November 4, 2009

Burada hiçbir şey yok anne...


“Burada hiçbir şey yok anne!” diyor kapının eşiğine oturmuş genç öğretmen. Belli ki böylesine bir yer canlandırmamış kafasında. Zaten diyor da annesine “Köye gideceğimi biliyordum ama böyle bir yere değil”

Haklı da… Orda bir köy var uzakta diye şarkı söylerken ilkokulda tabii ki hiç birimizin kafasında öyle bir köy canlanmıyor. Çünkü köy dediğin, bir bilemedin iki katlı, şirin mi şirin, beyaz badanalı, kırmızı kiremitli evler, köyün meydanındaki büyük çınarın altında tahta masaların etrafına atılmış şirin tahta sandalyeli bir kahvehane, illa ki yakınlarda bir yerde şırıl şırıl akan bir dere, kazların peşinde koşan çocuklar vesaire vesaireden oluşur…

Nitekim genellikle böyledir de Ege’nin köyleri, gitmesek de görmesek de o köyler bizim köylerimizdir. Ya doğudaki köyler kimin köyü?
Emre öğretmenin tayini de öyle bir köye çıkmış işte, hiçbir şeyin olmadığı ama birilerinin her şeyinin orada olduğu bir köye.

İki Dil Bir Bavul’un hangi türe gireceğini hatta bir türü olup olmadığını bilmiyorum, kimileri belgesel diyor, kimileri sinema filmi. Türü, tekniği ne olursa olsun birer birer ödülleri topluyor İki Dil Bir Bavul.

Öylesine doğal, öylesine kurgudan uzak ve öylesine gerçek ki film ödül almaması ilginç olurdu asıl. Film birçok insan için çok farklı bir dünyanın kapılarını açıyor bir öğretmenin gözünden. Tek derslikli, bütün sınıfların birlikte eğitim gördüğü, aynı dili konuşamayan bir öğretmen ile yazıp çizdiklerini öğretmenlerine göstermek için can atan çocuklardan oluşan bir okul. Konuşamadığın bir dili konuşan çocuklara onların konuşamadığı bir dille eğitim vermek… Anlatması bile zorken anlamak güç yaşamadan. Zaten Emre öğretmen de anlamıyor, çocuklar da, tıpkı bu ülkedeki Kürtlerin ve Türklerin Türkçe konuşurken bile birbirlerini anlamadıkları gibi.

Hikaye güzel, pardon hikaye dedim, gerçeklik diyecektim. Türküm, doğruyum diye başlayan andımızı okuyan Türkçe bilmeyen Kürt çocukları bu ülkenin gerçekliğinin ta kendisi. Ben şahsen kötü hissettim kendimi onlar orada doğru telaffuz bile edemedikleri bir dilde olmadıkları bir kimlik olarak and içerlerken ve ne mutlu türküm diye bitirirken ‘and’larını. Ne mutlu ne mutlu! Onlar içti andı biz çıkalım kerevetine...

Filmi herkes görmeli, asıl görmesi gereken bir grup insan da görmeli, hani benim ülkemde yaşıyorsan benim dilimi konuşacaksın diyen ama benim ülkemde yaşıyorsan benim aldığım hizmetleri alacak ve benim gördüğüm muameleyi de göreceksin demek aklına gelmeyen o bir grup kendini bilmez insan. Ama sanırım onlar bu filmi izlediklerinde bir şeyleri idrak etmek yerine “helal olsun öğretmene, bak nasıl öğretti onlara andımızı” diye gururla çıkacaklardır salonlardan. Çünkü bu kadar basittir onlar için “mesele”, zaten hiçbir derinliği de yoktur o “mesele”nin çünkü Türkiye’de yaşıyorsan zaten Türkçe konuşacaksındır, senin Türkler gelmeden önce de orada yaşıyor olmanın ve kendi dilini konuşuyor olmanın bir önemi yoktur onlar için. Olay basittir, ya konuşacaksındır ya gideceksindir. Evet filmi bu ülkede yaşayan herkes görmelidir, görmekle de kalmayıp kabul etmelidir gerçekliği. Aslında küçük bir empati yetecektir ama maalesef “damarlardaki asil kan” izin vermez bu empatiyi kurmaya.

İki Dil Bir Bavul öyle güzel anlatmış ki ismiyle kendini ama sadece dil mi bavulun içindeki? Bunca yılın sorunu sığar mı o bavula? 86 yıldır tıkış tıkış dolduruldu o bavul adaletsizliklerle, yanlış devlet politikalarıyla, kayırmalarla, yok sayılmalarla, suskunlukla ve asimilasyonla. Ama artık o bavul geç de olsa açıldı. Şimdi bunca yıl birbirini anlamayan iki milletin konuşma zamanı. Gidin siz de görün bu filmi, empati kurmaya çalışın, çünkü o uzaktaki köy bizim bildiğimiz köylerden değil.

No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş