Bugün her zamanki gibi Gelinkaya mevkiine gittik denize girmek için. Orayı seviyoruz biz çünkü gölgenin altında oturduğumuz masanın hemen yanından denize girebiliyoruz, yiyoruz, içiyoruz, tavla oynuyoruz. Üstelik şezlong ve şemsiye için para da ödemiyoruz. Ama ilk kez yanımızda bir kadın olmadan gidince gördük orasının da gerçek yüzünü. Konumuz "aileye mahsus" Türkiye...
Yine her zamanki gibi deniz kenarındaki masaya yöneldik. Tam masaya varacakken garson yetişti ve bize "orası aileye ait" dedi. Dönüp baktık, "Biz de aileyiz" dedik. Sonuçta bir şekilde deniz kenarındaki masaya oturduk. Ancak bu aile mevzusunun benim canımı fazlasıyla sıkmaya başladığını fark ettim. Deniz kenarındaki masalar onların, restoranların en nezih köşeleri ve cam kenarı masaları da, en güzel evler onlara kiralık, piknik alanları onlara mahsus... Aile çay bahçeleri, aile lokantaları, aile plajı, aile apartmanı, aile mahallesi derken sırada ne var? Aile ülkesi mi? Hoş, yıllardır hükümetin söylemi buna işaret ediyor. Sonuçta üç çocuk yapabilmek için önce "aile" olmak gerekiyor. Malum aile olmadan yapılan çocuklar pek kabul görmüyor. Çocuğun makbulü de nikahlı aileden yapılanı. Dolayısıyla "en az üç çocuk" söyleminin temelinde "aile olun" yatıyor. Zaten herkesin heteroseksüel olarak addedildiği bu ülkede aksi kimsenin aklına da gelmiyor. Dayatılan bu heteroseksüellik normu bir çok eşcinseli de istemeye istemeye yuva kurmaya ve sistemin istediği gibi bir aile olmaya itiyor. Elbette ki mutsuz bir aileye dönüşüyorlar ama sistem zaten bireyin mutluluğunu dert etmiyor. Tek derdi aile kurumunun varlığının devam etmesi, vatana millete hayırlı yeni nesiller yetiştirilmesi, yetiştirirken daha çok tüketilmesi, tüketilmesi ve yeniden tüketilmesi...
Bizim gibi sistemin gereğini yerine getirmeyi reddeden erkekler de "aileye mahsus" yerlerden uzak tutularak cezalandırılıyor hem de aileler korunmuş oluyor. Ne de olsa erkek dediğin mahlukatın bekarı evlerden ırak! Ne de olsa bekar erkek dediğin her türlü pisliği yapabilecek erkektir. Gözü dönmüştür çünkü. Kadınları rahatsız eder, sözle taciz eder, gözle sarkıntılık eder ve hatta ileriye gider, tecavüz eder. Oysa evli erkek hiç böyle şeyler yapar mı? Erkek evlenince yüzüne nur iner, başında halesi, yüreğinde sevgi pıtırcıklarıyla bir iyilik meleğine dönüşür ve "aileye mahsus" yerlere girmeye hak kazanır. O kazanmayacak da biz mi kazanacağız? O sistemin istediği yola girmiş, yola girmek ne kelime o yola baş koymuştur. Bu yüzden ödüllendirilir, erkeklerden arınmış steril mekanlar sağlanarak namusu korunur. Dünün bekar erkeği aile erkeği olunca pis pis bakmaya başlar bekar erkeklere. Onlardan nefret eder. Çünkü onlar namusunu tehdit eder evli erkeğin. Çünkü evli erkek namuslu erkektir, kimsenin karısına kızına yan gözle bakmaz, sarkıntılık etmez, gözlerini dikmez, taciz etmez, hele tecavüz hiç etmez! Namuslu aile babasıdır evli erkek! O yüzden namussuz bekarlar aileye mahsus yerlerden uzak tutulmalıdır.
Nereye kadar? Tabi ki sistemin içine girene kadar. Ama bu sistem de bize ters... Peki bizim halimiz ne olacak? Aile korunurken bizim daralan alanımız, düşen hayat standardımız ne olacak? Önce aile mekanlarından, sonra aile apartmanlarından ve en son aile mahallerinden aforoz edildikten sonra aile ülkesinden de mi kovulacağız? "En az üç çocuklu aile ülkesi"nde asıl bizi kim koruyacak ailelerden?
Aile diye yüceltilen şeyi bu kadar matah yapan ne? Bu kadar ayrıcalıklı kılan ne? Yere göğe sığdırılamayan aile kurumu sütten çıkmış ak kaşık mı? Aile olunca kötülükten muaf mı oluyor insanlar? Daha mı insan oluyorlar? Eğer öyleyse bugün neden aile içi şiddetten, aile içi tecavüzden konuşuyoruz?
Yoksa kutsal aile birbirini yerken, döverken, öldürürken görüp de aile olmaktan vazgeçmeyelim diye mi uzak tutuluyoruz? Vazgeçmezsek bizim de ödülümüz deniz kenarındaki o masa mı olacak?
No comments:
Post a Comment