Uzuuuun bir yolculukla başladı her şey… Ankara’dan İstanbul’a, oradan Frankfurt’a, oradan da Chicago’ya uzanan yol aktarmalar arası uzun bekleyişlerden dolayı 26 saat sürdü. Ankara’da heyecanla başlayan yolculuk İstanbul’da sohbetlerle devam etti ancak Frankfurt havaalanında yorgunluktan bitap düşmüş bir şekilde bulduğumuz yere kıvrılıp bir an önce geçmesini beklediğimiz ama geçmek bilmeyen saatlere bıraktı yerini.Kendimizi United Airlines’ın geniş koltuklarını attığımızda biraz olsun dinlenebildik ama Chicago’ya 45 dakika boyunca inememek ve Michigan gölünün üzerinde daireler çizerek dolaşmak biraz daha yordu bizi. Ve indiğimizde 26 saatlik yolculuğun son bölümü bekliyordu bizi. Havaalanından kalacağımız otele giden 30 dakikalık yol. Kop koyu bir hava ve yağan yağmur eşliğinde ilk 3 günümüzü geçireceğimiz Comfort Suite’e geldik. Çantalarımızı odalara bırakır bırakmaz da ayağımızın tozuyla ilk toplantımıza indik, lokasyonla ilgili küçük bilgiler, ilk yedi gün için geçerli ulaşım kartlarımız , dosyalar, 18 günlük programımız, tanışmalar, merhabalaşmalar, hoşgeldinler ve yorgun yüzümüzden yaydığımız gülümsemelerle geçti toplantı. Öğlen yola çıkmıştık Frankfurt’tan ve Chicago’ya vardığımızda akşamüzeriydi sadece. Toplantı sonrası odaya çıktım eşyaları valizden çıkarmak ve yemekten önce kısa bir süre dinlenmek üzere. Oda dediğime bakmayın küçük bir apartman dairesi. İçinde Mutfağın da olduğu geniş bir salon, bir yatak odası ve muhteşem bir Chicago manzarası… Binanın 15. Katındaki odamın iki geniş penceresinin birinden Nehir, Köprü, Michigan Avenue ve gökdelenlerden oluşan akşamları daha bir güzel olan şehir manzarası. Sonraki günlerde de oldukça popüler olacak şarap eşliğinde makarna ve pizza partilerine ev sahipliği yapacak ve gayet keyifli bir üç gün geçireceğim bu odayı çok sevdim.
Biraz dinlendikten sonra birkaç arkadaşla beraber buluşup bir şeyler yemek üzere buz gibi ve gökdelenlerin belli bir yükseklikten sonrasını görmemizi engelleyen sis eşliğinde ışıl ışıl caddeye çıktık. Burası Loop olarak geçiyor ve daha çok iş yerleri var bu civarda. 60’lı yıllarda Orta ve orta üst sınıf şehir merkezini terk edip şehir dışında yarattıkları daha güvenli daha izole ve daha Amerikanvari mahallelerine taşındıklarında Loop daha çok işyerlerinin ve alt gelir grubuna ait kişilerin yaşadığı bir yer haline gelmiş. Tehlikeli sıfatını hak etmiş o zamanlarda. Son dönemde ise tekrar şehir merkezine insanları geri getirme girişimleri varmış. Bunun için bazı iş merkezi gökdelenleri evlere dönüştürmeye başlamışlar. Her ne kadar şu anda loop civarında yaşayan bir çok insan olduğu söylense de belki de o gecenin soğukluğundan kaynaklı olacak akşam 8 civarı in cin top atıyordu o geniş caddelerde ve bir lokanta bulmamız da zaman aldı bu yüzden. Hem yorgun hem de yeterince üşümüş vücudumuzu bulduğumuz ilk restorana attık. Bir Meksika restoranı. O gece anladık ki Amerika’da porsiyonlar çok büyük! Ben hariç hiç kimse bitiremedi yemeğini. Erkenden odama dönüp ertesi gün başlayacak yoğun program için tazelenmek üzere uykuya daldım Amerika’daki ilk gecemde…
Ertesi gün benim için oldukça erken olan bir saatte uyanıp kahvaltıya indim. Kahvaltı sonrasında da eğitim programımız başladı. Kısaca bu programdan bahsedeyim. Amerika Dış İşleri Bakanlığı'nın desteği ile gerçekleştirilen bu program bir değişim programı aslında. Türkiye'de sivil toplum kuruluşlarından aktivistler ile Amerika'daki sivil toplum kuruluşlarından aktivistleri bir araya getirmek ve iki ülkedeki sivil toplum kuruluşlarının birbirlerine yakınlaşmalarını ve etkileşimlerini sağlamak. Amerikan elçiliğinin duyurusu üzerine başvurmuştum ve Türkiye'den çeşitli sivil toplum kuruluşlaırndan seçilen 15 kişiden biri olmamdı Amerika'da olmamın nedeni. Bu program boyunca çeşitli konularda eğitimler alacak ve hemen hemen her gün Chicago'daki farklı bir sivil toğlum kuruluşunu ziyaret edecektik. Bu projenin önemli çıktılarından birisi de ortak proje önerilerinin yazılıp Amerika Dış İşleri bakanlığı'na sunulmasıydı.
İlk gün programı düzenleyenlerin sürekli Türk katılımcılar demelerinden rahatsız olduğum için Türkiye'den gelen katılımcılar olarak hitap edilmesini talep etmiştim ama tüm programdaki "türk katılımcılar" ibaresini "Türkiye'den gelen katılımcılar" olarak değiştirip tekrar basacaklarını ve dağıtacakları aklıma gelmemişti. Güzel bir jest oldu yaptıkları.
İlerleyen günlerde de ben ve bir kaç arkadaşım (Ezgi, Serap, Gül, Erkan... var mı unuttuğum :)) "Liderlik" kavramına takıp hem Türkiye'den gelen katılımcılarla hem de Amerikalı program yürütücülerle bol bol tartışacaktık. ve orada öğrenecektik ki tüm Amerikalılar bir gün "Lider" olmak üzere yetiştiriliyorlardı! ve yine o zaman anladım ki Hollywood filmlerindeki o kahraman ve önder Amerikalı karakterler aslında bu öğretinin pekişmesine ve içselleştirilmesine bir araç. Türkiye'den gelen bazı katılımcıların içlerinde de birer Amerikan kahramanı olmalı ki sonuna kadr savundular bu "Liderlik" kavramının ne kadar önemli ve gerekli olduğunu. Sonuçta biz rahatsız olduğumuz bir kavramı en azından bizim üzerimizde denememeleri için elimizden geleni yaptık. başarılı olduk mu? Olduk sanırım....en azından kafalarını karıştırdık, onları rahatsız ettik, hem de keyifle :)
Gün içinde oradan oraya koşturup geceleri de bir yerlere gitme ve görme telaşıyla üç gün su gibi akıp geçti. bu arada hava da normale dönmeye başladı. Herkesi aile yanında kalacak olmanın stresi sardığı gün müze ziyaretlerimiz vardı. ilk kez güneş sıcak yüzünü gösterdi ve keyifle gezdiğimiz birkaç müze sonrası çimlerin üzerine yayılıp hot dog'larımızı yedik Michigan gölüne ve gökdelen buketine bakarak... akşam üzeri otelimize dönüp bizi almaya gelecek olan aile bireylerini beklemeye başladık...
Bir sonraki yazıda neler bulacaksınız?
Ev deneyimlerim... Amerika gözlemlerim ve The Bean!
No comments:
Post a Comment