August 11, 2014

Bir Plansız Tatil - Selanik ve Halkidiki

Hiç adetim değildir plan yapmadan tatile çıkmak, özellikle de otel rezervasyonu yapmadan. Daha önce konaklamayı gittiğim yere bıraktığımdan ötürü kötü tecrübelerim olduğundan özellikle otel rezervasyonu yapmış olmaya dikkat ederim. Ancak bu sefer yolculuk kararı çok ani olduğundan "ya kısmet" deyip Selanik'e doğru yola çıkıyoruz, oradan istikametimiz de Halkidiki. 

Bayram'ın ilk günü olmasına rağmen Metro Turizm'in akşam 22:00'da Selanik'e doğru giden otobüsünde yer bulduk. Bulmaz olaydık. Çok bakımsız, televizyonları çalışmayan iki katlı bir otobüsün alt katında, aldığımız numaralardan farklı koltuklarında kötü bir şöförün ani frenleri -ve hatta bir ara uyukladığı için bariyerlere sürtmesiyle- hop oturup hop kalktığımız bir yolculuk geçirdik. Sınırda kaybettiğimiz 2 saatle birlikte yaklaşık 11,5 saat sürdü bu yolculuk, tabi ki uykusuz. 


Hemen ulaşımdan bahsedeyim burada: İstanbul'dan Selanik'e Metro Turizm ile Ulusoy Turizm'in seferleri var. Ulusoy bir yunan firmasıyla ortaklaşa çalışıyormuş (Zorpidis sanırım) Her ikisinde de bu yolculuğun bedeli 130 TL. Dönüşümüzü Ulusoy'la yaptığımız için kıyaslama şansım da oldu. Ulusoy'un otobüsleri daha iyi ama Ulusoy ana yoldan defalarca sapıp köylere girerek yolcu aldı, bu da yolun epey bir bölümünü kötü yollarda gitmek anlamına geliyor. 

Metro Turizm Selanik'te kendi küçük tesisine bırakıyor yolcuları, oradan mini bir servisle hemen 300-500 metre ilerideki bir terminale götürüyor. Bu terminalde hem şehrin çeşitli yerlerine hem de başka şehirlere -Bulgaristan dahil- otobüsler var. Selanik merkezine gitmek üzere 8 numaralı otobüse binmek gerekiyor. Otobüs Aristotales Meydanı'ndan geçiyor. Tek binişlik bilet 0,80 €. 

Evinde kalacağımız arkadaşımızla buluşmayı beklerken Aristotales Meydanı'nın denizle buluştuğu noktadaki denize bakan cafelerden birisinde oturup kahvaltımızı yaptık. İnternet bağlantısı bulmanın mutluluğuna bir de sabahın esintisi eşlik edince epey bir keyiflendik. Öğlen evinde kalacağımız arkadaşla buluşup eve geçtik, o sırada sıcak da en zalim haliyle çökmüştü zaten şehire. O yüzden öğleden sonramızı uykuya ayırdık ki akşam dinç bir şekilde Selanik sokaklarına salabilelim kendimizi. 

Bu Selanik'te ikinci bulunuşum, bir önceki 2008 yılındaydı. Türkiye'de şehirler 6 yılda epey bir değişebiliyor ama Selanik değişmemiş, aynı sıcaklığı ve güzelliğiyle duruyor. Sadece biraz daha eskimiş, birazcık daha bakımsız gibi geldi bana. Evden şehir merkezine yürüdüğümüz yol boyunca da kapanmış epey bir dükkan, yarım kalmış bazı inşaatlar Yunanistan'daki kriz hakkında ufak ipuçları veriyor. Ama şehrin yaşantısında öyle bir kriz varmış gibi bir hava yok, herkes dışarıda, cafeler, barlar dolu, yollarda araç trafiği. Üstelik daha önceki gidişime göre biraz daha pahalı geldi bana. Ona rağmen sokaklar epey hareketliydi. Akşam yemeği için restoranların çevrelediği küçük bir meydandaki  (Morihovu meydanı, yazılışı Mopixßou gibi bir şey) restoranlardan birisine oturduk. Orada arkadaşımızla buluşup yemeğimizi yedikten sonra Selanik turuna çıktık. Kadıköy'ün arka sokaklarına benzetiyorum ben Selanik'in ara sokaklarını, o sokaklardan birinde (Zefidos) sokak boyunca sıralanmış masalardan birisine oturduk. Bu keyifli akşamı hem hafta içi olduğu için hem de ertesi gün erkende yola çıkacağımız için  bir barda devam ettirmedik, arabayla küçük bir Selanik turu yaptıktan sonra evin yolunu tuttuk.

Ertesi sabah erkenden otobüs terminaline gittik Halkidiki'ye doğru yola çıkmak üzere. Ancak dikkat, yukarıda bahsettiğim otobüs terminalinden (Kuzey Batı tarafındaki) Halkidiki'ye gidilmiyor. Halkidiki (Chalkidiki) otobüsleri şehrin güney doğu tarafındaki başka bir terminalden hareket ediyor. Biz bir git gel yaptık bu yüzden, neyse ki arkadaş bizi arabayla bırakıyordu da şehir içi otobüslerde sefil olmadık. Bir gece öncesinden bir arkadaşımızın Halkidiki'de Toroni isimli bir kasabada olduğunu öğrendiğimiz için istikamet olarak orayı seçtik. Sabah 09:30 civarı Toroni otobüsünde yerimizi aldık. Bu otobüsler hayli eski 302'ler ve yol boyunca her yerde duruyor, bazen yolcu almak için kasabaların içlerine giriyor. O yüzden konforlu bir yolculuk hayal etmeyin. Nea Mudania, Nikiti, Nea Marmara kasabalarından geçerek 3 saat sonunda Toroni'ye vardık. (Otobüsün sağ tarafına oturursanız Nea Mudania'dan sonra denizi izleyerek güzel bir yolculuk geçirebilirsiniz) 

Toroni, bahsettiğim ilçelerin/kasabaların yanında epey küçük kalıyor. Uzun bir sahil boyunca kurulmuş, küçük otel ve pansiyonların, restoranların, cafelerin yer aldığı, tertemiz ve pırıl pırıl bir denizi olan gayet şirin bir yer. Arkadaşımızın kaldığı otelde yalnızca bir gecelik yer vardı, biz de Halkidiki'nin başka yerlerini de görmek adına zaten bir geceden fazla kalmak istemedik. Odamıza yerleşir yerleşmez kendimizi plaja ve hemen sonrasında berrak Ege sularına attık. Günü burada geçirip akşam da denize nazır salaş bir restoranın tabi ki Yunanistan'ın klasik tahta sandalyelerinin eşlik ettiği bir masasında yemeğimizi yedik.  


Bu arada Halkidiki Ege Denizi'ne uzanmış üç burundan oluşan bir coğrafya, bizim bulunduğumuz yer ise ortadaki ayak, bu ayağın ismi Sithonia ve bunun üç ayaktan en güzeli olduğu söyleniyor.  

Ertesi gün kalacak yerimiz de olmadığından vurduk kendimizi yollara. Neyse ki arkadaşımızın arabası vardı, aksi takdirde hem bir yer bulmak hem de yol boyunca uğrayacağımız plajlara uğramak zor olurdu. Yeri gelmişken söylemekte fayda var, Halkidiki'ye arabayla gitmek şart. Otobüs var ama çok sık değil. Ayağın güneyine doğru yaptığımız 5-6 km'lik bir sürüşüşten sonra yol doğuya doğru kıvrılıyor, yol boyunca muhteşem manzaralar bize eşlik ettiğinden sık sık fotoğraf çekmek için durmak zorunda kalıyoruz. 

Yol boyunca ilk durağımız Kalamitsi. Kalamitsi güzel bir koya yerleşmiş küçük bir köy, bir kısmında karavan ve çadır kampı var, güzel bir kumsalı, haliyle harika bir denizi var. Kumsalın solundaki kayalıkları aşınca diğerine nazaran daha küçük bir koy var, burası da nudistlerin kamp ve çadır kurdukları koy. 

Yola kıyı boyunca kuzeye doğru devam ettiğinizde Sarti şehrine ulaşıyorsunuz. Burası bu ayağın en büyük yerleşimlerinden birisi, dolayısıyla konaklama seçeneği de çok. Planımız burada bir pansiyon bulup günün geri kalanını geçirmek üzere o güzelim koylardan birisine gitmek. Ancak bu muhteşem Athos Dağı manzaralı -ki o anda bu dağa aşık oldum- kocaman bir plajı olan Sarti çok rüzgarlı ve haliyle denizi dalgalı olduğundan bize çok da çekici gelmedi ve yolumuza devam etme kararı aldık. İyi ki de öyle bir karar almışız. 

Sarti'den yaklaşık 7-8 km uzaklıkta, çam ağaçları ile gizlendiği için yoldan geçerken göremeyeceğiniz ama Halkidiki ile ilgili bir şeyler okurken illa ki karşınıza çıkacak Kavourotrypes'e (umarım doğru yazmışımdır) geldik. Arkadaşımız daha önce buraya geldiği için bulmak zor olmadı. Herhangi bir tabelası yok burasının ancak Orange Beach'i az bir şey geçtikten sonra çam ağaçlarının aralarına park etmiş bir sürü araç görüyorsunuz, işte bu Kavourotrypes'e geldiğinizin bir işareti. 

Burası nasıl anlatılır ki! Çam ağaçlarının arasından biraz yürüdükten sonra denizi görüyorsunuz. Hani ona sadece deniz demek biraz haksızlık olur aslında. Turkuaz rengi, muhteşem bir kaç küçük koydan oluşuyor burası. Ancak oldukça kalabalık. Burası eskiden nudistlerin geldiği bir yermiş ancak artık çoğunluğu aile olmak üzere yüzlerce insanın akın ettiği bir koy. Koyun kumsal kısmında bir beach clup var, burada şezlong şemsiye bulmanız mümkün, tabi erken gelirseniz. Çadır kuran birçok insan var, gece de konaklıyorlar mı bilmem. Koyları tepeden gören, bir şeyler yiyip içebileceğiniz küçük mekanlar da mevcut. Biz o kalabalık kumsaldan uzaklaşıp kayalık alana doğru ilerledik. Kayalık kısımda da yer yer mini kumsallar var ve burası da diğer taraf kadar kalabalık. Ama denizin rengi o kadar güzel ki kalabalığı görmüyor insanın gözü. Buradan daha ileriye, büyük kayalıkların o tarafa doğru ilerleyince de tek tük çıplak güneşlenen insanları görüyorsunuz. En son internette bu plajda nudistliğe izin verilmediğini okumuştum ancak bu ailelerden uzak kısım halen nudistlerin tercih ettiği bir yermiş. Ancak yine anladığımız kadarıyla bu taraf daha çok geyler tarafından tercih ediliyor.  

Kavourotrypes'te bir kaç kez denize girdikten sonra yavaş yavaş akşama yaklaşmamız sebebiyle kalacak bir yer bulmak üzere kuzeye doğru yol almaya başlıyoruz. Bir ara acaba çadır alıp burada mı konaklasak diye kafamızda uçuşan fikri gerçekleştirmediğimize de akşam ve ertesi gün dua ediyor olacağız. Yola çıktıktan yaklaşık 12-13 km sonra sağ tarafta Armenistis Camping levhasıyla karşılaşıyoruz. Adını daha önce duyduğum bu kampta yer var mı diye sormak üzere girdiğimizde sadece 8 kişilik bir odada yer olduğunu öğreniyoruz, kişi başı da 14 € istiyorlar. Biz eyvallah deyip yolumuza devam ettik, ancak hem kampın gayet güzel görünüyor olması hem de günün yorgunluğundan ötürü bir kampa daha yer ve fiyat sorduktan sonra Armenistis'e geri dönme kararı aldık. 8 kişilik bir odada kalmayı çok da istemediğimden ötürü yol boyunca "küçük bir karavan boş olaydı ya" tarzındaki serzenişlerime evren cevap verdi, resepsiyonist 3 kişinin kalabileceği bir karavanın boşaldığını söyledi. Gidip baktık, gayet basit, küçük ama şirin bu karavanda kalmayı hemen kabul ettik. Yüksek sezon olduğu için 58 € bu karavanın ücreti ama neden bilmem bizden 50 € istediler. 

Armenistis, içinde karavanların, çadırların, bir hostelin, halı sahanın, restoranların, cafenin, marketin, doktorun, yani ihtiyacınız olan her şeyin yer aldığı küçük bir köy. Yay şeklinde büyükçe bir kumsalı, deniz manzaralı, balkonlu, teraslı büyük karavanlar, daha arkalarda ise bizimki gibi fakir işi küçük karavanların olduğu geniş bir alan. Karavanımıza yerleştikten sonra acıktığımız için soluğu doğruca restoranda aldık. Güzel bir akşam yemeğine canlı geleneksel yunan müziği eşlik etti. Geceyi en son Fas'taki çöl turunda seyrettiğim gökyüzüne yakın netlikteki bir gökyüzünü, tepemizde boylu boyunca uzanan samanyolunun muhteşemliğini izleyerek kapattık. Ertesi gün planımız Kavourotrypes
'e gitmek olduğu halde havanın kapalı olmasından ötürü vazgeçip burada geçirmeye karar verdik. Gün boyunca kapalı bir havada, başı dumanlı Athos Dağı'na nazır plajımızda kah denize girdik, kah ara ara kendini gösteren güneşin altında güneşlendik. Akşamüzerine doğru da bir yağmur bastırdı ama çabuk geçti. Gece ise insanlar çadırlarını, karavanlarının tentelerini yaklaşan fırtınadan korumak üzere toplama telaşındayken biz Athos'un üzerinden, Türkiye tarafında ardı arkasına çakan şimşekleri izledik. Sonra aklımıza Son Durak filmi geldi, o fırtınada savrulup gelen bir şemsiye böğrümüze saplanmasın diye sahilden uzaklaşıp mini karavanımıza döndük. 

Ertesi gün kahvaltımızı yaptıktan sonra öğlen civarı kamptan ayrıldık. Armenistis'in girişinde bizi Nea Moudania'ya götürecek olan otübüsü yakaladık saat 12:15'te ve yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk sonrası Yunan arkadaşımızla buluşacağımız Nea Moudania'ya vardık. Öğlen yemeğimizi burada yedik, arkadaşımızla buluşup onun Nea Fokea'daki yaz evine gitmek üzere yola koyulduk. 

Nea Fokea küçük bir kasaba. Bu civarda ismi Nea (Yeni) ile başlayan hemen hemen bütün yerler gibi burası da Türkiye'den göçmek zorunda kalan insanların Türkiye'de yaşadıkları yerin isminin başına "yeni" koyarak kurdukları yerleşimlerden birisi. Foça'nın isminin Rumca'da Fokai olduğunu bildiğimden ötürü burayı Foça civarından gelenlerin kurduğunu tahmin etmek hiç de zor olmadı. 

Akşam Nea Fokea'nın güneyinde kalan Afytos isimli kasabaya götürdü bizi arkadaşımız. Afytos biraz Alaçatı'yı anımsatan, taş evlerden oluşan güzel bir kasaba. Hatta çok güzel. Yüksek bir kayalığın üzerine kurulmuş, dolayısıyla Ege Denizi'ne ve Sithonia'ya tepeden bakıyor. Bu arada bu ayağın ismi de Kassandara. Bu tepe boyunca sıralanmış restoranlara ve kafelere gündüz gözüyle harika bir manzara eşlik ediyor. Bu ayak oldukça turistik, Afytos'un da sokakları, cafeleri, restoranları tıklım tıklım. Halkidiki Selanik'lilerin tatil merkeziymiş, tıpkı İzmir'in Çeşme'si gibi. Ayrıca krizden sonra Ruslar buradaki otelleri satın almışlar, evler satın almışlar, bu yüzden epey bir Rus turist de var. Aynı akşam bir de biraz daha güneydeki Polychrono şehrine gittik. Yol boyunca bir çok gece kulübü ve club vardı ve o clublara gidenlerin oluşturduğu yoğun bir trafik. Polychrono biraz Kuşadası, biraz Marmaris'in şehir merkezi, biraz Bodrum şehir merkezini andırıyor. Çok turistik ve Afytos'un aksine biraz daha orta sınıfa hitap ediyor anladığım kadarıyla. Eni oldukça kısa olan kumsal boyunca şezlonglar şemsiyeler, hemen ardında bir yol ve yolun karşısında da cafeler, restoranlar. Gündüz gözüyle görmedik ama belli ki gündüz oldukça kalabalık bir yer.

Ertesi gün denize görmek üzere Kassandra'nın nerdeyse en güneyindeki Kousaros Plajına gittik. Oldukça popüler bir yerdi, bir kaç tane beach club'ın yer aldığı oldukça uzun bir kumsal ve kumsalın hemen arkasında uzanan çamlık alanla güzel bir yer. Ancak bu ayakta Sithonia'da olduğu gibi daha az insanın olduğu koylar bulmak zormuş.  Sithonia'yaya göre Selanik'e biraz daha yakın olmasının dışında sanırım daha düz olması, ormanlık alanın daha az olması Kasaandra'yı daha popüler bir turizm merkezi haline getirmiş ki burada büyük oteller de var.

Böylece toplamda altı gün süren bu kısa tatilin son gecesini geçirmek üzere tekrar Selanik'e döndük, yolda internetten ertesi sabah bizi İstanbul'a getirecek olan Ulusoy otobüsünden biletlerimizi satın aldık. Ulusoy'un da kendi küçük otobüs merkezi var. Buraya gitmek içinse Aristotales Meydanı'ndaki Venizelos heykelinin önünden servis kalkıyor. Heykeli arkanıza aldığınzda hemen sağ çarprazda Ulusoy'un yazıhanesini görebilirsiniz.

Yunanistan topraklarına yaptığım dördüncü gezi de böylece bitti ama Yunanistan seyahatleri elbette bitmedi, zira görülecek çok ama çok yer var oralarda. 

No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş