Eşcinsellik
kelimesi 1892 yılında Charles Gilbert Chaddock tarafından İngilizce’ye
sokulmadan (Halperin, 2001:37) önce
erkeklerin erkeklere ya da kadınların kadınlara duydukları arzu, aşk ve cinsel
istek ancak hemcins arzu olarak nitelendirilmiştir. Nitekim Robert Padgug,
“heteroseksüel ve eşcinsel davranışlar evrensel olabilir; eşcinsel ve
heteroseksüel kimlik ve bilinç modern gerçekliklerdir” diyerek
eşcinsellik teriminin türetildiği ve kullanılmaya başlandığı zamandan önceki
hemcinse duyulan arzunun ve pratiklerin bugünün terimleriyle
anlamlandırılmasının yanlış olduğunun altını çizmektedir (2001:59). Padgug ayrıca şu anda bizim eşcinsellik
dediğimiz olgunun kapitalizm öncesi toplumlarda insanları tanımlayan bir
nitelikler bütünü olmak bir yana, bir davranışlar bütünü olarak bile
görülmediğini söylemektedir (2001:58). Bu yüzden, şu anda bizim eşcinsellik
olarak adlandırdığımız olguya karşılık gelen edimlerin anlamıyla, eski
topluluklardaki edimlerin aynı anlama gelmeyebileceğini de hesaba katmak
gerekmektedir. Bundan dolayı bir eşcinsellik tarihinden ziyade birbirlerine
duygusal ve cinsel açıdan ilgi ve yakınlık duyan hemcinslerin tarih boyunca
mevcudiyetlerinden bahsetmek daha yerinde olacaktır. Nitekim yapılan çeşitli
arkeolojik kazılar sonucu yaşamlarına dair bir çok fikir edindiğimiz farklı
topuluklarda bugün eşcinselik olarak adlandırdığımız edimlerin var olduğunu
görmekteyiz.
Bu durumun günümüze ulaşmış en iyi kanıtları Byrne Fone’un
da söylediği gibi Antik Yunan toplumunda kendisini göstermektedir (1998:11). Ancak
eşcinselliğin tarihi dendiğinde akla ilk gelen topluluklardan birisi olan Antik
Yunan topluluğunda kabul gören eşcinsellikten bahsederken dikkat etmemiz
gereken nokta, buradaki eşcinselliğin yetişkin erkek ile genç erkek arasındaki
cinsellik olduğudur. Oğlancılık, Yunanlılarda topluma kabul edilme kurallarından
birisidir. İyi bir vatandaş örneği olan yetişkin erastes[1]’in
spermleri yoluyla pais[2]’e
erkeklik aktarması oğlanın iyi bir baba, iyi bir vatandaş haline gelmesini
sağladığı ve iyi bir vatandaş olarak yetişen oğlanın, ileride bir erastes, bir
savaşçı, bir avcı olması için gerekli olduğu düşüncesinin bir ürünüdür (Gezgin
2010:222).
Antik
Yunan’da, kendi cinsine duyulan arzu düşüncesi, felsefi bir kavram olan “paiderastia”[3]
ile tanımlanmıştı. Ancak, erastes ve
eromenos arasındaki bu doğal ve
gerekli görülen ilişki oğlanın kıllarının çıkmaya başlamasıyla bıçak gibi
kesilmekteydi. Bu, bir erkekliğe geçiş dönemiydi ve oğlanın kıllanmaya
başlaması bu dönemin bittiğinin habercisiydi. İşte bundan sonra halen bu tarz
bir ilişki yaşamaya devam etmeyi isteyen, yani edilgen olarak hemcins ilişkiye
devam etmek isteyen pasif erkek, suçlanmakta ve lanetlenmekteydi. Oysa, aktif
rolde olan aynı suçlamaya ve lanetlenmeye maruz kalmıyordu. Çünkü asıl suç
olan, erkeksi bir şeyi, kadınsı bir şekilde kullanmaktı. Çünkü bu erkekliğe
hakaret eden bir davranıştı (Gezgin 2010:223). Padgug’a göre, Antik Yunanda
insanlarının, bugünkü tanımıyla olmasa da, eşcinseller ve heteroseksüeller
olarak ikiye ayıran cinsel kategorileri bilmediğini söylemek yanlış olur
(2001:54).
