October 2, 2011

Suyun Altı - Üstü Halfeti


Antep'e kadar gelmişken Halfeti'ye gitmeden olmazdı. Olmadı da zaten. Halfeti Urfa'nın bir ilçesi ama Antep'e Urfa'dan birazcık daha yakın. Eski ve Yeni Halfeti olarak iki şehir var ve haliyle her yeni şehir gibi yenisinde bir numara yok. Biz de yenisini değil, bir kısmı sular altında kalmış eskisini görmeye gittik zaten. Eski Halfeti'nin bir kısmı Birecik barajının suları altında kalınca Yeni Halfeti'yi kurmak icap etmiş. Eskisine 10 km kala yenisini de uzaktan görmek mümkün. Bir önceki yazıyı bitirirken bir saat süren araba kiralama çabamızdan bahsetmiştim. Nihayetinde bir araç bulabildik. Genelde her yerde de olduğu gibi hafta sonu kiralık araç bulmak zor oluyor. Aynısı burada da oldu. Yoksa araç kiralamak için bir sürü ofis var. Biz son ana bıraktığımız için böyle oldu. Neyse, sonunda bir araç bulduk ve 1 günlüğüne 100 TL ödeyerek aracı kiraladık. Yaklaşık bir 20 dakika sonra da yola çıkmıştık bile. Ancak saat 3'e geliyordu. kaba bir hesapla 5 civarı Halfeti'de oluruz diyerek yola çıktık. (Nitekim olduk) 6 kişi olduğumuz için arkada ben, Elçin, Ezgi ve Ceren epey bir sıkıntı çektik ama Halfeti için değerdi. Arabayı kiraladığımız kişinin bize KGS geçiş kartı vermesine rağmen biz otobana girmeyi tercih etmedik. Kartı doldurmakla falan uğraşmayalım diye. Yani istenirse Antep'ten Birecik'e kadar otobandan da gidilebiliyor. Bizim gitmeyi tercih ettiğimiz yol da oldukça düzgün bir yoldu. 

Birecik
Birecik'e geldiğimizde 5 dakikalığına fotoğraf molası verdik. Birecik’in en dikkat çeken şey dik bir yamaç üzerinde kurulu olan kalesi. Belli ki büyük bir kaleymiş zamanında, şimdi ise ayakta kalmış bir burç ve duvar kalıntıları var. Fırat nehrinin üzerinden geçip kalenin alt tarafındaki yolda verdik molamızı. (Sonradan o yolun yanlış yol olduğunu anlayacaktık ama iş işten geçmiş olacaktı) Suyun mavisi çok güzeldi ve öylesine parlak yansıtıyordu ki yüzeyinden güneşi suya bakmayı imkansızlaştırıyordu bu parlaklık. Kısa bir moladan sonra, yolun geri kalan üçte birlik kısmı için çıktık yola. Dediğim gibi girdiğimiz yol yanlış yol olduğu için hem bozuk bir yoldan gitmek durumunda kaldık hem de süreyi uzatmış olduk. Dönüşte fark edip doğru yola girmeyi başardık ama. 



Halfeti'ye tepeden bakış
Halfeti tabelasını gördüğümüz virajdan sağa döndükten sonra kenara çektik arabayı. Tepeden devasa su kütlesine baktık, etrafındaki tepelere, kenarında Halfeti'den geri kalanlara. Şehrin içine girince hemen Antep'teki taksicinin bize ismini verdiği kişiyi aradık. Kendisinin bir teknesi vardı ve Halfeti'de tekne ile baraj gölünün üzerinde gezinti yapılıyordu.(İnternet sağolsun) Adamla tanıştık, konuştuk, anlaştık ama öncesinde aç olan karnımızı doyurmak istediğimizi söyledik. Sahilde iskelelerin üzerine kurulmuş bir kaç restorandan birisine oturduk. 45-50 dakikamız vardı yemek için. Hızlıca kebaplar söylendi, bir kaç arkadaş da o yöreye özgü bir balık söylediler  Sonrasında pişman olacaklardı Urfa'ya gidip de kebap yemediklerine. Biz yemeklerimizi beklerken sağdan soldan da ufak ufak bilgiler almaya başladık Halfeti hakkında. Mesela hemen kıyıdaki iskele gibi duran genişçe beton zeminin aslında bir fırının 2. katının tavanı olduğunu öğrendik. O anda oturduğumuz iskeleyi su üstünde tutan dubaların altında da başka binaların olduğunu. O zaman fark ettim ki şu anda hemen kıyıdaki o güzel taş ev, eskiden tepedeki güzel taş evdi. Eskiden Halfeti'de, şimdi suların altında kalan evlerde yaşayan, sokaklarında dolaşan, o fırından ekmek alan, Fırat'a tepeden bakmak için şimdi kıyıdaki evin olduğu tepeye çıkan insanlar ne hissediyor bilmiyorum ama daha önce hiç Halfeti'ye gitmemiş olan benim içimi bile tarifi imkansız bir duygu kapladı. Bir an, o hiç bilmediğim, görmediğim, yaşamadığım halini özledim Halfeti'nin. Evet, resmen özledim.
Rumkale

Birbirimizin tabaklarındaki farklı isimleri olan ve farklı içerikleri sahip kebapların hepsinden tatmak istediğimiz için bir çatal trafiği oldu masanın üzerinde. Nihayetinde herkes masadaki her yemeğin tadına bakmıştı ve mutluydu. Tam çaylarımız gelmek üzereyken tekne de iskeleye yanaştı. Az önce bizi 50 TL’ye götürecek olan tekne sahibi arkadaki masadaki birkaç kişinin de katılmasının sorun olup olmayacağını sordu. Elbette ki sorundu ama çok da tadımızı kaçırmamak için uzattırmadılar bana sorunu. Ben de anlaştığımız fiyat üzerinden biraz daha az para vermek konusunda ikna ettim adamı. Biz tekneye giderken çaylarımız da geldi. Teknede içmek üzere yanımıza aldık çayları. Arkada masadaki birkaç kişi de meğerse 10 kişiymiş. Ben haliyle gerildim, hele de 2 bebek olunca yanlarında, ama maksat tadımız kaçmasın birkaç ufak söylenmeyle bıraktım.

Neyse ki etrafın güzelliği ve sessizliği beni sakinleştirdi çabucak. Yüksek yamaçların arasında, batmakta olan güneşe doğru sessizce ve mutlulukla yol alıyorduk. Birkaç gezi teknesi daha vardı bizim aksi istikametimizde dönüş yolunda olan. Dik kayaların, yamaçların yanından geçtik, şimdi sadece üst kısmı görülen elektrik direğinin yanından geçerken aşağının eski halini hayal etmeye çalıştım. Suyun altındaki ağaçları, bahçeleri, evleri, sokakları… Birilerinin bir zamanlar yaşadığı hayatları… Tekneyi kullanan genç çocuk da “buraların altı bizim bahçemizdi eskiden” deyince ona baktım ne hissettiğini anlarım belki diye ama bir şey anlayamadım. Halfeti’de sular altında kalan sadece bahsettiklerim değil tabi ki. Koskoca bir tarihin büyük bir bölümü de kaldı sular altında. Tarihi Zeugma kentinin, resmi verilere göre, yüzde otuzu sular altında kaldı. Ertesi gün ziyaret ettiğimiz mozaik müzesinde öğrendik bunu. Sadece 2 gün önce açılışı yapılan müzenin ilk ziyaretçilerinden olduk biz de. (Tabi Pazar sabahı uyanabilenler) Müze güzel olmasına çok güzel ama o müzedeki her şey yerli yerinde korunsaydı daha müthiş olmaz mıydı diye düşündüm, düşündük. Olsaydı keşke dedik. Yeni bir keşkemiz daha oldu anlayacağınız.

Halfeti'de akşam
Neyse, tekne gezisine geri dönelim. Tepeden aşağıya doğru inip suda biten yol ilginçti. Başka bir boyuta açılan bir geiş gibi, geçmişe giden yol. Onu geçtikten sonra yarısı suyun içinde kalmış o meşhur camiyi gördük. Hani Halfeti deyince akla gelen resmin baş aktörü. Orası aslında Halfeti merkez değil, oraya birkaç kilometre uzaklıktaki başka küçük bir yerleşim yeri. Oranın çok büyük kısmı su altında kalmış ama yine de birkaç evde yaşayan insanlar var hala. Gerisi terk edilmiş durumda. Oraya gelmeden önce de Rumkale’yi şöyle bir gördük tekneden. Rumkale büyük blok bir kayanın üzerinde kurulu. Haliyle Birecik barajının sularıyla etrafı dolmadan önce tepede bir kaleymiş. Şimdi ise baraj gölünün sularıyla üç tarafı çevrilmiş bir yarımada şeklinde oldukça güzel bir manzara oluşturuyor. Üzerine inşa edildiği kaya öylesine dik ve düzgün ki kalenin tam olarak nereden başladığını kestirmek zor uzaktan bakınca. Rumkale tarafına bizim yaptığımız gibi tekneyle ulaşılabildiği gibi Yavuzeli tarafından gelip Kasaba isimli köyden de ulaşılabiliyor. Gitmeden önce internette yaptığım araştırmada Antep’in Yavuzeli ilçesine bağlı Kasaba adlı köyünden de Rumkale’ye ulaşılabildiğini okumuştum ama bizim asıl hedefimiz Halfeti olduğu için ve Birecik tarafından yolun daha düzgün olduğunu öğrendiğimiz için sadece tekneden 4-5 dakikalığına görebildik orayı. Kesinlikle o tarafa tekrar gidip etrafı gezmek ve daha çok vakit geçirmek gerekiyor.

Sessiz, keyifli, muhteşem turumuzu tamamlarken güneş de batmıştı ve biz Halfeti’ye yaklaşırken Halfeti’nin ışıkları yavaş yavaş yanmaya başlamıştı. İskeleye yanaştığımızda gündüzün yerini geceye devrederken birlikte oluşturdukları o, mavinin en güzel tonu hakimdi Halfeti’ye ve Halfeti’ye bu renk de çok yakışmıştı. Işıl ışıl Halfeti sudaki silüetiyle güzelliğini ikiye katlarken biz de Halfeti’yi sessizliğiyle baş başa bırakmaya hazırlanıyorduk ki davul zurna sesleri bozdu sessizliği. Bir sünnet düğününe denk gelmiştik ve Neredeyse tüm Halfeti oradaydı. Arabayı bile zar zor çıkarmamıza neden olan bir trafik ve gürültü. Bence böyle olmamalıydı Halfeti’ye vedamız. O yüzden ben kesinlikle bir kez daha gitmeyi düşünüyorum. Mümkünse düğünün olmadığı bir günde.

Dönüş yolunda o kötü, asfaltsız yola girmedik. Arkadaki sıkış tepiş oturmamıza ve öndekileri üşütürken bizi serinletemeyen klimadan dolayı ter içinde kalmamıza rağmen şarkılarla, türkülerle, dedikodularla, esprilerle vardık Antep’e.

O akşam da rakı sofrası kurduk otelin püfür püfür esen terasında. Güzel geçen günü yeniden yeniden yaşarken her cümlemizde bir yandan da birkaç saat sonra Serap’a hazırladığımız sürpriz kına gecesinin heyecanıyla bekledik, bekledik. Zaman geçti, ikinci büyük henüz yarılanmıştı ki Serap “hadi benim odaya gelin, göreyim sizi 5-10 dakika” dedi… Ah Serap’ım bilsen eline yakılacak kınayı hiç çağırır mıydın ki bizi J

1 comment:

Anonymous said...

Değerli blog yöneticisi paylaştığınız makaleler bize çok yardımcı oluyor Dell dizüstü servis ekibimiz çalışmalarınızda başarılar diler.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş