Sabah yine erken sayılabilecek saatte uyandık. Bugün Hama’ya doğru yola çıkacaktık oradan da Halep’e. Hem taksi değildi bu sefer yolculuk yapacağımız araç. Otobüse binecektik ve bunun için otogara gitmemiz gerekiyordu. Bir gün önce otogara gitmek için taksi şöförüne ne diyeceğimizi de öğrenmiştik. Harasta! evin anahtarını televizyonun yanına bıraktıktan sonra çıktık ve taksiye binmek üzere köşeye yürüdük. Sırtımızda çantalarla beklemeye başladık taksi amabütün taksiler dolu geliyordu. biraz sonra önümüzde duran boş ama çok küçük taksiye binip binmemekte kararsız kaldık ama başka da çaremiz yoktu. Komik bir şekilde yerleştik taksiye ve Harasta dedik. Temam dedi taksici ve 15 dakika sonra bizi sanayi sitesine getirdi! Bildiğiniz araba tamircilerinin olduğu bir sanayi sitesiydi burası. Güler misin ağlar mısın? sırtlarında çanta olan ve turist oldukları her hallerinden belli bu dört kişinin sanayi sitesinde ne yapacaktı ki? başladık debelenmeye nereye gideceğimizi anlatmak için, bus, büs, otobüs, bus station, terminal, Halep gibi kelimeler sıralarken bir yandan da ellerimiz ve kollarımızla yaptığımız hareketlerle anlatmaya çalışıyorduk çantalarımızı da göstererek. O sırada o kelimelerin arasında bir de Serap “garaj” ekledi ve taksi şöförü “garaaaaj” diyerek yanıt verdi, anlamıştı bizi nihayet. bir 5 dakika sonra garaja varmıştık. bu arada garaj yerine pulman dediğinizde de sizi otogara götürürler. Bunu geç öğrendik biraz. Şam’ın garajı Türkiye’de ki ilçe garajlarına benziyor. (hadi hakkını yemeyeyim ilçe garajlarının, onlardan daha kötü)
July 22, 2010
July 20, 2010
Bundan iyisi Şam'da kayısı
Nadir bizi yeni taksi şöförümüze teslim etti. Zaten Lazkiye’den bu yana yerine ulaştırılmaya çalışılan bir paket gibi el değiştirip duruyorduk. Herkes bizi birilerine teslim ediyordu biz de alık turistler gibi ağızlarına bakıyorduk adamların. Yine saat 5’te Beyrut’tan ayrılıp dağ yoluna tırmanmaya başladık. Tırmandıkça yeşillendi ortalık, mis gibi dağ havası... Önce villa tarzı evleri geçtik sonra küçük kasabalardan geçtik. Beyrut’tan uzaklaştıkça kasabaların, köylerin standardı düştü. Suriye sınırına yaklaştıkça Suriye’ye benzemeye başladı her şey. Bir süre sonra yeşil alanda bitti, sarı toprak, sarı tepeler, sarı binalalara dönüştü her şey. Her şey sarardıkça bizim yüzümüz gülüyordu. Görmek istediğimiz buydu. Oysa kendi ülkemizde de doğuya gitsek farkı yoktu Orta Doğu’dan ama ne de olsa Avrupa’lıydı Türkiye! o yüzden sayılmazdı ne kadar benzese de...
July 16, 2010
Neye niyet neye kısmet - Doğu’nun Paris’i Beyrut!
Gayet neşeli ve heyecanlı Beyrut yolculuğumuz Suriye - Lübnan sınır kapısına varınca can sıkıcı bir hale dönüştü. Çünkü inanılmaz bir araç ve insan kalabalığı hiç de düzenli olmayan bir şekilde tabiri caizse üst üste sınırı geçmeye çalışıyordu. Üstüne üstlük şöförümüzün sınırdaki Suriye polisiyle anlayamadığımız bir nedenden dolayı kavga etmesi işimizi yavaşlatmıştı. Güçlükle Suriye sınır kapısından çıkıp Lübnan’a giriş kapısına geldiğimizde durum daha da vahimleşti. Pasaport onaylatma sırası sıra değil bir et yığınıydı. O sıcakta, yapış yapış olmuş ve buram buram ter kokan insanların arasında beklemek zorundaydık ki şöförümüz Bilal yetişti imdadımıza ve pasaportlarımızı alıp ilgilenmeye başladı. Bize de deniz kıyısında olan bu sınır kapısında gün batımını fotoğraflamak kaldı. Bir de kara kara düşünüyorduk, giriş kapısı böyleyse bu ülkenin şehirleri nasıldır kim bilir diye. (Çok geçmeden yanıldığımızı anlayacaktık.) Böylece sınırda 3 saatten fazla kaybettik. Hava kararmaya başladığında ancak giriş yapabilmiştik Lübnan’a. Sınırı geçtikten birkaç kilometre ötede yine bir bakkalda durduk. Falafel ile karnımızı doyurduk ve bir karton sigara aldık Bahadır’a. Bir karton Winston’u 12 dolara… Orada bir kısım doları da Lübnan parasına çevirdik. Böylece cebimdeki dolar, Suri, ve TL’ye bir de Lübnan Lirası eklendi. Bu arada Lazkiye’de ortak bir kasa yapmaya ve her türlü kişisel olmayan harcamaları bu ortak kasadan yapmaya karar vermiştik. O yüzden her türlü para birimi vardı cebimde harcanmak üzere bekleyen ve bir günde Beyrut’ta su gibi akmayı…
July 14, 2010
Antakya’dan çıktık yola Lazkiye’de verdik mola
Ne zamandır aklımdaydı Suriye’yi ve Lübnan’ı görmek ama Avrupa sevdasından bir türlü fırsat gelmemişti oralara gitmeye. Yine bir Avrupa ülkesi olan Hırvatistan’a gitmek üzere yaptığımız plan, turun iptal olması ile suya düştü ve biz de başladık düşünmeye başka nerelere gidebiliriz vize derdine düşmeden diye. Birkaç ay önce bize vize uygulamasını kaldıran Suriye ve Lübnan geldi aklımıza. Tarihi belirsiz bir gezi böylece gitmemize neredeyse bir hafta kala net bir tarihe kavuşmuş oldu. Serap ile yaptığımız uzun telefon konuşmaları ve internet araştırmaları sonucu güzergah belirledik kendimize ama yola çıkmaya iki gün kala bir de alternatif güzergah belirledik. Ya Cilvegözü sınır kapısından girecektik Suriye’ye ve gezimiz Halep’de başlayacaktı ya da Yayladağ sınır kapısından girip Lazkiye’den. Bunun kararını da Antakya’da buluşacağımız güne bıraktık. Bir de halen kendi arabamızla mı yoksa toplu taşıma aracıyla gideceğimize de karar vermemiştik. Yaptığımız araştırma araçla geçebilmek için triptik denilen bir belge ve uluslar arası sürücü belgesi yerine geçen bir belge almak zorunda olduğumuzdu ve bunun da maliyetli olacağını gösteriyordu.
2 Temmuz Cuma akşamı Adana’ya doğru yola çıktım. Saat 3 civarı mola verdiğimde Bahadır Adana’ya uçmak üzere havaalanına gitmek üzere evden çıkmış, Serap da yaklaşık 7 saat sürecek yolculuğuna başlamıştı Tokat’tan. Hepimiz gecenin üçünde farklı yollardan hedefe doğru ilerleyen kırmızı noktalar gibiydik harita üzerinde. Cumartesi günü saat 2 civarı Hatay’daydık 4 kişi. Yolda arabayla gitmemeye karar vermiştik. O yüzden Hatay’da arabayı kapalı bir otoparka bırakıp, çantalarımızı sırtlandık ve yaklaşık 300 metre kadar ilerde olan garaja doğru yürümeye başladık. Amacımız bir taksi bulup sormaktı bizi kaça götüreceğini makul bir rakamsa taksiye binilecek, değilse otobüs bakılacaktı. Bu arada Suriye’ye girişimizi de Yayladağ kapısından yapmaya karar vermiştik. Hemen yolumuzun üzerindeki döviz bürosundan da suri aldık yanımızda bulunsun diye. (33 TL ile 1.000 suri alınıyor) Otogara geldiğimizde beyaz taksiler Lazkiye Halep diye seslenerek bizi çağırmaya başladılar. Bir taksinin yanından adının Ahmed olduğunu öğreneceğimiz ve Türkçe bilen bir Suriyeli yanımıza geldi ve Lazkiye’ye bizi 2.500 Suri’ye (82,50 TL) götürebileceğini söyledi. Biz de bir an önce yola çıkmak istediğimiz için hiç pazarlığa girişmeden kabul ettik. Kişi başı 20 TL’ye bir ülkeden başka bir ülkeye geçecektik daha ne kadar ucuz olabilirdi ki…
Subscribe to:
Posts (Atom)