March 25, 2014

Günahtan Hastalıga Escinselligin Seyri*

Eşcinsellik kelimesi 1892 yılında Charles Gilbert Chaddock tarafından İngilizce’ye sokulmadan (Halperin, 2001:37) önce erkeklerin erkeklere ya da kadınların kadınlara duydukları arzu, aşk ve cinsel istek ancak hemcins arzu olarak nitelendirilmiştir. Nitekim Robert Padgug, “heteroseksüel ve eşcinsel davranışlar evrensel olabilir; eşcinsel ve heteroseksüel kimlik ve bilinç modern gerçekliklerdir” diyerek eşcinsellik teriminin türetildiği ve kullanılmaya başlandığı zamandan önceki hemcinse duyulan arzunun ve pratiklerin bugünün terimleriyle anlamlandırılmasının yanlış olduğunun altını çizmektedir (2001:59). Padgug ayrıca şu anda bizim eşcinsellik dediğimiz olgunun kapitalizm öncesi toplumlarda insanları tanımlayan bir nitelikler bütünü olmak bir yana, bir davranışlar bütünü olarak bile görülmediğini söylemektedir (2001:58). Bu yüzden, şu anda bizim eşcinsellik olarak adlandırdığımız olguya karşılık gelen edimlerin anlamıyla, eski topluluklardaki edimlerin aynı anlama gelmeyebileceğini de hesaba katmak gerekmektedir. Bundan dolayı bir eşcinsellik tarihinden ziyade birbirlerine duygusal ve cinsel açıdan ilgi ve yakınlık duyan hemcinslerin tarih boyunca mevcudiyetlerinden bahsetmek daha yerinde olacaktır. Nitekim yapılan çeşitli arkeolojik kazılar sonucu yaşamlarına dair bir çok fikir edindiğimiz farklı topuluklarda bugün eşcinselik olarak adlandırdığımız edimlerin var olduğunu görmekteyiz.

Bu durumun günümüze ulaşmış en iyi kanıtları Byrne Fone’un da söylediği gibi Antik Yunan toplumunda kendisini göstermektedir (1998:11). Ancak eşcinselliğin tarihi dendiğinde akla ilk gelen topluluklardan birisi olan Antik Yunan topluluğunda kabul gören eşcinsellikten bahsederken dikkat etmemiz gereken nokta, buradaki eşcinselliğin yetişkin erkek ile genç erkek arasındaki cinsellik olduğudur. Oğlancılık, Yunanlılarda topluma kabul edilme kurallarından birisidir. İyi bir vatandaş örneği olan yetişkin erastes[1]’in spermleri yoluyla pais[2]’e erkeklik aktarması oğlanın iyi bir baba, iyi bir vatandaş haline gelmesini sağladığı ve iyi bir vatandaş olarak yetişen oğlanın, ileride bir erastes, bir savaşçı, bir avcı olması için gerekli olduğu düşüncesinin bir ürünüdür (Gezgin 2010:222).

Antik Yunan’da, kendi cinsine duyulan arzu düşüncesi, felsefi bir kavram olan “paiderastia”[3] ile tanımlanmıştı. Ancak, erastes ve eromenos arasındaki bu doğal ve gerekli görülen ilişki oğlanın kıllarının çıkmaya başlamasıyla bıçak gibi kesilmekteydi. Bu, bir erkekliğe geçiş dönemiydi ve oğlanın kıllanmaya başlaması bu dönemin bittiğinin habercisiydi. İşte bundan sonra halen bu tarz bir ilişki yaşamaya devam etmeyi isteyen, yani edilgen olarak hemcins ilişkiye devam etmek isteyen pasif erkek, suçlanmakta ve lanetlenmekteydi. Oysa, aktif rolde olan aynı suçlamaya ve lanetlenmeye maruz kalmıyordu. Çünkü asıl suç olan, erkeksi bir şeyi, kadınsı bir şekilde kullanmaktı. Çünkü bu erkekliğe hakaret eden bir davranıştı (Gezgin 2010:223). Padgug’a göre, Antik Yunanda insanlarının, bugünkü tanımıyla olmasa da, eşcinseller ve heteroseksüeller olarak ikiye ayıran cinsel kategorileri bilmediğini söylemek yanlış olur (2001:54).

Eşcinselliğin Antik Yunan toplumunda özgürce yaşandığı ve kabul edildiği inancının çok da doğru olmadığı, günümüzden çok farklı koşullarda ve çok farklı anlamlar dünyasında şu an tahayyül edemeyeceğimiz bir anlama sahip bir olgu olduğu açıkça görülmektedir. Öte yandan, eşcinsel ilişkilerin uygun bir davranış olup olmadığı, kabul edilip edilmediğinin ötesinde hemcinsler arasındaki duygusal ve cinsel ilişkilerin tarihin her döneminde var olduğunu göstermemiz açısından Antik Yunan toplumu önemli bir kaynaktır.

İnsanlık tarihi boyunca var olan eşcinselliğin kendisine bir isim ve bir kimlik bulması için 19. yüzyılın sonlarını beklemesi gerekmiştir. Bu zamana kadar tarihin çeşitli dönemlerinde günah ve suç sayılan ve cezalandırılan eşcinsellik, 19. yüzyıl sonlarından itibaren, doğuştan mı geldiği yoksa sonradan mı edinildiği; doğal mı yoksa doğaya aykırı mı olduğu, hastalık mı yoksa yalnızca cinsel yönelimlerden birisi mi olduğu konusunda çokça tartışılmış ve tartışılmaya devam etmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, heteroseksüelliğin değil de eşcinselliğin araştırılıyor olmasının altında eşcinselliğin “doğal ya da normal olmayan bir olgu” olarak algılanması yatmaktadır. Çünkü bir olgunun nedenini merak etme ihtiyacı onu değiştirme, müdahale edebilme ve onu kontrol edebilme isteğiyle şekillenmektedir.

Eşcinsellik bir yandan bilim, bir yandan din, bir yandan da patriyarkal ve heteroseksist sistemin kuşatması altındadır. Eşcinselliğin doğaya aykırı, hastalık ya da günah olarak tanımlanması eşcinsellere karşı çeşitli önyargıları da beraberinde getirmektedir. Önyargılar, ortak bir niteliği bünyesinde barındıran bir insan topluluğu hakkındaki düşünce kalıplarımızdır. Bu önyargılar o topluluğa ait gerçek kabul ettiğimiz bazı kalıp yargıların gelişmesine neden olur ve o gruba ait olduğunu düşündüğümüz kişileri tanımlayabilmek için elimizdeki bu referansları kullanırız (Başar, Nil, Kaptan 2010:73). Sabit ve değişmez kabul edilen bu referanslar, gruba karşı önyargılarımız çerçevesinde yaklaşmamıza neden olmaktadır. Bu önyargıları din, tıp ya da hukuki düzenlemeler yeniden üretmektedir.
Eşcinselliğe karşı geliştirilen argümanları üç temel başlık altında toplayabiliriz: Günah olarak eşcinsellik, suç olarak eşcinsellik ve hastalık olarak eşcinsellik. Eşcinselliği farklı perspektiflerden bakarak değerlendiren ve yargılayan bu üç temel başlığın buluştuğu ortak nokta ise, eşcinselliğin “doğaya aykırı” olduğu ve bir şekilde ortadan kaldırılması, önüne geçilmesi, yasaklanması ve uygulayıcılarının cezalandırılması gerektiğidir. Geçmişten günümüze kadar ulaşan bu çabaların etkileri toplumdan topluma ya da kültürden kültüre farklılık gösterse de, halen eşcinsellerin üzerinde büyük baskı oluşturmakta ve var oluşlarını ifade etmelerini engellemektedir.  
Dünyada geniş bir kesim tarafından eşcinselliğin günah olduğuna dair paylaşılan inanç bu tartışmaların farklı bir boyutta devam etmesine neden olmaktadır. Eşcinselliğin günah olmasının temelinde üreme amaçlı değil, haz amaçlı olması yatmaktadır. Çünkü cinselliğin denetlenmesi ve üremenin garanti altına alınması amacını taşımaktadır. Cinsel ilişkinin de yalnızca dünyaya çocuk getirmek amacıyla yapılabileceğini söyleyen tek tanrılı dinler, üremenin mümkün olmadığı her türlü hazzı günah kategorisine sokmuştur. Anal seks ve mastürbasyonla birlikte eşcinsellik de günah kategorisindedir (Candansayar 2011:154-55). Ortaçağ Yahudi-Hıristiyan geleneğinin temel ideolojisine göre, kutsal evlilik düzeni içinde olmayan, olsa bile Tanrı’ya hizmet edecek kullar üretmek amacının dışına çıkılarak zevk amacıyla girişilmiş her türlü edim günah sayılmıştır. Zevke yapılan bu vurgu, Adem’le Havva’nın yasak meyveyi yiyerek insanın cennetten kovulmasına neden olan “ilk günah”a bir göndermedir (Cömert 2009:171). Sodomi[4] utanç verici bir günahtır ve bu yöndeki ilk kilise hükmü 1102 yılında İngiltere’de Londra Kilise Konseyi tarafından verilmiştir (Fone 2000:140).
Üç büyük tek tanrılı din, eşcinselliği açıkça, iğrenilecek ve zaman zaman da ölümle cezalandırılacak bir şey olarak değerlendirir ve çeşitli nedenlerle yasaklar. İslam dininde eşcinsellik dendiğinde akla ilk gelen şey Lut Kavmi ve onların başına gelenlerdir.[5] Lut kavminin helak olmasının, onların cinsel pratikleriyle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Hristiyanlık ise, eşcinselliğe daha hoşgorüyle yaklaşan Yunan-Roma kültüründen de etkilendiği için hemcins ilişkilere karşı ancak 12. yüzyıldan sonra tavır almaya başlamıştır (Afary ve Anderson 2011:252-53).
Tevrat’ın Tekvin[6]’inde anlatılan Sodom ve Gomarrah’ın hikayesi eşcinsel davranışlara karşı geliştirilen dini yasaklamanın temeli olarak kabul edilir (Fone 2000:75). Sodom ve Gomorrah şehirlerinin de, tıpkı Kuran’da geçen Lut kavmi gibi sapkın eşcinsel ilişkiler yaşadıkları için helak edildiği öne sürülmektedir. Tevrat’ta geçen bu hikaye önce İncil’de, sonra da Kuran’da eşcinselliğin büyük bir günah olarak yorumlanmasına neden olacak ayetlere öncül olmuştur. Muhsin Hendricks[7], eşcinselliğe göndermede bulunan Sodom ve Gomorrah’ın hikayesi olmadan, müslümanlar için eşcinsellikle ilgili bir görüş belirtmenin son derece zor olduğunu belirtmektedir (Kaos GL 1998:24).
Dinlerin eşcinselliği en büyük günahlardan birisi olarak tanımlaması halen, özellikle şeriatla yönetilen bazı İslam ülkelerinde, eşcinsellerin ölümle cezalandırılmalarına neden olmaya devam etmektedir. Bir çok Hıristiyan ve İslam ülkesinde eşcinsel karşıtı dini gruplar faal bir şekilde eylemler yapmakta ve eşcinselliğin günah olmasından ötürü yasaklanmasını talep etmektedirler.[8] Her ne kadar kutsal kitaplarda eşcinsel yönelimin günah olarak tanımlandığı ve cezalandırılması gerektiğine dair bir cümlenin varlığı konusunda uzlaşı sağlanamamış olsa da eşcinsellerin kendi varoluşlarına sahip çıkamamalarının önündeki en büyük engellerden birisinin dini söylemler olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. 

Dinin iktidar aygıtı olarak gücünü kaybetmeye başlaması ve toplum düzeninin sağlanması için kullanılan günah temelli söylemlerin yerini hukuk kurallarına bırakmaya başlamasıyla birlikte eşcinselliği tanımlayan “günah” sıfatı yerine “suç” sıfatına kullanılmaya başlanmıştır. Uzun bir süre boyunca dini yasaklamalarla cezalandırılmış olan eşcinsellik, sıfatının suç olarak değiştirilmesiyle birlikte hukuk kurallarıyla da düzenlenerek yasaklanmaya yönelik yaptırımlara maruz kalmaya başlamıştır. Böylece ilk din dışı yasaklama 1533 yılında yine İngitere’de Kral VIII. Henry tarafından çıkarılan bir yasa[9] ile başlamıştır (Candansayar 2011:156).
Tarihin farklı dönemlerinde, farklı ülkelerde eşcinsel bireyler sırf cinsel yönelimlerinden dolayı hapse atılmış, öldürülmüş ve işkenceye maruz kalmışlardır.  Eşcinselliği suç sayılması ve yasalarla cezalandırılması bazı Batı ülkelerinde bile günümüze kadar uygulana gelmiştir. İngiltere’de 1533 yılında yasaklanan eşcinsellik ancak 1967 yılında suç kapsamından çıkarılabilmiştir. İngiliz yönetiminden kalma yasaların halen yürürlükte olmasından ötürü Kuzey Kıbrıs’ta eşcinseller günümüzde dahi beş yıla kadar hapis cezasına çaptırılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadırlar.[10] Yine İngiltere yasalarından kaynaklı eşcinselliğin suç sayıldığı ülkelerden birisi olan Hindistan’da ise eşcinsellik ancak 2010 yılında suç olmaktan çıkarılmıştır.
Dünya,  bugüne kadarki en büyük eşcinsel kıyımıyla Nazi Almanyası döneminde karşılaşmıştır. 1933 yılından 1945 yılına kadar yaklaşık elli bin eşcinsel hapse atılmış ve bunlardan on-onbeş bin tanesi Nazi toplama kamplarına gönderilmiş, kollarına eşcinsel olduklarını göstermek üzere pembe bir üçgen takılarak zalimce çalıştırılmanın yanında Nazilerin eşcinselliğe tedavi bulmak üzere yaptıkları akıl almaz deneylerde denek olarak kullanılmışlardır.[11]
Dünya üzerinde özellikle hukukun şeriat kanunları ile tatbik edildiği bazı İslam ülkelerinde eşcinsel edimler ölüm cezasına varan ağır yaptırımlara tabi tutulmaktadır. Bu ülkelerde günah ve suç kavramları iç içe geçmiştir ve günah olan bir şeyi yaptıkları için eşcinseller şeriat kanunu tarafından cezalandırılmaktadırlar. İran, Suudi Arabistan, Sudan, Yemen ve Moritanya ile Somali ve Nijerya’nın bazı bölümlerinde olmak üzere yedi ülkede eşcinsel olmanın cezası ölümken, eşcinseller otuz iki ülkede[12] 10 yıl ve üzeri hapis cezası, otuz altı ülkede de[13] 10 yıldan daha az olmak üzere hapis cezasına çaptırılmaktadırlar. Birçok ülkede ise eşcinseller hapis cezasına çarptırılmasalar bile para cezası ya da zorunlu kamu hizmeti[14] ile cezalandırılmaktadırlar.
Türkiye’de eşcinselliği yasaklayan bir kanun maddesi olmamasına karşın, eşcinselleri cinsel yönelimlerinden dolayı uğrayacakları ayrımcılıktan koruyacak bir yasanın olmaması, eşcinsel bireylerin hukuksal süreçte ayrımcılığa maruz kalmalarına ve adli yargılanma haklarının ellerinden alınmasına neden olmaktadır.
Eşcinselliğin 1869 yılında kavramsallaştırılmasından kısa bir süre sonra psikolojinin kendini bir bilim dalı olarak ortaya koymasıyla birlikte, eşcinsellik mastürbasyon gibi insanın bedensel ve ruhsal dejenerasyona (yozlaşma) uğramasına neden olan bir ruhsal hastalık olarak görülmeye ve 20. yüzyıl başlarından itibaren de zorla tedavi edilmeye başlanmıştır. Özellikle ellili yıllarla yetmişli yıllar arası, eşcinselliği tedavi etmek için istemdışı, zorla tedavi uygulamalarının en yoğun olduğu dönemlerdir. Bu dönemde istemdışı olarak psikiyatri hastanelerine kapatılan eşcinseller, psikanaliz, elektokonvulzif tedavi (EKT), elektrik şokuyla kaçınma tedavisi, apomorfinle kusturma ve bilişsel, davranışçı terapi gibi yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılmıştır. (Candansayar 2009:71 ve Cömert 2009:172). 
Eşcinselliğin tıp disiplini kapsamında sağlık ve hastalık boyutlarıyla değerlendirilmeye başlanmasıyla birlikte yeni sorunlar ortaya çıkmıştır. Çünkü o zamana dek günah, suç ya da ayıp kavramları üzerinden ayrımcılık ve dışlanmaya maruz kalan eşcinseller, tedavi uygulamalarının nesnesi haline dönüşmüşlerdir (Çabuk, Candansayar 2010:85). Bu zamana kadar eşcinsellik dinsel bir günah olarak görülürken, sekülarizasyonla koşut olarak ruhsal bir hastalık olarak inşa edilmiştir (Candansayar 2009:71). Heteroseksüellik dışındaki cinsellik ve cinsel ilişki tarzları tıbbıleştirme sürecinin en yoğun olarak işlediği alanlardan biridir. Tıbbileştirmeden kasıt, sapkın davranışlar ve durumlar için tıbbi çözüm yolları bulunmasıdır (Candansayar 2011:159). Tıbbın eşcinselliği tanımlamak üzere kullandığı “homoseksüel” terimi yerine eşcinsel hareketin “gey” terimini kullanmaya başlaması da bu tıbbileştirmeyle birlikte eşcinselliğin hastalık gibi gösterilmesine karşı bir duruştur. Çünkü bu sözcük homoseksüel kelimesi gibi seks üzerine vurgu yapmamakta ve herhangi bir edimi temel almamaktadır (Cömert 2009:173).  Üstelik homoseksüel kelimesinin yıllardır tıbbi bir terim olarak ve çoğunlukla ruhsal bozuklukla birlikte kullanılmasından kaynaklı olumsuz bir çağrışımı vardır. Türkiye’de de cinsel yönelimi hemcinsine doğru olan hem erkek hem de kadınlar için homoseksüel yerine eşcinsel kelimesinin kullanılması tercih edilmektedir. 
1935 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) tarafından yapılan ruh hastalıkları sınıflandırmasında “patolojik cinsellikli psikopatik kişilik” tanımı altında yer alan eşcinsellik, 1952 yılında APA’nın oluşturduğu tanı kılavuzunda (DSM), “sosyopatik kişilik bozukluğu” kategorisinin bir alt grubu olan seksüel sapkınlıklar bölümünde transvestizm, fetişizm, sadizm ve pedofili ile birlikte yer almıştır. 1968 yılında ise, DSM-2 basılmış ve bu sefer eşcinsellik, teşhircilik, fetişizm ve pedofili ile birlikte yer almıştır. 1973 yılına gelindiğinde ise, eşcinsellere yönelik ayrımcılığa ve yasal sınırlamalara son verilmesine yönelik APA’nın içinden yapılan bir çağrıyla eşcinsellik hastalık kategorisi olmaktan çıkarılmıştır (Yetkin 2009:79).  1990 yılına gelindiğinde de Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliği hastalık kategorisinden çıkarmıştır.[15] 
Bu gelişmelere rağmen günümüzde hala eşcinselliği bir ruhsal ve davranışsal bozukluk olarak tanımlayan psikologlar ve psikiyatri uzmanları bulunmaktadır. Eşcinselliği bir hastalık olarak tanımlayan psikanalistlerin çıkış noktaları kuşkusuz ki dinsel ve ideolojik temalara dayanmaktadır (Mert 2009:84). Bu yüzden onarım terapisi adı altında dünyanın her yerinde eşcinseller “dönüştürülmeye” çalışılmaktadır.





