August 26, 2012

Sddet de piyango gibidir; ama size çıkmasını dilemediginiz!



Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, yanlış sollama yapan sürücüye korna çaldığınız için dövülmeniz, ailenizdeki erkeklerden habersiz çarşıya çıktığınız için güpe gündüz sokak ortasında bıçaklanmanız ya da birisine sadece ama sadece baktığınız için öldürülmeniz işten bile değil. Şiddet o kadar yakınımızda ki çoğu zaman gündelik hayatın içinde bizi teğet geçtiğinin farkında bile olmuyoruz. Aslında şiddetle karşılaşmak için yanlış bir şey yapmanıza da gerek yok, yanlış zamanda, yanlış yerde ve yanlış kişiyle karşılaşmış olmanız yeterli. Gece eğlenmek için dışarıya çıkmak da bu yanlışların en çok bir arada bulunduğu bir ortama adım atmak demektir.  

Evet, Türkiye’de dışarıya çıkmak tehlikelidir. Hele de yanınızda onların tabiriyle bir “bayan” yoksa tüm mekanların kapıları size kapalı olacağı gibi, o mekanların işletmecilerinin ve onların mekanın sükunetini sağlamak üzere istihdam ettikleri görevlilerin gözünde bir erkek olarak tehlikesinizdir ve en ufak bir hareketiniz, göz ucuyla da olsa bir bakışınız ya da misal onların gözünde falsolu yürüyüşünüz sonucu her an tartaklanabilir, dövülebilir, hastanelik edilebilir ve hatta öldürülebilirsiniz. Özellikle gece şiddete uğramak işte bu kadar kolaydır, çaba sarf etmeniz gerekmez. Yanınızda bir kadınla gittiğinizde kapıları ardına kadar açılarak buyur edildiğiniz bir mekana yalnız ya da bir kaç erkekten oluşan bir grupla girmek istediğinizde o mekanlar ve “bayan”ların o koruyucu melekleri(!) için birer “sap”a dönüşürsünüz ve herkesi kendisi gibi sanan –ayrıca heteroseksist- zihniyetlerin  ürünü olan “damsız girilmez” ya da İzmir tabiriyle  “bayansız girilmez” cümlelerinin yalnızca “-sız” kısmısınızdır ve “-sız bir sap olmak” gece hayatında çok zordur. Pislik muamelesi görürsünüz, mekanların kapısından geçerken bile tehditkar bakışlarla ezilmeye çalışılırsınız, gecenin tadı bozulmasın diye uzaklaştırılması gereken gecenin ucubeleri, yapışkan sineklersinizdir. Hele de böyle bir gecede bir mekana girmeyi arzular ve sizi içeriye sokmayan kapı korumalarının önünde boynunuzu eğip yolunuza giderken kendi kendinize söylenirseniz, işte o an bittiğiniz andır. Onlar sizden belki güçlü olmasalar bile kendilerine mekanı koruma şerefi verildiği için sizden daha erkektirler ve erkekliklerini sizin üzerinizde sergilemekten hiç çekinmezler.

Bunları nereden mi biliyorum? Bunca yıldır gazetelerden okuduklarımdan, çevreden duyduklarımdan, gözümle şahit olduklarımdan… Ama en çok da yakın bir zamanda bunu bizzat deneyimlediğimden dolayı biliyorum. Türkiye’nin en modern ve en medeni şehri olarak lanse edilen ve içinde yaşayanların buna can-ı gönülden inandığı bir şehirde üstelik, İzmir’de. Çok ironik bir şekilde hani girişindeki taklarda “Sokakta hayat var” sloganının yazılı olduğu sokaklardan birinde. Sıradan bir barın kapısının önündeki boş masalardan birisine oturma talebimiz “bayansız oturamazsınız!” diyerek geri çevrilince yoluma giderken “Bayan bayan! Bir yere oturamayacak mıyız biz?” diye söylendiğim için. Gecenin erilliği, mekanların erkek egemen iktidarı ve kapıdaki görevlinin erkek zihninin şiddete ne kadar meyilli olduğu bilgilerini bir an olsun aklımdan çıkarıp söylendiğim için. Sonuç, hastane, karakol, dudağıma atılan dikişler, kafamdaki şişlikler, yüzümde ve sırtımda bir “erkeğin” ayakkabısının bıraktığı morluklar ve yaşadığım travma. Sokakta hayat mı var? Güldürmeyin!

Sonra düşündüm günlerce. Bir insan başka bir insanın kafasını çöp torbası tekmeler gibi nasıl tekmeler diye. Bunun nasıl bir kin, nasıl bir nefret, nasıl bir düşmanlık olabileceğini düşündüm. Sussaydım keşke dedim onlarca, yüzlerce kez kendime. Sussaydım başıma bu gelmezdi. Gelmez miydi? O gece belki gelmezdi ama başka bir gün ya da gece, ağzımı hiç açmasam bile, bir bakışım, yürüyüşüm, giydiğim şort ya da kulağımdaki küpe başıma böyle bir şeyin gelmesi için yeterli olabilirdi. Çünkü neden ben ya da bendeki bir şey değil, şiddetin nedeni yok, haklı bir tarafı da.  İnsanın uğradığı şiddete neden arayıp kendinde bir hata bulmaya çalışması da sanırım şiddeti bir şekilde içselleştirdiğimizin kanıtı. Çocukken yaptığımız yaramazlıklar sonucu annemizden yediğimiz terliğe, babamızdan yediğimiz köteğe, ders sırasında konuştuğumuz için öğretmenimizin tırnaklarını kulak mememize geçirmesine ya da ne bileyim parmaklarımızın ucuna cetvelle vurulmasına öyle alışmışız ve onları hep yaptığımız kötü bir şeyle o kadar bağlantılandırılmış ki büyüyünce de kurtulamıyoruz kolay kolay etkisinden. İşte ben de bir süre yanlış ne yaptım dedim kendi kendime. Oysa ki yaptığım yanlış bir şey yoktu.  Cinsiyetimden dolayı uğradığım ayrımcılığı küçücük isyan ettim sadece. Daha önce de etmiştim, bunca zaman karşılaşmamış olmamsa sadece yanlış yerde, yanlış zamanda ve yanlış kişiyle karşılaşmadığımın bir göstergesi sanırım. Çünkü bu erkekler her zaman ve her yerdeler; evlerde, iş yerlerinde, okullarda, sokaklarda. Özellikle de geceleri şehrin sokaklarında dolaşıyorlar ve şanslıysak yanımızdan sadece geçip gidiyorlar. Şiddete maruz kalmak kötü bir piyango gibi, bana çıkacağını hiç ummadığım bir piyango. Bu piyangonun bana çıkmasında cinsel yönelimimin de bir payı var mı bilmiyorum. Onu da düşündüm. Olayın örüntüsü içinde homofobiye dair bir çıkarım yapmak zorlama olabilir ama erkek aklının neyi “ibne” bulup, ona nefretini kusacağını kestirmek güç olduğundan dolayı kesin olarak da homofobi yok diyemiyorum. Ne de olsa bu da şiddete uğramanın başlıca nedenlerinden ya da daha doğru bir tabirle nedensizliklerinden biri.

Uzun lafın kısası, zaten bildiğim ve hali hazırda tedirgin olduğum bir şey zihnimin bir köşesindeki yerini sağlamlaştırdı: Dışarıya çıkmak biraz da şiddete maruz kalma ihtimalini göze almaktır.  
    

No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş