February 13, 2013

Açılmak mı zor, açılmamak mı?


Geçtiğimiz aylarda yazdığım bir yazıda ailelerin neden çocuklarının eşcinsel olup olmadıklarını merak ettiklerini sormuştum. Bu yazıda da açılma açılmama durumuna eşcinseller tarafından bakalım istiyorum. Eşcinseller neden açılmak, yani cinsel yönelimlerini açıklamak isterler ya da neden bunu gizlenmeyi tercih ederler?
Öncelikle, bütün eşcinsellerin açılmak ya da açılmamak ikilemine düştüğünü söyleyemeyeceğimizin altını çizmekte fayda var. Zira bir çok eşcinsel kendi cinsel yönelimine heteroseksist düzenin içinden ve onun kavramlarını referans alarak baktığından ötürü bunu bir kimlik olarak görmeme eğilimindedir. Onlar için de, tıpkı heteroseksüellerin zihnindeki gibi bu, sadece cinsellikle ilgili bir şeydir ve cinsellik denilen şey de yatak odasında olur. Ötesi düz anlamıyla “ahlaksızlık”tır, kendini ifşa etmektir, kendini rezil etmektir. O yüzden, misal eşcinsel erkekler eşcinsel ilişkilerini bile “adam gibi” yaşamayı isterler, seviştikleri insanın da “adam gibi” olmasını beklerler. Ben (maalesef) eşcinsellerin büyük çoğunluğunun öyle ya da böyle bu kategoride yer aldıklarını düşünüyorum. Bu şekilde düşünenlerin de açılma kavramına çok sıcak bakmadıklarını biliyorum. Dolayısıyla cinsel yönelimine bu şekilde bakan insanlar için de eşcinsellikleri onbeş bilemediniz yirmi dakikada gizlice giderebilecekleri bir ihtiyaçtan ibarettir.
Bu insanları bir kenara bırakırsak elimizde cinsel yöneliminin sadece yatak odasından ibaret olmadığını, kendisini bir özne yapan özelliklerden birisi olduğunu bilen, bunun yansımalarının hayatın her alanına temas ettiğinin farkında olan, dahası cinsel yönelimin içinde bulunduğumuz şartlarda politik bir kimlik olduğunun ayırdında olan eşcinseller kalır. İşte bu eşcinseller hayatlarının bir noktasında açılmak ya da açılmamak arasında kalırlar. Buna karar verebilmek için birden çok faktörü göz önünde bulundurmak,uzun uzun olası sonuçlarını düşünmek, ölçmek, biçmek, iç hesaplaşmasını yapmak ve tüm bunların sonunda açılma kararı alınırsa onu uygulamaya koyması gerekir, ki o anda en kararlı olanının bile boğazına düğümleniverir sözcükler. Aynanın önünde ne kadar prova alınırsa alınsın, otobüste, işyerinde ya da yolda yürürken kaç kez senaryo kafada canlandırılırsa canlandırılsın o an gelince öylece kalıverir insan.
Bu kadar zordur açılmak. Önce ailesini düşünür insan. Ailesinin kültürel yapısını, sahip olduğu değerleri, inançlarını, eşcinselliğe bakış açısını. Sonra akrabalarını düşünür, konu komşuyu, içinde yaşadığı çevreyi, sadece selam verip geçtiği mahallenin esnafını bile düşünür. Herkesin ne tepki vereceğini tek tek ölçer. Çoğunu bilir aslında ama içinde bir “acaba”lık umut vardır yine de. Çünkü ne olursa olsun insan sevilmeye devam etmek ister, dışlanmamak ister, söylemeden önce onların gözünde neydiyse halen o kişi olduğunun bilinmesini ister.
Bu kadar zorken açılmak ve alacağı tepki aşağı yukarı belliyken insan halen neden açılmak ister? Belki kendine olan saygısından, belki yalan söylemekten bıktığından ya da iki farklı hayatı oynamaktan yorulduğundan, belki ailesinin ve toplumun kendisinden beklentilerini yerine getirmek istemediğinden belki de sadece ve sadece paylaşmak istediğinden. Çünkü aşık olduğunu paylaşamamak, belli edememek ne kötüdür. Diyelim belli ettin, daha da kötüsü ondan bahsederken karşı cinsten birisiymiş gibi bahsetmektir. İsmini soran olduğunda baş harfinden uygun bir isim türetirsin. Ayrılırsın, kimselere söyleyemezsiniz. Oysa mutluluk paylaşarak artmaz mı ya da üzüntü azalmaz mı paylaşarak? Kimsenin kendisine bunu yapmaya hakkı yoktur, kimsenin de birisine bunu yapmaya hakkı yoktur. İşte belki sadece buna isyan edersin ya da hepsine birden.
Tüm bu derinlemesine düşünme, ölçme-biçme işleminden sonra açılmaya karar verirseniz, zor bir yola girersiniz, orası kesin. Çünkü kendinizi anlatmak, kabul görmek zaman alacaktır. Zaman zaman pişman bile olabilirsiniz ama bu sizsiniz ve açılmak kimliğinize ve varoluşunuza sahip çıkmak demektir. En sevdiklerinizden bir şeyleri gizliyor olmak, türlü numaralar çevirmek için zaman harcamak herşeyin ötesinde odukça yorucudur. O yüzden açılınca üzerinizden bir yük kalkar. Üstelik sadece kendi üzerinizdeki yükü değil, açılamayan diğer bütün eşcinsellerin yükünü de biraz hafifletmiş olursunuz.
Tüm bu ölçüp biçme sonunda açılmama kararı alanların da haklı gerekçeleri vardır elbet. Yaşadığı ortam, ailesinin değerleri gibi az önce saydığım bir çok şey açılmaya uygun değildir. Zaten herkes de açılmak zorunda değildir. Sevdiğiniz bir insanın hastalanmasına sebep olacağınızı düşünüyorsanız ya da kendinize bir zarar verilebileceğini düşünüyorsanız açılmazsınız. Yine üzülürsünüz, yine yorulursunuz ama bu sizin kendinize saygınız olmadığını göstermez. Şartlar elvermez işte bazen. Çünkü karşı geldiğiniz bir anne baba ya da küçük çevreniz değil, koca bir kültürdür.
Evet, açılmak zordur. Yaşamayan bilemez, anlayamaz. Eşcinselseniz ve bunu sadece cinsellik olarak görmüyorsanız, bu ikilemi anlarsınız. Eşcinsel değilseniz, bilin ki yakınlarınızda bir yerlerde bu ikilemi yaşayan sevdikleriniz var ve siz düşüncelerinizi, eşcinselliğe bakış açınızı değiştirmediğiniz ve önyargılarınızı kırmadığınız sürece onlar bu ikilemin içinde kıvranarak ömürlerini tamamlayacaklar.
 Hiç kimsenin başka bir kimsenin varoluşuna müdahale etme ve onu bastırma yoluyla ona işkence etmeye hakkı yoktur, değil mi?   

February 12, 2013

Bir heteroseksüel olmak için ne kadar özenmek gerekir?


Geçen gün otobüste bir anne ve babanın 7-8 yaşlarındaki oğulları ile yaptıkları sohbet beni 30 yıl öncesine götürdü. Çünkü ben de 7-8 yaşlarımdayken annemin, babamın, komşu amcaların ya da teyzelerin beni aynı sohbetin içerisine çektiklerini hatırlıyorum.
Babası oğluna sınıfta hoşlandığı kız var mı diye sordu. Çocuk da, biraz da utanarak, omuzlarını silkti. Baba, “Hadi ama, erkek adamsın, vardır illa ki birisi”, dedi. 
Çocuk, “söylemem”, dedi.
O sırada anne girdi devreye, “Oğlum hadi söylesene babaya, hani geçen gün diyordun ya bir kız var ben ondan hoşlanıyorum, o da benden hoşlanıyor diye. Neydi adı bakim?”
Çocuk, “Ama biz onunla ayrıldık!”
Anne, “A-aa ne oldu ki? Hani ne güzel anlaşıyordunuz.”
Çocuk, “Çünkü o Kağan’la oynuyor artık hep”
Baba, “Aman boşver oğlum, kadın milleti böyle, ne istediklerini bilmezler. Benim aslan oğluma kız mı yok. Başkasını bulursun”
Anne, “Tabi canım, ne canlar yakacak benim yakışıklı oğlum”
İşte bu sohbet böyle sürüp giderken, ben yaklaşık 30 yıl öncesinde başlayan ve uzun bir süre devam eden benzer sohbetleri, daha doğrusu maruz bırakıldığım sohbetleri hatırladım. Utana sıkıla, anneme, babama, komşu amcaya, teyzeye, arkadaşlıktan öte başka bir his beslemediğim bir kaç ilkokul ya da ortaokul arkadaşımın ismini verdim hep. Çünkü kural böyleydi, sınıfta hoşlandığın bir kız olmalıydı illa ki. Düzen böyleydi, erkek çocuklar kız çocuklarından hoşlanırlardı. Daha 3-4 yaşından beri bunu böyle öğrendik, böyle bildik. Erkek çocuklar ve kız çocuklar birbirlerine aşık olurlardı, büyüyünce de evlenip anne baba olurlardı.
Bu ilişki biçiminin isminin heteroseksüel ilişki olduğunu da çok sonraları öğrendik. Zaten ortada başka bir “ilişki” olduğu varsayılmadığından kimse bu ilişkinin başına “heteroseksüel” sıfatı koymuyordu haliyle. Velhasıl, bana başka bir gönül ilişkisi türü olduğundan kimse söz etmedi, kimse bana “sınıfta hoşlandığın bir çocuk var mı?” diye sormadı. Ben de tıpkı diğer bütün erkek çocukları gibi yalnızca kızlara ilgi duymaya, kızlardan hoşlanmaya, kızlara aşık olmaya teşvik edildim ve fazlasıyla özendirildim.
Şimdi birilerinin eşcinsellik karşısında ürettikleri en büyük argüman, eşcinselliğin görünürlüğünün çocukların “özenerek eşcinsel” olabileceklerine dair iddia. Bu bir iddia ama aslı olmayan bir iddia. Öyle ya, eğer cinsel yönelim özenilerek kazanılıyor olsaydı, bunca teşvik ve özendirmeyle benim eşcinsel değil, heteroseksüel bir erkek olmam gerekirdi, hem de şu çok canlar yakan cinsten... Ama öyle olmadı, etrafımda kendime “rol model” olarak alabileceğim bir tane bile eşcinsel yokken, etrafım “hoşlandığın kız var mı?” diye sorarak beni hedefe şartlandıran insanlarla doluyken, üstelik heteroseksüel ilişkiden başka ilişki ihtimalleri olduğunu bile bilmezken içimde hep bu his vardı. Her zaman kendi cinsime ilgi duydum, kendi cinsimden hoşlandım. Bunun kabul edilebilir olmadığını bile bile, bunun yanlış olduğunu düşüne düşüne. Tıpkı diğer bütün eşcinsel erkeklerin ve eşcinsel kadınların düşündüğü gibi.
Bu yüzden siz ne yaparsanız yapın, ne kadar teşvik ederseniz edin, ne kadar özendirirseniz özendirin eğer oğlunuz/kızınız içinde sizin ihtimal vermediğiniz duygular taşıyorsa bunu değiştiremezseniz, onları heteroseksüel yapamazsınız. Tıpkı içinde heteroseksüel yönelimler olan birisini eşcinselliğe teşvik edemeyeceğiniz, özendiremeyeceğiniz gibi. Çünkü cinsel yönelim bu şekilde kazanılmıyor. Uykularınızın kaçmasına gerek yok, ne eşcinselliğin görünürlüğünün artması, ne LGBT derneklerinin kurulması, ne de bu köşede yazdıklarım sizin oğlunuzu ya da kızınızı özendiremez, olsa olsa kendileri gibi olmanın ayıp olmadığını, yanlış olmadığını ve de yalnız olmadıklarını fark ettirir ki bu da iyi bir şeydir. Özgüveni eksik bir çocuğunuz olsun istemezsiniz, değil mi?
Uzun lafın kısası sevgili anne-babalar, kabullenmesi zor biliyorum ama çocuğunuzun eşcinsel olma ihtimali var. Size duymayı istediğiniz cinsiyete ait isimler söylese bile. Bunu değiştirmek için de yapabileceğiniz bir şey yok. Zira bu sizin öğretebileceğiniz, dönüştürebileceğiniz bir durum ya da tedavi edilecek bir hastalık değil. Bu sizin çocuğunuzu yetiştirme tarzınızla, onunla konuşma biçiminizle ya da onu yetiştirirken yaptığınız herhangi bir şeyle ilgili değil. Aslında bunun uzaktan yakından sizinle ilgili yok, çocuğunuz kendisi bir birey ve içindeki hisler de onun hisleri. Zamanı geldiğinde de o hisleriyle kendisi yüzleşecektir, benim gibi, birçok arkadaşım gibi, diğer bütün eşcinseller gibi.
Fotoğraf http://birthwithoutfearblog.com sitesinden alınmıştır.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş