Hazır schengen vizesi almışken İsveç’ten, tatilin bir kısmını da başka bir ülkede geçireyim fikrinden çıktı Barselona gezisi. Görmeyi en çok istediğim şehirlerden biri olan Barselona’ya, Stockholm’den geçtim 3,5 saatlik rahatsız bir yolculuk ile ucuz etin yahnisi böyle olur diyerek. Diğer yandan Avrupa’yı kuzeyden güneye geçerken bir nevi göçmen kuş gibi hissettim kendimi..
Barselona havaalanına iner inmez bir turizm bürosu aradı gözlerimiz ve hemen çıkışta bulduk bir tane ve daha önce internette araştırıp öğrendiğim ve bize kalacağımız süre boyunca toplu taşıma araçlarını ücretsiz kullanmamızı ve bazı müzelere indirimli girmemizi sağlayacak Barselona Kart’ı satın aldık; yanında müzelerin, parkların ve bilumum ziyaret edilmesi gereken yerlerin adreslerini, haritada yerlerini açılış ve kapanış saatlerini ve giriş ücretlerinin detaylarıyla yer aldığı bir kitapçık ve Barselona şehir haritası ile birlikte. 5 günlük bu kart için 36 Euro ödedik –ki daha sonra yaptığım hesapla sadece toplu taşıma araçlarına bile bu rakamdan daha fazlasını ödeyecektik. Havaalanından Barselona şehir merkezine ulaşmanın 3 yolu var; biri yarım saatte bir hareket eden özel otobüs şirketlerinden birini kullanmak, diğeri trenle Catalunya’ya gitmek, bir diğeri ise her yerde olduğu gibi taksi. Biz Catalunya’ya gitmeyi tercih ettik, hem Barselona kartı ile bunu ücretsiz gerçekleştirebileceğimiz hem de otelimizin hemen 50 metre yakınındaki Liceu metro istasyonunun Catalunya istasyonundan sadece bir durak mesafede olmasından dolayı. Oteli de internet yoluyla bulmuştum ve haritada da yerini görmüştüm ama bu kadar merkezi bir yerde olduğunu tahmin etmemiştim yine de. Barselona’nın meşhur La Rambla caddesinden sadece 50 metre içerideydi otel, Liceu Tiyatrosunun köşesinden dönünce. Şehrin turistik merkezi bu cadde, limanla Catalunya arasında uzanan La Rambla. Tabi turistik merkez olarak burası belirlendiği için otellerde bu bölgeye toplanmış, bir de cadde boyunca restoranlar, hediyelik eşya dükkanları, kılıktan kılığa girmiş bir sürü animatör, turistlerin portresini ya da karikatürünü çizen ressamlar yani akla gelebilecek her türlü turistik şey mevcut burada tabi cadde boyunca bir aşağı bir yukarı ellerinde fotoğraf makineleri veya videoları ile sağın solun görüntüsünü alan yüzlerce, binlerce turist de tamamlıyor bu tabloyu. Bir kez baştan aşağıya yürümek yeterli aslında caddeyi sırf prosedüre uymak için yoksa bayıyor fazlası. Zaten çok da bir çekiciliği yok buranın bence, hele insanların şu, kimi samuray kılığındaki, kimi pet şişelerden yaptığı kıyafetiyle –ki ben ona petman adını verdim-, kimi 80’li yılların pop grubu kılığındaki ve çoğu yine çeşitli kostümlerle ama hareketsiz durarak kendine heykel görüntüsü vermiş animatörleri büyük hayranlıkla izlediklerini ve fotoğraflarını çekmek için ya da onlarla fotoğraf çekilmek için birbirleriyle yarışmaları seyretmesi eğlenceli ama bir o kadar da itici yanıydı La Rambla’nın. Cadde üzerinde bir de turizm ofisi var, Catalunya’da da biri oldukça büyük iki tane. Saat 8’e kadar açık bu ofisler. Ellerinde harita olmasına rağmen haritadaki bir noktaya nasıl gideceklerini, hangi restoranın, hangi otelin iyi olduğunu, rembetika gecesini en iyi yapan restoranın hangisi olduğunu sormak ya da zaten yeterince detaylı barselona şehir haritasında kendi yolunu bulabilecek o yüzden sadece barselona kart almak isteyen insanlar sabırla bekliyorlar turizm ofislerinin önündeki kuyrukta. Biz Havaalanında aldığımız harita yanımızda olduğundan es geçiyoruz bu turizm ofislerini ve elimizle koymuş gibi buluyoruz otelimizi ve diğer gitmek istediğimiz yerleri. Otele çantalarımızı bıraktıktan ve duş aldıktan sonra kendimizi attığımız La Rambla’dan Catalunya’ya yürüyene kadar geçen 15 dakika içinde diğer günlerde de göreceğimiz gibi o gayet rutin ve monoton meşhur turistik caddeyle ilgili düşüncelerim şekilleniyor: gereksiz ve sıkıcı.
Catalunya oldukça büyük bir meydan , ortasında geniş bir alanı, havuzu ve dört bir yandaki heykelleriyle. İnsanların oturup soluklanabilecekleri banklar var etrafta ama yer bulmak oldukça zor o yüzden çimenlerin üzerinde, merdivenlerde yani buldukları boş herhangi bir yerde dinleniyor insanlar. Kalabalık bir meydan, biri La Rambla olmak üzere 5 geniş caddenin kesiştiği. Barselona’da bir sürü meydan var Catalunya meydanı gibi, caddelerin kesişme noktaları oldukça geniş bırakılmış ve bu tür meydanlar haline getirilmiş bu da şehre oldukça ferah bir hava katıyor. İnsan kendini şehrin içinde sıkışmış kalmış hissetmiyor, binalar üstüne üstüne gelmiyor insanın. 20. yüzyıl başlarında Gaudi’nin çizdiği planlar doğrultusunda inşa edilen Barselona’nın yeni yerleşim yerlerinde de her dört caddenin kesiştiği ve büyük olarak atfedilmeyen meydanların bile bizim kızılay meydanı kadar olduğunu söylemem yeter sanırım şehrin nasıl ferah olduğunu anlatmak için.
Catalunya meydanında biraz dinlenip geldiğimiz yönün tam aksine yine La rambla caddesi üzerinden Limana doğru yürüyoruz. Bizi büyük ve yüksek bir sütun üzerinde bir eliyle uzaklarda bir yeri gösteren Cristof Colomb anıtı karşılıyor. Daha sonra o parmağın Amerika kıtasını gösterdiğini öğreniyoruz. Sütunun alt kısmı aslan heykelleriyle donatılmış bir de asansör var sütunun içinde yukarıya çıkıp barselona izlenebilsin diye ama biz fırsat bulup çıkamadık bir türlü. Sütunun yanından karşı kaldırımdan geçtiğimizde limanı görüyoruz karşımızda. Limanı hemen karşısındaki, sonradan doldurularak oluşturulmuş yapay bir adacığa bağlayan uzunca ve yay şeklinde farklı ve modern mimarisiyle dikkat çeken bir köprü var. Bu adacığın üzerinde bir alışveriş merkezi, restoranlar, sinema salonları ve ta diğer ucunda da Barselona’nın o meşhur akvaryumu var. Köprünün sol tarafı yat limanı, gece olunca barcelona ışıl ışıl yansıyor bu limana. Yat limanı boyunca oldukça geniş bir yaya yolu var, bu yaya yolunun ileride sağa doğru kıvrıldığı yerde hemen solda eski bir yapı duruyor tüm ihtişamıyla, Ulusal müze. Yaya yolu buradan sonra daha da genişliyor ve oldukça ferah, yeşil bir meydana dönüşüyor. Barselona’da en hoşuma giden şey, insanlara ayrılmış bu ferah, geniş alanlar. Daha öncede dediğim gibi insanı tamamen uzaklaştırıyor şehrin içinde sıkışıp kalmışlık duygusundan.