Eşcinselliğin
Antik Yunan toplumunda özgürce yaşandığı ve kabul edildiği inancının çok da
doğru olmadığı, günümüzden çok farklı koşullarda ve çok farklı anlamlar
dünyasında şu an tahayyül edemeyeceğimiz bir anlama sahip bir olgu olduğu
açıkça görülmektedir. Öte yandan, eşcinsel ilişkilerin uygun bir davranış olup
olmadığı, kabul edilip edilmediğinin ötesinde hemcinsler arasındaki duygusal ve
cinsel ilişkilerin tarihin her döneminde var olduğunu göstermemiz açısından
Antik Yunan toplumu önemli bir kaynaktır.
İnsanlık
tarihi boyunca var olan eşcinselliğin kendisine bir isim ve bir kimlik bulması
için 19. yüzyılın sonlarını beklemesi gerekmiştir. Bu zamana kadar tarihin
çeşitli dönemlerinde günah ve suç sayılan ve cezalandırılan eşcinsellik, 19.
yüzyıl sonlarından itibaren, doğuştan mı geldiği yoksa sonradan mı edinildiği;
doğal mı yoksa doğaya aykırı mı olduğu, hastalık mı yoksa yalnızca cinsel yönelimlerden
birisi mi olduğu konusunda çokça tartışılmış ve tartışılmaya devam etmektedir.
Ancak belirtmek gerekir ki, heteroseksüelliğin değil de eşcinselliğin
araştırılıyor olmasının altında eşcinselliğin “doğal ya da normal olmayan bir
olgu” olarak algılanması yatmaktadır. Çünkü bir olgunun nedenini merak etme
ihtiyacı onu değiştirme, müdahale edebilme ve onu kontrol edebilme isteğiyle
şekillenmektedir.
Eşcinsellik
bir yandan bilim, bir yandan din, bir yandan da patriyarkal ve heteroseksist
sistemin kuşatması altındadır. Eşcinselliğin doğaya aykırı, hastalık ya da
günah olarak tanımlanması eşcinsellere karşı çeşitli önyargıları da beraberinde
getirmektedir. Önyargılar,
ortak bir niteliği bünyesinde barındıran bir insan topluluğu hakkındaki düşünce
kalıplarımızdır. Bu önyargılar o topluluğa ait gerçek kabul ettiğimiz bazı kalıp
yargıların gelişmesine neden olur ve o gruba ait olduğunu düşündüğümüz kişileri
tanımlayabilmek için elimizdeki bu referansları kullanırız (Başar, Nil, Kaptan 2010:73). Sabit ve
değişmez kabul edilen bu referanslar, gruba karşı önyargılarımız çerçevesinde
yaklaşmamıza neden olmaktadır. Bu önyargıları din, tıp ya da hukuki
düzenlemeler yeniden üretmektedir.
Eşcinselliğe
karşı geliştirilen argümanları üç temel başlık altında toplayabiliriz: Günah
olarak eşcinsellik, suç olarak eşcinsellik ve hastalık olarak eşcinsellik.
Eşcinselliği farklı perspektiflerden bakarak değerlendiren ve yargılayan bu üç
temel başlığın buluştuğu ortak nokta ise, eşcinselliğin “doğaya aykırı” olduğu
ve bir şekilde ortadan kaldırılması, önüne geçilmesi, yasaklanması ve
uygulayıcılarının cezalandırılması gerektiğidir. Geçmişten günümüze kadar
ulaşan bu çabaların etkileri toplumdan topluma ya da kültürden kültüre
farklılık gösterse de, halen eşcinsellerin üzerinde büyük baskı oluşturmakta ve
var oluşlarını ifade etmelerini engellemektedir.
Dünyada geniş bir kesim tarafından eşcinselliğin günah
olduğuna dair paylaşılan inanç bu tartışmaların farklı bir boyutta devam
etmesine neden olmaktadır. Eşcinselliğin günah olmasının temelinde üreme amaçlı
değil, haz amaçlı olması yatmaktadır. Çünkü cinselliğin denetlenmesi ve üremenin
garanti altına alınması amacını taşımaktadır. Cinsel ilişkinin de yalnızca
dünyaya çocuk getirmek amacıyla yapılabileceğini söyleyen tek tanrılı dinler,
üremenin mümkün olmadığı her türlü hazzı günah kategorisine sokmuştur. Anal
seks ve mastürbasyonla birlikte eşcinsellik de günah kategorisindedir
(Candansayar 2011:154-55). Ortaçağ Yahudi-Hıristiyan geleneğinin temel
ideolojisine göre, kutsal evlilik düzeni içinde olmayan, olsa bile Tanrı’ya
hizmet edecek kullar üretmek amacının dışına çıkılarak zevk amacıyla girişilmiş
her türlü edim günah sayılmıştır. Zevke yapılan bu vurgu, Adem’le Havva’nın
yasak meyveyi yiyerek insanın cennetten kovulmasına neden olan “ilk günah”a bir
göndermedir (Cömert 2009:171). Sodomi[4]
utanç verici bir günahtır ve bu yöndeki ilk kilise hükmü 1102 yılında
İngiltere’de Londra Kilise Konseyi tarafından verilmiştir (Fone 2000:140).
Üç büyük tek tanrılı din, eşcinselliği açıkça, iğrenilecek ve
zaman zaman da ölümle cezalandırılacak bir şey olarak değerlendirir ve çeşitli
nedenlerle yasaklar. İslam dininde eşcinsellik dendiğinde akla ilk gelen şey
Lut Kavmi ve onların başına gelenlerdir.[5] Lut kavminin helak olmasının, onların cinsel pratikleriyle
ilişkili olduğu düşünülmektedir. Hristiyanlık ise, eşcinselliğe daha hoşgorüyle
yaklaşan Yunan-Roma kültüründen de etkilendiği için hemcins ilişkilere karşı
ancak 12. yüzyıldan sonra tavır almaya başlamıştır (Afary ve Anderson
2011:252-53).
Tevrat’ın Tekvin[6]’inde anlatılan Sodom ve Gomarrah’ın hikayesi eşcinsel
davranışlara karşı geliştirilen dini yasaklamanın temeli olarak kabul edilir
(Fone 2000:75). Sodom ve Gomorrah şehirlerinin de, tıpkı Kuran’da geçen Lut
kavmi gibi sapkın eşcinsel ilişkiler yaşadıkları için helak edildiği öne
sürülmektedir. Tevrat’ta geçen bu hikaye önce İncil’de, sonra da Kuran’da
eşcinselliğin büyük bir günah olarak yorumlanmasına neden olacak ayetlere öncül
olmuştur. Muhsin Hendricks[7], eşcinselliğe göndermede bulunan Sodom ve Gomorrah’ın
hikayesi olmadan, müslümanlar için eşcinsellikle ilgili bir görüş belirtmenin
son derece zor olduğunu belirtmektedir (Kaos GL 1998:24).
Dinlerin eşcinselliği en büyük günahlardan birisi olarak
tanımlaması halen, özellikle şeriatla yönetilen bazı İslam ülkelerinde,
eşcinsellerin ölümle cezalandırılmalarına neden olmaya devam etmektedir. Bir
çok Hıristiyan ve İslam ülkesinde eşcinsel karşıtı dini gruplar faal bir
şekilde eylemler yapmakta ve eşcinselliğin günah olmasından ötürü
yasaklanmasını talep etmektedirler.[8] Her ne kadar kutsal kitaplarda eşcinsel yönelimin günah
olarak tanımlandığı ve cezalandırılması gerektiğine dair bir cümlenin varlığı
konusunda uzlaşı sağlanamamış olsa da eşcinsellerin kendi varoluşlarına sahip
çıkamamalarının önündeki en büyük engellerden birisinin dini söylemler olduğunu
söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.
Dinin
iktidar aygıtı olarak gücünü kaybetmeye başlaması ve toplum düzeninin
sağlanması için kullanılan günah temelli söylemlerin yerini hukuk kurallarına
bırakmaya başlamasıyla birlikte eşcinselliği tanımlayan “günah” sıfatı yerine
“suç” sıfatına kullanılmaya başlanmıştır. Uzun bir süre boyunca dini
yasaklamalarla cezalandırılmış olan eşcinsellik, sıfatının suç olarak
değiştirilmesiyle birlikte hukuk kurallarıyla da düzenlenerek yasaklanmaya
yönelik yaptırımlara maruz kalmaya başlamıştır. Böylece ilk din dışı yasaklama
1533 yılında yine İngitere’de Kral VIII. Henry tarafından çıkarılan bir yasa[9]
ile başlamıştır (Candansayar 2011:156).
Tarihin
farklı dönemlerinde, farklı ülkelerde eşcinsel bireyler sırf cinsel
yönelimlerinden dolayı hapse atılmış, öldürülmüş ve işkenceye maruz
kalmışlardır. Eşcinselliği suç sayılması
ve yasalarla cezalandırılması bazı Batı ülkelerinde bile günümüze kadar
uygulana gelmiştir. İngiltere’de 1533 yılında yasaklanan eşcinsellik ancak 1967
yılında suç kapsamından çıkarılabilmiştir. İngiliz yönetiminden kalma yasaların
halen yürürlükte olmasından ötürü Kuzey Kıbrıs’ta eşcinseller günümüzde dahi
beş yıla kadar hapis cezasına çaptırılma tehlikesiyle karşı karşıya
kalmaktadırlar.[10] Yine İngiltere yasalarından kaynaklı
eşcinselliğin suç sayıldığı ülkelerden birisi olan Hindistan’da ise eşcinsellik
ancak 2010 yılında suç olmaktan çıkarılmıştır.
Dünya, bugüne kadarki en büyük eşcinsel kıyımıyla
Nazi Almanyası döneminde karşılaşmıştır. 1933 yılından 1945 yılına kadar
yaklaşık elli bin eşcinsel hapse atılmış ve bunlardan on-onbeş bin tanesi Nazi
toplama kamplarına gönderilmiş, kollarına eşcinsel olduklarını göstermek üzere
pembe bir üçgen takılarak zalimce çalıştırılmanın yanında Nazilerin
eşcinselliğe tedavi bulmak üzere yaptıkları akıl almaz deneylerde denek olarak
kullanılmışlardır.[11]
Dünya
üzerinde özellikle hukukun şeriat kanunları ile tatbik edildiği bazı İslam
ülkelerinde eşcinsel edimler ölüm cezasına varan ağır yaptırımlara tabi
tutulmaktadır. Bu ülkelerde günah ve suç kavramları iç içe geçmiştir ve günah
olan bir şeyi yaptıkları için eşcinseller şeriat kanunu tarafından
cezalandırılmaktadırlar. İran, Suudi Arabistan, Sudan, Yemen ve Moritanya ile
Somali ve Nijerya’nın bazı bölümlerinde olmak üzere yedi ülkede eşcinsel
olmanın cezası ölümken, eşcinseller otuz iki ülkede[12]
10 yıl ve üzeri hapis cezası, otuz altı ülkede de[13]
10 yıldan daha az olmak üzere hapis cezasına çaptırılmaktadırlar. Birçok ülkede ise eşcinseller hapis cezasına
çarptırılmasalar bile para cezası ya da zorunlu kamu hizmeti[14]
ile cezalandırılmaktadırlar.
Türkiye’de
eşcinselliği yasaklayan bir kanun maddesi olmamasına karşın, eşcinselleri
cinsel yönelimlerinden dolayı uğrayacakları ayrımcılıktan koruyacak bir yasanın
olmaması, eşcinsel bireylerin hukuksal süreçte ayrımcılığa maruz kalmalarına ve
adli yargılanma haklarının ellerinden alınmasına neden olmaktadır.
Eşcinselliğin 1869 yılında
kavramsallaştırılmasından kısa bir süre sonra psikolojinin kendini bir bilim
dalı olarak ortaya koymasıyla birlikte, eşcinsellik mastürbasyon gibi insanın
bedensel ve ruhsal dejenerasyona (yozlaşma) uğramasına neden olan bir ruhsal
hastalık olarak görülmeye ve 20. yüzyıl başlarından itibaren de zorla tedavi
edilmeye başlanmıştır. Özellikle ellili yıllarla yetmişli yıllar arası,
eşcinselliği tedavi etmek için istemdışı, zorla tedavi uygulamalarının en yoğun
olduğu dönemlerdir. Bu dönemde istemdışı olarak psikiyatri hastanelerine
kapatılan eşcinseller, psikanaliz, elektokonvulzif tedavi (EKT), elektrik şokuyla
kaçınma tedavisi, apomorfinle kusturma ve bilişsel, davranışçı terapi gibi
yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılmıştır. (Candansayar 2009:71 ve Cömert
2009:172).
Eşcinselliğin tıp disiplini kapsamında sağlık ve
hastalık boyutlarıyla değerlendirilmeye başlanmasıyla birlikte yeni sorunlar
ortaya çıkmıştır. Çünkü o zamana dek günah, suç ya da ayıp kavramları üzerinden
ayrımcılık ve dışlanmaya maruz kalan eşcinseller, tedavi uygulamalarının
nesnesi haline dönüşmüşlerdir (Çabuk, Candansayar 2010:85). Bu zamana kadar
eşcinsellik dinsel bir günah olarak görülürken, sekülarizasyonla koşut olarak
ruhsal bir hastalık olarak inşa edilmiştir (Candansayar 2009:71).
Heteroseksüellik dışındaki cinsellik ve cinsel ilişki tarzları tıbbıleştirme
sürecinin en yoğun olarak işlediği alanlardan biridir. Tıbbileştirmeden kasıt,
sapkın davranışlar ve durumlar için tıbbi çözüm yolları bulunmasıdır
(Candansayar 2011:159). Tıbbın eşcinselliği tanımlamak üzere kullandığı
“homoseksüel” terimi yerine eşcinsel hareketin “gey” terimini kullanmaya
başlaması da bu tıbbileştirmeyle birlikte eşcinselliğin hastalık gibi
gösterilmesine karşı bir duruştur. Çünkü bu sözcük homoseksüel kelimesi gibi
seks üzerine vurgu yapmamakta ve herhangi bir edimi temel almamaktadır (Cömert
2009:173). Üstelik homoseksüel
kelimesinin yıllardır tıbbi bir terim olarak ve çoğunlukla ruhsal bozuklukla
birlikte kullanılmasından kaynaklı olumsuz bir çağrışımı vardır. Türkiye’de de
cinsel yönelimi hemcinsine doğru olan hem erkek hem de kadınlar için
homoseksüel yerine eşcinsel kelimesinin kullanılması tercih edilmektedir.
1935 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği (APA)
tarafından yapılan ruh hastalıkları sınıflandırmasında “patolojik cinsellikli
psikopatik kişilik” tanımı altında yer alan eşcinsellik, 1952 yılında APA’nın
oluşturduğu tanı kılavuzunda (DSM), “sosyopatik kişilik bozukluğu”
kategorisinin bir alt grubu olan seksüel sapkınlıklar bölümünde transvestizm,
fetişizm, sadizm ve pedofili ile birlikte yer almıştır. 1968 yılında ise, DSM-2
basılmış ve bu sefer eşcinsellik, teşhircilik, fetişizm ve pedofili ile
birlikte yer almıştır. 1973 yılına gelindiğinde ise, eşcinsellere yönelik
ayrımcılığa ve yasal sınırlamalara son verilmesine yönelik APA’nın içinden
yapılan bir çağrıyla eşcinsellik hastalık kategorisi olmaktan çıkarılmıştır
(Yetkin 2009:79). 1990 yılına
gelindiğinde de Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliği hastalık kategorisinden
çıkarmıştır.[15]
Bu gelişmelere rağmen günümüzde hala eşcinselliği
bir ruhsal ve davranışsal bozukluk olarak tanımlayan psikologlar ve psikiyatri
uzmanları bulunmaktadır. Eşcinselliği bir hastalık olarak tanımlayan
psikanalistlerin çıkış noktaları kuşkusuz ki dinsel ve ideolojik temalara
dayanmaktadır (Mert 2009:84). Bu yüzden onarım terapisi adı altında dünyanın
her yerinde eşcinseller “dönüştürülmeye” çalışılmaktadır.
[1]
Erastes, yetişkin olan vatandaş, hayatta tecrübeli, savaş yöntemlerinde zeki,
servetinin ve evinin yönetiminde örnek gösterilen, ailesine karşı sorumlu,
cesur, onurlu ve kendini dürüstlüğe adamış kişidir. sevgili, aşık anlamına
gelmektedir. Erastes’in görevi sadece kur yapmak ve baştan çıkarmakla değil,
oğlanı savaş ve avcılık sanatında geliştirmek, hayatı doğru idare etmeyi
öğretmek ve iyi bir vatandaş olarak yetiştirmektir. (Bkz. Byrne Fone 2000:19)
[2]
Oğlan veya erkek çocuk anlamına gelen pais ise, henüz sakalları çıkmamış genç
olarak tanımlanır ve davranışlarından alçak gönüllü, atletik ve cesur, kendini geliştirmeye
istekli ve sevgilisinin aşk ve hayatı idare etmek hakkında öğreteceklerini
öğrenmeye istekli olması beklenen taraftır. Pais, sevilen veya arzulanan
anlamına gelen “eromenos” sıfatı ile anılmaktadır. Ayrıca Aitas (dinleyici,
alıcı) ya da kleinos (hayranlık duyulan) olarak da adlandırılmaktadır. (Bkz.
Byrne Fone 2000:19)
[3]
Paiderestia kavramı, oğlan veya erkek çocuk anlamına gelen “pais” ve sevmek
anlamına gelen “eran”ın birleşmesinden ortaya çıkar. Öğretmen ve öğrenci
rollerinin âşık ve sevgili ile birleştiği bir ilişkiye işaret eder. (Bkz: Byrne
Fone 2000:19)
[4]
Sodomi kelimesi Tevrat’ta ve İncil’de adı geçen günahkar şehirler Sodom ve
Gomorrah’dan gelmektedir. Sodomi, vajinal olmayan ve yeniden üremeyi
amaçlamayan her türlü cinsel ilişkiye verilen isimdir, buna erkekler arasındaki
cinsel ilişki de dahildir. Ancak Sodominin bu geniş anlam içeriği Ortaçağ’da
daralarak, özellikle hemcinsler arasındaki cinsel ilişkiye işaret eder olmuştur
(Fone 2000:81-86)
[5]
Kuran’da Lut kavminden, Araf Suresi 80-84. Ayetleri, Hus Suresi’nin 77-83
ayetleri, Neml Suresi 54-58 ayetleri ve Ankebut Suresi 28-35 ayetlerinde
bahsedilmektedir. Hikayeye göre Lut, kavmine peygamber olarak gönderilmiş ve
onları şöyle uyarmıştır: “Gerçekten siz, sizden önce hiçbir toplumun yapmadığı
bir hayasızlığı işliyorsunuz. Siz hala erkeklere yanaşacak, yol kesecek ve
toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?” Lut’un kavmi uyarıyı
dinlemeyince, Allah kavmi “helak etmiştir. (www.diyanet.gov.tr)
[6]
İbranice “başlangıç” anlamına gelmektedir. Tanah ve Eski Ahit'in
ilk beş kitabını oluşturan Tevrat'ın birinci kitabıdır. Batılı dillerdeki adı Yunanca’da
"yaradılış, doğuş" anlamına gelen Genesis kelimesinden
gelir. (Kaynak:http://www.izmirprotestan.org/calismalar/yasakitaplari.htm)
[7]
Muhsin Hendricks, Güney Afrikalı eşcinsel bir imamdır ve eşcinselliğin Kuran’da
yasaklanmadığını ispatlamaya yönelik çalışmalar yapmaktadır. Ona göre Sodom ve Gomarrah
şehirleri sakinleri bugünkü anlayışın aksine eşcinsel değildirler, daha ziyade
5. Yüzyıl Atinası ya da 7. Yüzyıl Arabistanında olduğu gibi, cinsel
özgürlükleri bulunan aristokrat heteroseksüel erkeklerdir ve toplumsal düzenin
güç dengelerini sağlayabilmek ve gücün kendilerinde olduğunu gösterebilmek
adına erkeklerle onların rızaları olmadan ilişkiye girmektedirler. Dolayısıyla
Hendricks’e göre cezalandırılan eşcinsel ilişki değil “rızasız” cinsel
ilişkidir.
[8] Özellikle Rusya’nın da içinde yer aldığı Doğu
Avrupa ülkelerinde dini gruplar eşcinsellerin düzenlediği etkinliklerde
eşcinsellere sadece sözlü değil fiziki şiddet de uygulamaktadırlar. 2010 yılında da Türkiye’de Mazlum-der
önderliğinde toplanan İnsani Yardım Vakfı, Aileyi Koruma Derneği, İmam Hatip
Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği, Özgür-Der, Tüm İlahiyat Mezunları
Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği'nin de bulunduğu 21 Sivil toplum kuruluşu
yaptıkları eylemde hazırladıkları ortak mektupta eşcinselliği “doğal olmayan
bir sapma” olarak tanımlayarak günah olduğunun da altını çizmişlerdi (Kaynak:
Çakır, B., 25 Mart 2010, Mazlumder’de insan hakları eşcinsel deyince bitiyor,
Bianet, erişim tarihi: 23.06.2012, http://bianet.org/biamag/bianet/120894-mazlumderde-insan-haklari-escinsel-deyince-bitiyor)
[9]
1533 yılında çıkarılan bu yasayla Tanrı’ya ve insanlığa karşı doğal olmayan
cinsel ilişki olarak tanımlanan Sodomi adı altında kadın-erkek, erkek-erkek ve
erkek-hayvan arasındaki anal cinsel ilişki yasaklanmıştır. Dolayısıyla erkek
eşcinselliği de yasaklanmıştır. Cezası ise asılarak idam olarak belirlenmiştir. 1563 yılında yeniden düzenlenen bu yasa ile
birlikte eşcinsel ilişki doğrudan yasaklanmıştır. 1861 yılında idam cezasının
kalkmasına kadar birçok kişi eşcinsel ilişkiye girdiği için idam edilmiştir. Bu
tarihten sonra ise eşcinsel ilişkiye girmenin cezası hapis cezasına
dönüştürülmüştür. Birleşik Krallık’da eşcinselliğin suç olarak yasalardan
tamamen kaldırılması ise ancak 1967 yılında olmuştur (Bkz. Fone, B., (2000),
Homophobia A History, Newyork: Picador)
[10]
Kaynak: Kuzey Kıbrıs’ta Eşcinseller Kaygılı, 2 Şubat 2012, Erişim tarihi: 23.06.2012, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/02/120202_northern_cyprus_gays.shtml
[11] Kaynak: Nazi Persecution of Homosexuals,
Erişim tarihi: 23.06.2012, http://www.ushmm.org/museum/exhibit/focus/homosexuals/
[12]
Eşcinselliğin 10 yıl ve üzeri hapis cezası ile cezalandırıldığı ülkeler: Papua
Yeni Gine, Guyana, Belize, Trinidad ve Tobago, Sierra Leone, Gana, Zambia,
Malawi, Tanzanya, Kenya, Uganda, Etiyopya, Libya, Birleşik Arap Emirlikleri,
Bangladeş, Filistin, Malezya, Dominica, Saint Lucia, Barbados, St. Vincent,
Grenada, Gambiya, Seyşeller, Tonga, Kiribati, Tuvalu, Katar, Nauru, Vanuatu,
Samoa ve Cook Adalarıİran’da 1979 yılından bugüne kadar 4 binden fazla eşcinsel
idam edilmiştir. (http://ilga.org/ilga/en/index.html,
Erişim tarihi: 23.06.2012)
[13]
Eşcinselliğin 10 yıldan daha az hapis cezası ile cezalandırıldığı ülkeler:
Endonezya, Srilanka, Myanmar, Bhutan, Jamaika, Gine, Senegal, Kamerun,
Botswana, Zimbabwe, Mısır, Cezayir, Tunus, Fas, Brundi, Kuveyt, Suriye,
Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan, Pakistan, Togo, Swaziland, Lübnan, Umman,
Brunei, St. Kitts, Antigua ve Barbuda, Comoros adaları, Liberya, Eritre,
Mauritius, Botswana, Palau, Solomon Adaları ve Singapur (http://ilga.org/ilga/en/index.html,
Erişim tarihi: 23.06.2012)
[14]
Eşcinsel eylemi, kanunlarıyla doğrudan para cezası ya da kamu hizmeti ile
cezalandıran ülkeler: Angola, Sao Tome ve Principe, Mozambik
[15]
Kaynak: World Health Organization, 17 Mayıs 2011, “Stop discrimination against
homosexual men and women”, Erişim
tarihi: 24.06.2012, http://www.euro.who.int/en/what-we-do/healthtopics/
communicable-diseases/hivaids
/news/news/2011/6/stop-discrimination-against-homosexual-men-and-women
*Ege Üniversitesi Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Tezimden bir bölümdür.
*Ege Üniversitesi Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Tezimden bir bölümdür.
No comments:
Post a Comment