Herkes genellemeler yapar, hatta çoğumuzun hayatı doğduğumuz günden bu yana öğrendiğimiz ve doğru addettiğimiz genellemelerle şekillenir: “Kadınlar iyi şoför değildir”, “Erkekler kadınlardan daha zekidir”, “Eşcinseller doyumsuzdur”, “Transeksüeller şiddet eğilimlidir”, “Aleviler yıkanmaz”, “Çingeneler hırsızdır” gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Beyaz-siyah, kadın-erkek, Türk-Kürt, Müslüman-Yahudi, Sünni-Alevi, zengin-fakir… Uzayıp giden bu ikiliklerin gölgesinde öteki olmayan var mıdır hayatında? Peki, nedir bu bir topluluğa ait insanları birmiş gibi görme halinin temelinde yatan neden? Çoğu insanın tartışılmaz ve su götürmez gerçekler olarak kabul ettiği bu inançlar kişinin karşılaştığı insanın bir özelliğine bakarak onu etiketlemesine neden olur. İşte bu etiketlemeler önyargılarımızın sonucudur. Önyargılar ortak bir niteliği bünyesinde barındıran bir insan topluluğu hakkındaki düşünce kalıplarımızdır. Bu önyargılar o topluluğa ait gerçek kabul ettiğimiz bazı kalıp yargıların gelişmesine neden olur ve o gruba ait olduğunu düşündüğümüz kişileri tanımlayabilmek için elimizdeki bu referansları kullanırız. Ancak elbette ki bu referanslar o gruba dahil olan kişinin özelliklerini temsil etmez.[1] Bu kalıp yargılar olumlu da olsa olumsuz da olsa önyargı beslediğimiz grubu homojen bir bütünmüş gibi algılamamıza, ayrı bireylerden oluştuğunu göz ardı etmemize ve farklılıklarını görmezden gelmemize neden olur. Bu önyargılar sadece dış grup tarafından değil o gruba ait bireyler de sahip olabilir ki bu eşcinsellik söz konusu olduğunda çok sık karşılaşılan bir durumdur. Bu da aslında önyargıların ne kadar içselleştirebileceğinin ve kendimizin de dahil olduğu grubu olumlu ya da olumsuz işaretlemek için nasıl kullanılabileceğinin bir göstergesi.
Eşcinsel stereotiplere girmeden önce kısaca göz atmamız gereken toplumsal cinsiyet rollerine dair stereotipler vardır ki zaten toplumun cinsiyetlere ilişkin sahip olduğu yargılar ve inançlar eşcinsellere yönelik önyargıların ve stereotiplerin de temelini teşkil etmektedir. Bir sonraki bölümde bu rollerin hayatlarımıza nasıl müdahale ettiğinden, daha doğrusu hayatlarımızı nasıl şekillendirdiğinden bahsedeceğim. Ancak söylemek isterim ki içselleştirdiğimiz toplumsal cinsiyet rollerine dair stereotiplerin farkına vararak ve kavrayarak eşcinselliğe dair stereotiplerin nasıl kurgulandığını ve geliştirildiğini daha iyi anlayabiliriz. Tam da bu nedenle toplumsal cinsiyet rolleri ele alınırken cinsel yönelim[2] ve cinsiyet kimliği[3] kavramlarını dışarıda bırakmak, toplumsal cinsiyet rollerinin ve bu rollerin hayatlarımıza yansımalarının eksik anlatılmasına ve anlaşılmasına neden olacaktır. Bu yüzden toplumsal cinsiyet rollerini tanımlarken ve anlatırken Zehra Dökmen’in Toplumsal Cinsiyet[4] isimli kitabında “…burada cinsel tercihler üzerinde durulmayacaktır. Bu kitabın konusu, toplumsal cinsiyet ve onunla ilişkili konulardır” diyerek yaptığı gibi cinsel yönelimler ve cinsiyet kimlikleri dışarıda bırakılmamalıdır. Çünkü bunlar olmadan toplumsal cinsiyeti tanımlamak mümkün değildir, tanımlansa da dediğim gibi bir yanı eksik kalacaktır. Zaten bireyin cinselliği biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet kimliği ve toplumsal cinsiyet rolleri unsurlarını içinde barındıran karmaşık bir yapıdır. Bir insan sadece kadın ya da sadece erkek değildir. Kadınlığını ya da erkekliğini sahip olduğu penis ya da vajina da belirlemez. Kaldı ki biyolojik cinsiyet de her zaman doğuştan belirgin bir şekilde gelmemektedir. Intersex olarak adlandırılan bireyler doğuştan her iki biyolojik cinsiyetin üreme organlarına sahiptirler. Cinsellik ve cinsiyet kavramı böylesine karmaşıkken toplumsal cinsiyeti sadece kadın erkek eksenine hapsetmek toplumsal cinsiyet kimliklerinin ve rollerinin bu sınırın dışında bırakılmasına dolayısıyla en baştan yanlış kurgulanmasına neden olacaktır.
Eşcinselliğe dair stereotiplerin kurgulanması ve o gruba dahil insanlara homojen bir grupmuş gibi yaklaşılmasının temelinde de kadın biyolojik cinsiyetine sahip kadınlar ve erkek biyolojik cinsiyetine sahip erkekler kategorisi üzerinden gidilmesinin ve dolayısıyla heteronormatif bir yapının kurgulanmasının ve kabul görmesinin katkısı çok büyüktür.
Toplumsal cinsiyet (gender), yaşanılan zaman ve coğrafyaya, kültüre göre değişen, farklı cinsiyetlere sahip insanlardan beklenilen sosyal rol, davranış ve fiziksel görünüşün bütününe verilen isimdir.[i] Toplumsal cinsiyet kavramıyla belli bir zaman döneminde belli bir kültürde “erkeksi” ya da “kadınsı” kabul edilen davranış özellikleri kastedilir. Bu özellikler, saç şekli ve giyim stilinden, insanların konuşma ya da duygularını ifade etme tarzlarına kadar uzanabilir.[ii] Bu nedenle toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin stereotipler toplumdan topluma ve kültürden kültüre değişmekle birlikte kadınlara ve erkeklere yüklenen belirli davranışlar ve roller ile her toplumda ve kültürde kendilerini gösterirler.
Yüksel ise toplumsal cinsiyeti en temel anlamıyla, kadınla erkeği, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik değerlerle birbirinden ayrıştıran bir sistem olarak tanımlamıştır. Bu sistemde kadınlar kadın gibi erkekler de erkek gibi davranmalıdır. Özellikle geleneksel, ataerkil aile yapısını hala korumakta olan toplumlarda kalıp ve fikirlere daha sadık kalındığı söylenebilir. Bu tür toplumlarda toplumsal cinsiyete dair keskin hatlı stereotipler kadınlığın ve erkekliğin oluşturulmasına kılavuzluk etmektedir. Stereotipler yaşadığımız evreni, içinde bulunduğumuz toplumu oluşturan insanları anlamak adına geliştirdiğimiz, bir çeşit kestirme yollardır.[iii]
Bu noktada zaten toplumsal cinsiyet rolleri bireyleri zorunlu heteroseksüelliğe mahkum etmekte ve tıpkı heteroseksüellik gibi bir yönelim olan eşcinselliği veya biseksüelliği tamamen yok saymaktadır. Bu da karşımıza heteronormativite kavramını çıkarır. Heteronormativite; heteroseksüelliğin normal ve tek cinsel yönelim olarak görüldüğü, toplumsal değerlerin, kuralların ve yaşam biçimlerinin herkes heteroseksüelmiş gibi kabul edildiği ve insanların kadın ve erkek olarak ikiye ayrılması gerektiğini iddia eden inançlar, düşünceler ve normlar bütünüdür. Cinsel ilişkilerin/evliliklerin de sadece ve sadece karşı cinsiyetlere sahip kişiler arasında olabileceğini ve her cinsiyetin kendine has rolleri olduğunu kabul eden bir kavramdır.[iv] Toplumsal cinsiyet kadın ve erkeğe uygun roller biçerken aynı zamanda en doğal olan ve “normal” olan ilişkinin kadın ile erkek arasında olduğunun da altını çizer ve sınırlarını çok keskin biçimde belirler.
