Sabah yine erken sayılabilecek saatte uyandık. Bugün Hama’ya doğru yola çıkacaktık oradan da Halep’e. Hem taksi değildi bu sefer yolculuk yapacağımız araç. Otobüse binecektik ve bunun için otogara gitmemiz gerekiyordu. Bir gün önce otogara gitmek için taksi şöförüne ne diyeceğimizi de öğrenmiştik. Harasta! evin anahtarını televizyonun yanına bıraktıktan sonra çıktık ve taksiye binmek üzere köşeye yürüdük. Sırtımızda çantalarla beklemeye başladık taksi amabütün taksiler dolu geliyordu. biraz sonra önümüzde duran boş ama çok küçük taksiye binip binmemekte kararsız kaldık ama başka da çaremiz yoktu. Komik bir şekilde yerleştik taksiye ve Harasta dedik. Temam dedi taksici ve 15 dakika sonra bizi sanayi sitesine getirdi! Bildiğiniz araba tamircilerinin olduğu bir sanayi sitesiydi burası. Güler misin ağlar mısın? sırtlarında çanta olan ve turist oldukları her hallerinden belli bu dört kişinin sanayi sitesinde ne yapacaktı ki? başladık debelenmeye nereye gideceğimizi anlatmak için, bus, büs, otobüs, bus station, terminal, Halep gibi kelimeler sıralarken bir yandan da ellerimiz ve kollarımızla yaptığımız hareketlerle anlatmaya çalışıyorduk çantalarımızı da göstererek. O sırada o kelimelerin arasında bir de Serap “garaj” ekledi ve taksi şöförü “garaaaaj” diyerek yanıt verdi, anlamıştı bizi nihayet. bir 5 dakika sonra garaja varmıştık. bu arada garaj yerine pulman dediğinizde de sizi otogara götürürler. Bunu geç öğrendik biraz. Şam’ın garajı Türkiye’de ki ilçe garajlarına benziyor. (hadi hakkını yemeyeyim ilçe garajlarının, onlardan daha kötü)
Hama yazısını gördüğümüz bir yazıhaneye girdik. İlk otobüsün kaçta olduğunu öğrendik. saat 10’daydı ve 5 dakika vardı oysa biz daha kahvaltı etmemiştik. bir sonraki kaçta diye sorduğumuzda 10.30 da olduğunu öğrendik ve o otobüse bilet aldık. Kahvaltı yapmak için az önce gördüğümüzçay bahçesi gibi yere gittik ve burada ilginç bir şey oldu. Koskoca Şam’da bulamadığımız hem çay içip hem kahvaltı yapabileceğimiz bir yeri burada bulmuştuk. ekmek arası tost istedik, tarif ettik -en azından denedik- ama bize yine dürüm ekmeğine sarılı tost geldi ama olsun en azından kahvaltı yapıyorduk sonunda çay ile birlikte.
Saat 10.30 da hareket etti otobüs. Kişi başı 140 Suri (yaklaşık 5 TL) Hama’ya gitmek için. Şam’dan dışarıya çıkınca Ankara’dan şehir dışına çıkmış gibi oldum. birden ağaçlar ve yeşil alanlar bitti ve yerlerini üzerinde neredeyse hiç bir bitkinin olmadığı sarı tepeler aldı. küçük küçük bir sürü köy geçtik, eski köprüler geçtik, dağların tepesinde bizi selamlayan Hafız esad heykelleri geçtik. Yol gayet güzeldi, hiç sarsılmadan Hama’nın girişine geldik 2 saat sonra. Bahadır uyudu nerdeyse yol boyunca, Serap da öyle. Bense her yeri görmek, her hangi bir şey kaçırmamak uğruna uyumamayı tercih ettim. Otobüs camının ardından fotoğraflar çektim. Humus şehrinin dışındaki otobandan geçip yine şehir dışındaki otogarında durduğumuz için Humus’u göremedik. Humus’ta tek aklımda kalan Umumi tuvaletin inanılmaz pis olduğu ve aynanın üzerinde bir iple bağlanmış umumi bir tarak.
Hama Otogarına inince bir taksiye yanaştık ve şehir merkezine gitmek üzere bindik araca. Hama su şehri olarak biliniyor tarihte. Asi nehri üzerine kurulmuş büyük ahşap su değirmenleri ile ünlü. Bu değirmenler dünyanın en eski değirmenleri olarak biliniyor. Taksiden iner inmez büyük bir çark çıktı karşımıza, büyük bir gıcırtıyla dönüyordu. Tabi hemen onun yanına koştuk biz de. bu ses aslında gıcırtıdan çok bir inleme gibiydi. Bir kaç fotoğraf çektikten ve çekildikten sonra öğle yemeği için bir yer bulmaya karar verdik. Bu inleyen değirmenin hemen karşısındaki restorana doğru yöneldikve önümüze koyulan turist menülerinden yemek seçtik kendimize. Aç olduğumuz için Suriye yemeği arayacak modda değildik hem de vaktimiz dardı.
Hama çok büyük bir şehir değil, bizim bulunduğumuz yerde şehrin merkeziydi ama güzel göründü Hama gözümüze. Zaten içinden suyun geçtiği her şehir bir başka güzeldir susuz şehirlere göre. Yemeğimizi yerken bir yandan da görmeyi istediğimiz ve buradan 40 km batıda olduğunu bildiğimiz ama maalesef sadece ingilizce adını bildiğimizden dolayı kimselere derdimizi anlatamadığımız kaleye nasıl gideceğimizi tartışıyorduk. Lazkiye’den bu yana bu kaleyi bilen yoktu oysa internette çok ünlü ve güzel bir kale olduğu yazıyordu. Taaa Halep’de öğrenecektik o kalenin isminin “Hasan kalesi”olduğunu ve artık çok geçti onu görmek için. Suriye’ye tekrar gitmek için nedenlerimiz listesine ekledik onu da. İngilizce adında şovalye geçen bir kalenin nasıl olup da Hasan adını aldığını çözemedik bir türlü. Yemek bittikten sonra garsona görülecek bir yer var mı diye sorduk bu su çarklarından başka. O da bize Eski Hama’yı görmeyi önerdi ve hemen 100 metre ilerideki eski kale girişinin yanında giriliyordu. Kimseciklerin olmadığı ara sokaklara dalar dalmaz pek bir mutlu olduk. Daracık sokaklarda ve birbirinden güzel ve eski binalar sıralanıyordu. Biraz ileride bir su çarkına açılan küçük bir kapı gördük, çark döndükçe ortaya saçılan su damlacıklarının üzerinde gökkuşağı oluşmuştu, o herşeyin sarı ve tonlarında olduğu bu yerde çok güzel görünüyordu bu gökkuşağı. Dilsiz bir adamın ısrarla bizi içeriye davet etmesinden huzursuzlanarak girmedik, kapıdan bakmakla yetindik. Kapıdan bile içerinin ne kadar serin olduğu belliydi. Biraz ileride gördüğümüz bir sanat galerisine girdik. Avlusuna bakarken içeriden sanat galerisinin sahibi geldi ve istersek atölyeyi görebileceğimizi söyledi. Kendisinin yaptığı bir sürü resim vardı içeride, bir kısmı kahve ile yapılmış resimlerdi. serap ve Mehmet birer tane aldılar kendilerine hediye olarak. Bu sırada atölyenin
3-5 metre ilerisinde bir müze girişi gördük Bahadırla ama maalesef kapanmıştı saat 3’te. Burası bir saraymış, oraya da giremedik haliyle. O dar sokaklarda keyifle dolaştık, bir köprünün üzerine geldiğimizde diğer çarkların bir kısmını da gördük. toplamda 17 tane olan bu çarkların diğerleri nehrin ilerisi üzerinde kurulmuştu.
Köprüden sonra girdiğimiz parkta Serap’tan bir cırlama sesi geldi. Bu sesi tanıyorduk çünkü Şam’dada başımıza gelmişti ve kendimizi bir otelin çok da cafeye benzemeyen cafesinde bulmuş gereğinden fazla ödeme yapmıştık içtiğimiz şeylere. Şam’dan tecrübeli olduğumuz için bulduğumuz en yakın büfenin önüne oturduk. Aksi takdire pahalıya patlıyordu bize. hem Serap dinlendi orada hem de biz gazozlarımızı içerken. Hama’da geçirdiğimiz bu güzel,sakin ve dinlendirici bir kaç saatin ardından taksiye atlayıp otogara gittik tekrar. Bu sefer biletlerimizi 100 suri’ye aldık 2 saatlik mesafedeki gezimizin son durağı olan Halep’e gitmek için.
Çıkardığım dersler:
Her şeyden bir ders çıkarılmaz!
1. Bölüm Antakya'dan çıktık yola LAzkiye'de verdik mola
2. Bölüm Neye Niyet neye kısmet - Doğu'nun Paris'i Beyrut!
3. Bölüm Bundan iyisi Şam'da Kayısı
5. Bölüm Çıkıştan önceki son durak - Halep
No comments:
Post a Comment