Yaya yolunun meydana dönüştüğü yerin paralelinde binaların hemen arkasında da Barselona plajları uzanıyor kilometrelerce. Plajlarda oldukça geniş ve kumsal. Gittiğimiz gün kendimizi attığımız kumsalda bir güzel güneşlenip denizin keyfini çıkarıyoruz ama benim aklım gelmeden önce bir arkadaşımdan tarifini aldığım kumsalın sonundaki Gey plajında. Çok da vakit kaybetmeden soluğu orda alıyorum, plajın diğer kısımları ile kıyaslandığında oldukça bakımsız hatta kumu bile diğer taraflardan daha kötü olan bu köşeye sıkışmış küçük plajda tüm bu olumsuzluklara rağmen metrekareye düşen insan yoğunluğu o kilometrelerce uzanan kumsalın diğer yerlerinden oldukça fazla. Belki eşcinsel popülasyonla plajın küçüklüğü arasındaki ters orantı sebeptir buna ama plajdaki kimse bu sıkışıklıktan rahatsız görünmüyor. Mayolu insan sayısının oldukça az olduğu bu plajda çoğunluğu geyler oluşturuyor, bu arada insanların ispanyol erkekleri deyip başka bir şey dememelerine daha gittiğimin ikinci dakikasında hak veriyorum. Neyse konuyu dağıtmayalım. Velhasıl denizi çok hoşuma gitmese de barselona plajları benim gibi güneşlenme ve bronzlaşma delileri için oldukça verimli tabi göz banyosu için de.
Ağustos sıcağında gittiğimiz için aslında endişeliydim de nasıl gezilecek o güneşin altında onca yer diye. Ama şans mı desem şanssızlık mı ilk günkü güneşli havayı bir daha bulamadık Barselona’da. Gezmek için elbette şanstı, kavurmayan bir güneş olmadığı için, ama bir yandan da şanssızlıktı denize istediği kadar çok vakit ayıramayacağım için. Gezilmesi gereken bir sürü müze, park, bahçe, bina vesaire vardı ama maalesef bizim vaktimiz sınırlıydı. Hepi topu 5 gün için gitmiştik Barselona’ya. Birlikte gittiğim arkadaşımın çantası ikinci günümüzde çalınınca tatilin keyfi biraz kaçtı ve zaten kısıtlı zamanımınz biraz daha kısaldı. Ama yine de kısa bir sürede sıkıntıyı atıp üzerimizden tadını çıkarmaya çalıştık Barselona'nın.
Ertesi gün Barselona'ya gidip de görülmeden dönülmeyecek muhteşem bir binayı ziyarete gittik. Sagrada Familia 100 yıldan daha önce yapımına başlanan ancak halen biritilememiş Gaudi'nin muhteşem eseri. Şehrin ortasında tüm ihtişamıyla duruyor ki bu henüz tamamlanmamış hali bile muhteşem ve devasa. İnsana kendini hayran bırakıyor ve tabi bol bol fotoğrafını da çektiriyor. Sagrada Famila'dan sonraki durağımız Park Guell.Bir tepenin üzerie kurulmuş bu parkta tüm Barcelona ayaklarımızın altında, seyretmesi oldukça keyifli havanın kapalı olması bile bu keyfi azaltmıyor.
Barselona'dan ayrılmadan önce görebildiğimiz bir yerde Gaudi'nin La Pedrara isimli binası. Bu apartman farklı tarzıyla ve özellikle de bacalarıyla ünlü.
Barselona gezisi tadına doyulmayacak bir şekilde sonlanıyor ve tabi ki ileride mutlaka tekrar gelinecek ve hatta bir süre yaşanacak bir yer olarak not defterimdeki yerini alıyor.