Uygun erkek davranışı/yönelimi “erkeksi” olmak ve kadınlarla sevişmek, uygun kadın davranışı/yönelimi “kadınsı” olmak ve erkeklerle sevişmektir. Bu çerçevede, gerek kadın gerekse erkek eşcinsellere toplumsal cinsiyet rolleri atfedilir. Eşcinsel olunduğunda toplumsal cinsiyet de değişmelidir: Geyler kadın toplumsal cinsiyetine bürünmelidir, lezbiyenlerse erkek toplumsal cinsiyetine.[v]
Heteronormativite kavramı beraberinde heteroseksizmi getirir. “Heteroseksizm de bir tür ırkçılıktır. Kadınlara yönelik ayrımcılık olan seksizmin (cinsiyetçilik), heteroseksüel olmayanlara yönelik halidir. Heteroseksizm, heteroseksüelliği bir zorunluluk olarak görme ve biricik varoluş biçimi olarak dayatma halidir.”[vi] Heteroseksizmin belirlediği sınırların dışına çıkan eşcinsel erkekler ve kadınlar da biyolojik olarak dahil oldukları grubun değil karşı cinsiyet grubunun toplumsal cinsiyet rolleri ile özdeşleştirilirler. Zaten toplumsal cinsiyet düzeni cinsel yönelime müdahale etmek zorundadır, çünkü toplumsal cinsiyet kimliklerinin ve asıl önemlisi de “erkekliğin” korunması gerekmektedir. “Erkek; tohum veren, doğurtan, aktif olan taraf olmaktan feragat etmemelidir. Şayet “pasif” ise, o zaman da kadınsılaştırılmalıdır ki erkeklik sarsılmasın.”[vii] İşte bu yüzden eşcinsel erkeklerin daha kadınsı oldukları, kadın gibi hareket ettikleri, yürüdükleri, konuştukları ve makyaj yaptıklarına dair stereotipler geliştirilirken, eşcinsel kadınların da daha erkeksi oldukları, erkek gibi giyinip, erkek gibi kısa saçlara sahip olduklarına dair stereotipler geliştirilir. Stereotipler içinde bulunduğumuz toplumu oluşturan insanları anlamak için geliştirdiğimiz kodlamalardır ve bu kodlamalar sanki tek ve değişmez bir doğruymuş gibi kabul edilip bir gruba dahil olduğunu düşündüğümüz tüm insanlar için geçerli olduğu var sayılır.
Tüm bu bağıntılar neticesinde eşcinsel stereotiplerin aslında temelde cinsiyetçilikten kaynaklandığını söylemek hiç de yanlış olmaz. Çünkü “Cinsiyetçiliğin temelinde, ataerkil (baskıcı veya korumacı), cinsiyetler arasındaki sosyal rollerin farklılaşması (yarışmacı veya tamamlayıcı) ve heteroseksüel (düşmanca veya yakınlık) öğretileri vardır.”[viii] Diğer bir deyişle, eşcinsellik cinsiyet rollerine uymayan davranışları içermesi açısından cinsiyetçilikle yakından ilgilidir.
Bir blog’da[ix] karşılaştığım eşcinsel stereotipler üzerine yapılan bir araştırmanın sonucu gösteriyor ki, maceraperestlik, şiddet, agresiflik, kendinden eminlik, sportmenlik gibi erkeklere özgü davranışlar ve hoşlanılan şeyler eşcinsel erkekler için geçerlilik göstermezken eşcinsel kadınların özellikleri arasında sıralanmış. Yine kadınlığa atıfta bulunan naziklik, ev ile ilgili işlere olan yatkınlık, koruyuculuk ve sevecenlik, duygusallık gibi özellikler de eşcinsel kadınlarda geçerlilik göstermezken eşcinsel erkekleri tanımlamak için sıralanan özellikler arasındadır. “Erkek” olmak belirli toplumsal cinsiyet kalıplarından meydana gelmiş karakteristik özellikleri taşımaktan geçer. Bunlar arasında sert olmak, duygularını çok fazla belli etmemek, cinsel, ekonomik ve ruhsal anlamda güçlü olmak, kadın gibi olmamak sayılabilir. Dolayısıyla kadın gibi kırıtma, kadın gibi dedikodu yapma, kadın gibi ağlama gibi kadınları aşağılamak ve güçsüz olduklarına vurgu yapmak için kullanılan tanımlamalar erkek eşcinseller için de kullanılmaktadır. Böylece erkek eşcinseller de tıpkı kadınlar gibi bu cinsiyetçi bakış açısından ve tutumlardan nasibini almaktadır.
Nuray Sakallı’nın 2002 yılında ODTÜ’de okuyan öğrencilerle yaptığı bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkan bulgular, öğrencilerin eşcinsel erkekleri tanımlamak için kadınsı davranışlarda bulunan, “ayol, canım-cicim”li konuşan, makyaj yapan, pırıltılı giysiler giyen, yumuşak davranışlı olan, kırıtarak yürüyen, oynak davranan, yumuşak ses tonu olan, hassas gibi sıfatlar kullandıklarını göstermektedir.[x] Çok bariz bir şekilde görülmektedir ki eşcinsel erkeklere verilen sıfatlar toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlarda olduğunu varsaydığı sıfatlarla çok benzerlik göstermektedir.
Tüm bu zorunlu heteroseksüel olma ve heteroseksüelliği biricik varoluş biçimi olarak görme ve dayatma hali de heteroseksüellik dışındaki diğer yönelimleri görmezden gelme, yargılama, aşağılama ve de nefret etme haline dönüşerek homofobiyi doğurur.
Eşcinselliğe dair stereotipler sadece davranış temelinde değil sosyal hayatın kurgulanışında da kendini göstermektedir. Eşcinsel erkekler yine cinsiyetçi bir bakış açısıyla ve toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak daha çok özen ve hassasiyet istediği ve kadınlara uygun olduğu düşünülen moda tasarımcılığı, kuaförlük gibi mesleklerle temsil edilmekte, misal sanayide çalışan bir oto tamircisi ya da marangoz olarak temsil edilmemektedir medyada. Çünkü bu tarz işler erkeklere özgü işlerdir, güç gerektirir, zeka gerektirir ve eşcinsel erkekler bu vasıflara sahip değildirler toplumun gözünde. Böylece eşcinsel erkekler kadınlarla birlikte ikinci sınıf insanlar olarak görülmekte ve gösterilmektedir.
[i][i] Başar, K. (2003). Lezbiyen ve Geylere Yönelik Psikiyatrik Tedavi Girişimleri: Etik Sorunlar, Lezbiyen ve Geylerin Sorunları. Kaos GL Sempozyumu, s.107
[ii] Kaos GL (2008). Eşcinsellikle İlgili Sıkça Sorulan Sorular. s.6
[iii] Yüksel, N. A. (2007). Erkekliğin ve Kadınlığın Toplumsal Kuruluşu ve Değişimi. Kaos GL (32), s.18
[iv] Aşan, E. (Dü.). (2008, Nisan). www.feminisite.net. adresinden alınmıştır.
[v] Acar, G. S. (2009). Heteroseksizm: Patriyarkanın en güçlü dayanağı. Anti Homofobi Kitabı. Kaos GL. s. 152.
[vi] GL Sözlüğü, Kaos GL Dergisi (1. sayı),(1999).
[vii] Acar, G. S. (2009). A.g.e. s. 153.
[viii] Sakallı & Uğurlu, N. Uğurlu O. (2003). Eşcinsellik ve Eşcinsellere İlişkin Tutumlar: Önyargı ve Ayrımcılık. Lezbiyen ve Geylerin Sorunları. Kaos GL Sempozyumu. s.57
[ix] Rudder, C. (2010, Ekim). www.blog.okcupid.com. adresinden alınmıştır.
[x] Sakallı & Uğurlu, N. Uğurlu O. (2003). Eşcinsellik ve Eşcinsellere İlişkin Tutumlar: Önyargı ve Ayrımcılık. Lezbiyen ve Geylerin Sorunları. Kaos GL Sempozyumu. s.58
No comments:
Post a Comment