May 8, 2012

Doyamadık biz sana Ohrid



Otobüsten indikten sonra şehir merkezine doğru yürümeye başladık. Birkaç adım attık ki köşede bekleyen birkaç kişi bize otel ihtiyacımız olup olmadığını sormaya başladılar. Biz önceden rezervasyon yaptırdığımız için teşekkür ettik ve yürüdük. Sonradan keşke otel nerede ve geceliği ne kadar diye sorsaydım diye düşündüm. Hani önceden rezervasyona gerek olup olmadığını ve fiyatı kıyaslama şansım olurdu. Biz, sahibi olan ailenin de üst katında yaşadığı bir villanın giriş katındaki odasını tutmuştuk Gecelik iki kişi için 20 € ödedik. Ancak Ohrid’de daha ucuza da hosteller mevcut. Biz şehir merkezinin ve özellikle eski yerleşim alanının çok gürültülü olduğunu okuduğumuz için şehir merkezinden 15 dakika yürüme mesafesindeki bu villada konaklamayı seçtik. Oldukça büyük bir oda ve odanın içindeki geniş banyosuyla gayet konforlu ve temiz yerdi. Tavsiye eder miyim? Ederim. İsmi Villa Stefano. Ev sahibi kadın İngilizce bilmiyor, ancak Türkiye ile çalışan bir tur firmasında çalışan oğlu ki evlerini konaklamaya çevirme işlerinin de organizatörü, bize ayaküstü bir tur planı yapıverdi hemen ve gitmemiz gereken yerleri anlattı. Böylece konaklama ile birlikte tur hizmeti de almış olduk. Aile çok samimi ve güler yüzlüydü. Bize bir de hoş geldin kahvesi ikram ettiler.


Kalacağımız yere doğru yürürken çarşıda karşımıza çıkan turizm ofisinden aldığımız Ohrid haritasını alıp hemen dışarıya çıktık. Haritada eski yerleşim bölgesinde üç farklı güzergah işaretlemişler ve her güzergahta karşınıza çıkacak, görülmesi gereken yerler de işaretlenmiş. O yüzden bu harita oldukça kullanışlı. Villa gölden 100 metre kadar içeride. Dolayısıyla hemen sahile ulaştık. Göle yüzünüz döndüğünüzde sağ tarafta Ohrid’in eski yerleşiminin yer aldığı tepeyi, sağ tarafınızda ise uzun bir sahil şeridinin sonunda başlayan bir dağ görüyorsunuz. Dağın eteklerinden sahil yolu göz alabildiğine uzanıyor. Ohrid oldukça büyük bir göl. Gölün büyük kısmı Makedonya sınırları içinde, geri kalan kısmı da Arnavutluk sınırlarında.

Biz daha sahile varır varmaz, abartmıyorum, Ohrid’e aşık olduk. Hayatımda bunca göl gördüm Ohrid kadar temizini, berrağını görmedim. Solumuza masmavi gölü alarak geniş sahil yolundan eski yerleşime doğru yürümeye başladık. Sağ tarafımızdaki yeşil alan şehrin merkezine yaklaştıkça genişledi ve daha da güzel bir görünüm aldı. Şehrin meydanının bir tarafı limana açılırken tam ters istikameti de şehrin havuzlu küçük meydanına ulaşan çarşının olduğu sokağı açılıyor. Limanı ve sokağı sağ ve solunuza aldığınızda da karşınızda Ohrid’in eski yerleşim yerini, onun en tepesine kurulmuş Ohrid Kalesi’ni görüyorsunuz. Aldığımız haritadaki yürüyüş rotalarının üçünün de başlangıç noktası St. Kliment heykelinin hemen karşısı. Biz de yönümüzü o tarafa çevirip Ohrid’in biraz Beypazarı’ndaki, biraz Bursa Cumalıkızık’taki mimariyi anımsatan evlerinin arasındaki dar sokaklarda yürümeye başladık. Bunlar Osmanlı mimarisi ile yapılmış, cumbalı büyük konaklar. Her adımda biraz daha fazla sevdik Ohrid’i.

Yol boyunca küçük müzeleri, içleri sergilenen konakları, resim atölyelerini  geçtikten sonra St. Sofia kilisesine ulaştık. 7. Yüzyılda ilk Bulgar İmporatorluğu zamanında inşa edilen ve yüzyıllar içinde yeni eklemeler yapılmış bu kilise oldukça iyi korunmuş, ihtişamlı, büyük bir yapı. Kilisenin yan tarafındaki küçük tepe basamaklar şeklinde oturma yerleri yapılarak bir tiyatroya dönüştürülmüş, kilisenin sütunlarının olduğu taraf da sahne. Burada tiyatro gösterileri ve müzik dinletileri yapılıyormuş. Buradan aşağıya doğru inerek göle ulaştık ve karşımıza yüksek kayalıkların kenarı boyunca uzanan gölün üzerine kurulmuş ahşap yol çıktı. Biz o yolu da çok sevdik. O yolun sonunda Kaneo denilen yere vardık. Göl kıyısında birkaç tane kafe var, inanılmaz keyifli ve dinlendirici bir ortam. Kafelerin önünden geçip sağ taraftaki merdivenlere tırmandıkça manzara daha da bir güzelleşti. Merdivenler bittiğinde karşımıza çıkan yol bizi muhteşem bir konuma sahip olan St. John kilisesine ulaştırdı. Bu kilise göle doğru çıkıntı yapan kayalıkların üzerine kurulmuş. Üç tarafı da gölle çevrili olan bu kilise ve onun bahçesinde ne kadar zaman geçirdik bilmiyorum, bildiğim orada bulunmaktan ve Kanoe’daki evlerin kırmızı çatılarının önünde uzanan ve ışıl ışıl parlayan, masmavi Ohrid gölünü izlemekten çok keyif aldığımız. Tabi bol bol da fotoğraf çektiğimiz.   


Daha sonra yukarıya doğru çıkıp ormanın içinden ileriye doğru yürümeye başladık. Yukarıda Palaosnik denilen arkeolojik kazı alanı var, içerisinde birkaç kilise de mevcut. Çok vaktimiz olmadığı için sadece dışarıdan bakıp geçtik. Sonra yine ormanın içinden geri dönerek az önce bahsettiğim o kafelerden en sakin ve göle en yakın olanına oturduk. Gayet dinlendirici ve huzur verici bir yarım saat geçirdik orada. Kafenin hemen yan tarafından tekne taksiler kalkıyor. Kaneo’dan Şehir merkezine kişi başı 2,5 €’ya götürüyorlar. St. John kilisesine, Kaneo’ya ve Ohrid’e bir de gölden bakmak, hele de bizim gibi gün batımına yakın binerseniz, müthiş keyifli. Tekne 10 dakikada limana vardı, kaptan bize “Kemal Atatürk babacan adam” diyerek veda ettikten sonra çarşıya doğru yol aldık. Makedonlar bildiğiniz Kemalist bu arada. Kim duysa Türkiye’den geldiğimizi Atatürk diyor hemen. Ben bilmiyordum, Atatürk Bitola’da (Manastır) okumuş. Onu Makedon sayıyorlar ve gurur duyuyorlar bir şekilde.


Uzun bir sokak boyunca sıralanmış dükkanların yer aldığı çarşı havuzlu bir meydana açılıyor. Bu meydan diğerine nazaran çok daha sönük ama yine de şirin bir yer. Orada bir de tekke var, içinde camisiyle. İlgisi olanlar için çekici olabilir. Çarşıda küçük bir tur attıktan sonra yine göl kıyısına gelip yiyecek bir şeyler aramaya koyulduk. Göle yaklaştıkça restoranlarda fiyatlar artıyor. Karnımızı doyurduktan sonra iyice kızıllaşan gün batımının fotoğrafını çektik bol bol. Gün batımında Kaneo’daki St. John kilisesinin bahçesinde olmak eminim muhteşem olurdu ama yorgun olduğumuz için tekrar o yokuşu ve merdivenleri çıkmak istemedik. Şehir merkezinde biraz daha dolandıktan ve bir şeyler içtikten sonra odamıza çekildik.

Gece dışarı çıkarız diye düşünmüştük ama odaya girip duş aldıktan sonra bir ağırlık çöktü üzerimize ve çıkamadık. Ancak gündüz gördüğümüz mekanlardan ve reklamlardan Ohrid’de gece hayatının da güzel olduğunu düşünüyorum.

Ertesi gün saat 5 gibi Skopje’ye doğru yola çıkmayı planladığımız için Kaleyi ve tiyatroyu gezmeyi ertesi güne bırakmıştık, bir de Biljana su kaynağına gidecektik ertesi gün ama olmadı. Bir önceki yazıda bahsettiğim o otobüs firmasının sadece sabah 09:30’da ve öğlen 12:00’de otobüsü olduğunu öğrendik ertesi sabah. O yüzden yalnızca kahvaltımızı yapıp, çarşıda birkaç hediye almak için dolaşacak kadar vaktimiz kaldı. Anlayacağınız Ohrid bizim için yarım kaldı. O yüzden tekrar gideceğiz Ohrid’e ve bu sefer Kiril alfabesinin türetildiği yer de olan St. Naum kilisesine de gideceğiz. Şehir merkezinden taksi ile gidilebiliyormuş oraya. Ancak biz bir sonraki gidişimizde araba kiralayacağımız için gölün etrafında dolaşmak daha bir rahat ve eğlenceli olacak.

Çıkardığımız dersler:
- Bugünün işini yarına bırakma.
- Altında araban olacak arkadaş.
- Ohrid için bir gün kesinlikle yeterli değil.
            - Wireless bulmak zor. Boşuna laptop taşıma yanında.


Yazının 1. bölümü için: Biz Skopje'yi çok sevdik
Yazının 2. bölümü için: Makedonya'nın yeşil yolları

No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş