Televizyonlarda günler öncesinden dönmeye başlayan reklamlarda, sokaktaki kocaman bilboardlarda, gazete ve dergilerdeki ilanlarda, mağazaların vitrinlerinde velhasıl başımızı çevirdiğimiz her yerde bir kadın ve erkek figürü ile karşılaşırız sevgililer günü yaklaşırken, fotoğrafla olmasa bile sloganının, mesajının içinde vardır bu heteroseksist dayatma. O yüzden sevgililer günü de bizim pek ortalıkta görülmediğimiz, görülmezden gelindiğimiz 365 günden biridir aslında. Bu yüzden sevgili için hediye alırken kendimize alıyormuş gibi yaparız, hediye paketi yaptırırken utanırız, sıkılırız; bu yüzden ortasındaki incecik vazoya koyulmuş bir gülün olduğu mumla aydınlatılan iki kişilik bir masa rezerve ettiremeyiz baş başa bir akşam yemeği için ya da bu yüzden THY’nin sevgililer gününe özel yaptığı “çiftlere ikinci bilet 1 euro” kampanyasından yararlanmayı düşünerek tatil planı yapamayız. Hatta sevgilimizle yaşadığımız eve o gün çiçekle girmek bile huzursuz eder bizi konu komşu ne alaka diyecek korkusuyla. Dolayısıyla sevgililer günüyle diğer günler arasında ince bir nüans vardır: bu gün daha çok sokulur gözümüzün içine ötekililiğimiz, bu gün daha çok hissederiz dışlandığımızı. Aslında vahim olanı sevgililer gününde bu ayrımın farkına varıp, hayıflanıp, ertesi gün yola devam etmektir umarsızca. Oysa sadece 14 Şubat’ı değil geri kalan 364 günü de kurtarmaktır esas olan. Bunu yapamıyorsak eğer iki yol vardır sevgililer gününde seçilecek; ya bize ait mekanlardan birinde soluğu almak ya da bizi görmezden gelen bu günü kaile almamak. Seçim sizindir, bizimdir, hepimizindir.