[1] Erastes, yetişkin olan vatandaş, hayatta tecrübeli, savaş yöntemlerinde zeki, servetinin ve evinin yönetiminde örnek gösterilen, ailesine karşı sorumlu, cesur, onurlu ve kendini dürüstlüğe adamış kişidir. sevgili, aşık anlamına gelmektedir. Erastes’in görevi sadece kur yapmak ve baştan çıkarmakla değil, oğlanı savaş ve avcılık sanatında geliştirmek, hayatı doğru idare etmeyi öğretmek ve iyi bir vatandaş olarak yetiştirmektir. (Bkz. Byrne Fone 2000:19)

[2] Oğlan veya erkek çocuk anlamına gelen pais ise, henüz sakalları çıkmamış genç olarak tanımlanır ve davranışlarından alçak gönüllü, atletik ve cesur, kendini geliştirmeye istekli ve sevgilisinin aşk ve hayatı idare etmek hakkında öğreteceklerini öğrenmeye istekli olması beklenen taraftır. Pais, sevilen veya arzulanan anlamına gelen “eromenos” sıfatı ile anılmaktadır. Ayrıca Aitas (dinleyici, alıcı) ya da kleinos (hayranlık duyulan) olarak da adlandırılmaktadır. (Bkz. Byrne Fone 2000:19)

[3] Paiderestia kavramı, oğlan veya erkek çocuk anlamına gelen “pais” ve sevmek anlamına gelen “eran”ın birleşmesinden ortaya çıkar. Öğretmen ve öğrenci rollerinin âşık ve sevgili ile birleştiği bir ilişkiye işaret eder. (Bkz: Byrne Fone 2000:19)
[4] Sodomi kelimesi Tevrat’ta ve İncil’de adı geçen günahkar şehirler Sodom ve Gomorrah’dan gelmektedir. Sodomi, vajinal olmayan ve yeniden üremeyi amaçlamayan her türlü cinsel ilişkiye verilen isimdir, buna erkekler arasındaki cinsel ilişki de dahildir. Ancak Sodominin bu geniş anlam içeriği Ortaçağ’da daralarak, özellikle hemcinsler arasındaki cinsel ilişkiye işaret eder olmuştur (Fone 2000:81-86)

[5] Kuran’da Lut kavminden, Araf Suresi 80-84. Ayetleri, Hus Suresi’nin 77-83 ayetleri, Neml Suresi 54-58 ayetleri ve Ankebut Suresi 28-35 ayetlerinde bahsedilmektedir. Hikayeye göre Lut, kavmine peygamber olarak gönderilmiş ve onları şöyle uyarmıştır: “Gerçekten siz, sizden önce hiçbir toplumun yapmadığı bir hayasızlığı işliyorsunuz. Siz hala erkeklere yanaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?” Lut’un kavmi uyarıyı dinlemeyince, Allah kavmi “helak etmiştir. (www.diyanet.gov.tr)

[6] İbranice “başlangıç” anlamına gelmektedir. Tanah ve Eski Ahit'in ilk beş kitabını oluşturan Tevrat'ın birinci kitabıdır. Batılı dillerdeki adı Yunanca’da "yaradılış, doğuş" anlamına gelen Genesis kelimesinden gelir. (Kaynak:http://www.izmirprotestan.org/calismalar/yasakitaplari.htm)

[7] Muhsin Hendricks, Güney Afrikalı eşcinsel bir imamdır ve eşcinselliğin Kuran’da yasaklanmadığını ispatlamaya yönelik çalışmalar yapmaktadır. Ona göre Sodom ve Gomarrah şehirleri sakinleri bugünkü anlayışın aksine eşcinsel değildirler, daha ziyade 5. Yüzyıl Atinası ya da 7. Yüzyıl Arabistanında olduğu gibi, cinsel özgürlükleri bulunan aristokrat heteroseksüel erkeklerdir ve toplumsal düzenin güç dengelerini sağlayabilmek ve gücün kendilerinde olduğunu gösterebilmek adına erkeklerle onların rızaları olmadan ilişkiye girmektedirler. Dolayısıyla Hendricks’e göre cezalandırılan eşcinsel ilişki değil “rızasız” cinsel ilişkidir.

[8]  Özellikle Rusya’nın da içinde yer aldığı Doğu Avrupa ülkelerinde dini gruplar eşcinsellerin düzenlediği etkinliklerde eşcinsellere sadece sözlü değil fiziki şiddet de uygulamaktadırlar.  2010 yılında da Türkiye’de Mazlum-der önderliğinde toplanan İnsani Yardım Vakfı, Aileyi Koruma Derneği, İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği, Özgür-Der, Tüm İlahiyat Mezunları Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği'nin de bulunduğu 21 Sivil toplum kuruluşu yaptıkları eylemde hazırladıkları ortak mektupta eşcinselliği “doğal olmayan bir sapma” olarak tanımlayarak günah olduğunun da altını çizmişlerdi (Kaynak: Çakır, B., 25 Mart 2010, Mazlumder’de insan hakları eşcinsel deyince bitiyor, Bianet, erişim tarihi: 23.06.2012,  http://bianet.org/biamag/bianet/120894-mazlumderde-insan-haklari-escinsel-deyince-bitiyor)

[9] 1533 yılında çıkarılan bu yasayla Tanrı’ya ve insanlığa karşı doğal olmayan cinsel ilişki olarak tanımlanan Sodomi adı altında kadın-erkek, erkek-erkek ve erkek-hayvan arasındaki anal cinsel ilişki yasaklanmıştır. Dolayısıyla erkek eşcinselliği de yasaklanmıştır. Cezası ise asılarak idam olarak belirlenmiştir.  1563 yılında yeniden düzenlenen bu yasa ile birlikte eşcinsel ilişki doğrudan yasaklanmıştır. 1861 yılında idam cezasının kalkmasına kadar birçok kişi eşcinsel ilişkiye girdiği için idam edilmiştir. Bu tarihten sonra ise eşcinsel ilişkiye girmenin cezası hapis cezasına dönüştürülmüştür. Birleşik Krallık’da eşcinselliğin suç olarak yasalardan tamamen kaldırılması ise ancak 1967 yılında olmuştur (Bkz. Fone, B., (2000), Homophobia A History, Newyork: Picador)

[10] Kaynak: Kuzey Kıbrıs’ta Eşcinseller Kaygılı, 2 Şubat 2012,  Erişim tarihi: 23.06.2012, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/02/120202_northern_cyprus_gays.shtml

[11]   Kaynak: Nazi Persecution of Homosexuals, Erişim tarihi: 23.06.2012, http://www.ushmm.org/museum/exhibit/focus/homosexuals/

[12] Eşcinselliğin 10 yıl ve üzeri hapis cezası ile cezalandırıldığı ülkeler: Papua Yeni Gine, Guyana, Belize, Trinidad ve Tobago, Sierra Leone, Gana, Zambia, Malawi, Tanzanya, Kenya, Uganda, Etiyopya, Libya, Birleşik Arap Emirlikleri, Bangladeş, Filistin, Malezya, Dominica, Saint Lucia, Barbados, St. Vincent, Grenada, Gambiya, Seyşeller, Tonga, Kiribati, Tuvalu, Katar, Nauru, Vanuatu, Samoa ve Cook Adalarıİran’da 1979 yılından bugüne kadar 4 binden fazla eşcinsel idam edilmiştir. (http://ilga.org/ilga/en/index.html, Erişim tarihi: 23.06.2012)

[13] Eşcinselliğin 10 yıldan daha az hapis cezası ile cezalandırıldığı ülkeler: Endonezya, Srilanka, Myanmar, Bhutan, Jamaika, Gine, Senegal, Kamerun, Botswana, Zimbabwe, Mısır, Cezayir, Tunus, Fas, Brundi, Kuveyt, Suriye, Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan, Pakistan, Togo, Swaziland, Lübnan, Umman, Brunei, St. Kitts, Antigua ve Barbuda, Comoros adaları, Liberya, Eritre, Mauritius, Botswana, Palau, Solomon Adaları ve Singapur (http://ilga.org/ilga/en/index.html, Erişim tarihi: 23.06.2012)

[14] Eşcinsel eylemi, kanunlarıyla doğrudan para cezası ya da kamu hizmeti ile cezalandıran ülkeler: Angola, Sao Tome ve Principe, Mozambik
[15] Kaynak: World Health Organization, 17 Mayıs 2011, “Stop discrimination against homosexual men and women”,  Erişim tarihi: 24.06.2012, http://www.euro.who.int/en/what-we-do/healthtopics/ communicable-diseases/hivaids /news/news/2011/6/stop-discrimination-against-homosexual-men-and-women

*Ege Üniversitesi Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Tezimden bir bölümdür.

No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş