok. Ancak Kabak mahallesine giriş pek bir iç açıcı değil. Kendimizi tozlu bir toprak yolda buluyoruz. Güneş hala sıcak ve biz henüz herhangi bir rezervasyon yapmamış olmanın belirsizliğiyle güneş bizi daha bir yakıyor. Bu yüzden aşağıya, Kabak koyuna inmeyip yukarıdaki konaklama tesislerinden birinde kalmayı planladık. Çok da zaman geçmeden aradığımız yerin orası olduğuna kanaat getirdiğimiz bir yer bulduk ve orada kalmaya karar verdik: Olive Garden. Kabak koyuna tepeden bakan motellerden birisi, açıkçası yüzme havuzu bize en cazip gelen kısmı oldu. Çünkü aşağıya inip denize girmeye hiç halimiz yoktu. Bungolovumuza yerleşip hemen havuza attık kendimizi bu yüzden.


Mevsimden kaynaklı olarak tamamen dolu olmayan otelimizde kendimize güzel bir masa seçip akşam yemeğimizi yedikten sonra çok da geç olmayan bir vakitte odamıza çekildik. Küçük ama iki kişi için yeterli, içinde banyosu tuvaleti olan bir bungolovdu. Dolayısıyla memnun kaldık. Tekrar gitsek en azından bir gece kalmayı tercih edebileceğimiz bir otel ve Kabak civarındaki bazı diğer yerler gibi pahalı da değildi. O akşam bir de karar aldık, normalde bir gün daha yürüme planımız varken yürümemeye ve kalan iki günümüzü Kabak koyunda geçirmeye karar verdik. Bunda en büyük etken havanın çok sıcak olmasıydı. Bu noktada Mayıs ayı sonuna doğru Likya yolunu yürümek için fazla sıcak bir tarih olduğunu söyleyebilirim. Sanırım en geç Mayıs başı gibi gelmek gerek, Nisan en iyi zaman diyorlar zaten.

3. gün: Sabah kahvaltımızı Kabak koyuna karşı yapıp, öğleye kadar havuzda vakit geçirdikten sonra aşağıya koya inmeye ve orada kalmaya karar verdik. Öğlen civarı eşyalarımızı toplayıp aşağıya, adını hep duyduğumuz ama hiç gitmediğimiz Lilith Camiping'e doğru yola çıktık. Yukarından Kabak koyuna inmek 15 dakika civarı sürüyor. Aslında iki nokta arasında minibüsler de var ama ancak dolduğunda kalktığı için zaman kaybetmemek adına yürümeye karar verdik. Önceden telefon açıp yer olduğunu öğrendiğimiz için rahattık. Burada da biraz yukarıda, ağaçların arasında bir bungolova yerleştik. Ağaçlar içinde, bir meydanı olan, rengarenk bir yer Lilith Camping. bungolov da bir önceki geceyi geçirdiğimiz yerden farklı değildi ancak gecesi yukarıda geçirdiğimiz gece kadar sakin değildi. Kamp alanının ortak kullanılan meydanına baktığı için kaldığımız yer bütün gece orada oturanların gürültüsü geldi. O günün öğleden sonrasını sakin ve sessiz bir şekilde Kabak Koyunda geçirdik. Çok az insan vardı plajda, gayet güzel ve keyifliydi o yüzden. Ancak söylemeden geçemeyeceğim, Kabak koyunun fazla abartıldığını düşündüm açıkçası. Belki daha özgür bir alan olduğu içindir bu dillere destan hali ama koyun kendisi, plajı, denizi, bu övgüyü çok da hak etmiyor bana göre.


4. gün: Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra yine Kabak koyuna attık kendimizi. Bir kaç kez denize girdik çıktık, Cennet koyuna yürüsek mi diye düşündük ama hem üşendiğimiz hem de akşam uçağımız olduğu için gitmemeye karar verdik. Kabak koyunda sizi Cennet koyuna ya da çevredeki başka koylara götürebilecek tekneler mevcut. Ancak gereksiz pahalı geldi bize ve onu da yapmadık. Bir sonraki gelişimize bıraktık Cennet koyunu. O gün akşam üzeri Dalaman Havaalimanı gitmek üzere yola çıktık. kabak koyundan doğrudan havalimanına giden otobüsler var, 2 saate yakın sürüyor ama direkt araç olduğu için büyük kolaylık.

Velhasıl, üç günlük bir trekking diye yola çıkıp sıcak yüzünden üçüncü gününü yürümediğimiz ama her anından çok keyif aldığımız kısa tatilimizin sonuna geldik. Dalaman havalimanında yorgun ama mutlu son pozumuzu verip İstanbul'un yolunu tuttuk.



Çıkardığımız dersler:

- Mayıs ayının sonuna doğru Likya yolunu yürümeye kalkma.
- İlk başlarda biraz ağır gelebilir ama iki litreden az suyla yürümeye başlama.
- Ölüdeniz'e gideceksen kesinlikle Mayıs sonundan önce git ki tadını çıkar.
- Değişikliğe açık ol, alternatifleri değerlendir.
- Her gökkuşağı gördüğün yerden öyle samimi bir kucaklama bekleme.













No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş