Katherina Burdekin'in Swastika Geceleri kitabı feminist bir distopya. 1937 yılında henüz Hitler bildiğimiz Hitler olmaya doğru yol alırken yazılmış Swastika Geceleri, Hitler'in rüyasının gerçekleşmesinin üzerinden 700 yıl geçmiş olan bir dünyayı anlatıyor bize. Bu yeni dünya kan soyu üzerine kurulmuş, ve elbette Almanlar birinci kan soyu. İnsanlar buna göre sınıflandırılmış, tüm insanlar arasında en alt sınıf ise Hristiyanlar çünkü Avrupa artık Hristiyan değil. Uzun zamandır Hitler bir tanrıdır ve Nazilerin faşist düzeni de yeni dünyanın dini. Kitap Hitler'in tanrılaştırılması ve nazizm dini bir öğretiye dönüşmesi üzerinden mevcut dinleri sorgulatıyor ve dinlerin, tanrıların nasıl kurgulanabileceği konusunda ipucu veriyor.
Öte yandan bu yeni sistem hiç şüphesiz erkek egemen bir sistem, kitabın göriş bölümünü yazan Daphne Patai'nin Maria Antonietta Macciocchi'den aktardığı gibi ataerkil düzenden bahsetmeksizin faşizmden bahsedilemeyeceği kabulüyle aksi de pek söz konusu olamazdı zaten. Bu yeni düzende kadınlar yalnızca birer üreme aracı, erkeklerin dünyasında yerleri yok, onlar kendi aralarında, kız çocuklarıyla ve 1,5 yaşına gelip de ellerinden alınana kadar erkek çocuklarıyla yaşıyorlar. Onurları yok edilmiş, erkeklerin kendilerinin efendisi olduğuna, kendi düşünceleri olmayacağına, yapmaları gereken tek şeyin sistemin yürümesini sağlayacak erkek çocuklar yapmak olduğuna, erkek çocuk doğurmanın ne kadar gurur verici ve kız çocuğu doğurmanın da ne kadar utanç verici olduğuna inandırılmış, yalnızca zihinsel ve psiikolojik olarak değil fiziksel olarak da dönüştürülmüş kadınlar bu hikayenin en çarpıcı tarafı.
Öte yandan bu yeni sistem hiç şüphesiz erkek egemen bir sistem, kitabın göriş bölümünü yazan Daphne Patai'nin Maria Antonietta Macciocchi'den aktardığı gibi ataerkil düzenden bahsetmeksizin faşizmden bahsedilemeyeceği kabulüyle aksi de pek söz konusu olamazdı zaten. Bu yeni düzende kadınlar yalnızca birer üreme aracı, erkeklerin dünyasında yerleri yok, onlar kendi aralarında, kız çocuklarıyla ve 1,5 yaşına gelip de ellerinden alınana kadar erkek çocuklarıyla yaşıyorlar. Onurları yok edilmiş, erkeklerin kendilerinin efendisi olduğuna, kendi düşünceleri olmayacağına, yapmaları gereken tek şeyin sistemin yürümesini sağlayacak erkek çocuklar yapmak olduğuna, erkek çocuk doğurmanın ne kadar gurur verici ve kız çocuğu doğurmanın da ne kadar utanç verici olduğuna inandırılmış, yalnızca zihinsel ve psiikolojik olarak değil fiziksel olarak da dönüştürülmüş kadınlar bu hikayenin en çarpıcı tarafı.
George Orwell'in 1984'ü ile benzerlikleri var, bunun üzerine tezler bile yazılmış ancak benzemeyen tarafı faşist sistemin erilliğine yaptığı vurgu ve merkezine kadınların insandışılaştırılmasını, hiçleştirilmesini alan kurgusu.
Elbette romanı yazıldığı dönemi göz önünde bulundurarak okumakta fayda var, aksi halde günümüzdeki patriyarka, eril tahakküm, toplumsal cinsiyet, feminizm tartışmalarının geldiği nokta bakımından hikayenin odağı çok da radikal görünmeyebilir.