July 22, 2011

Toprak kokusu


Bu ilk bayılmam değil. Ömrü hayatımda üç kez daha bayıldım bundan önce. İlki, bir hastane koridorunda oldu. Hastalıktan halsiz düşmüş bedenim, annem sıra fişi alıp gelene kadar ayakta kalmama müsaade etmedi. Zaten kalabalık olan hastane koridoru, sağımdan solumdan küçücük ve halsiz bedenimi itiştiren insanlardan yüzünden daha bir bastı üzerime, ben de düşüp bayıldım o insan ormanının içinde. İkinci bayılmam sünnet olduğum gecenin hemen akşamında oldu. Annemin "ördek getireyim oğlum burada yap çişini, kalkma yerinden şimdi" diye ısrar etmesine rağmen "hayır gidicem ben" diyerek yataktan kalkmış, tuvalete gitmiş, sızısını şimdi bile zihnimin bir köşesinde hissettiğim bir acıyla işedikten sonra yatağa varmama iki adım kala düşüp bayılmıştım. Üçüncü bayılmam ise ikincisinden on yıl sonra oldu. Yine bir gece yarısı tuvalet için kalktığımda, yine tuvalet sonrası düşüp bayılmıştım. Patlayan dudağımın yarası bir kaç hafta içinde geçti ama ucu kırık bir diş o geceden hatıra kaldı bana. Doktor bedenen ve zihnen çok yorgun olmamdan kaynaklandığını söyledi bu bayılmamın, ikisinden birini dinlendirmem gerektiğini. Ben de işi bırakamayacağıma göre, ders çalışmayı bırakmış, zihnimi dinlendirmeyi seçmiştim.
Ama bu son bayılmam diğer üçünden farklı. Önceki bayılmalarımın mekanları ve sebepleri farklı olmasına karşın ortak bir özellikleri vardı. Kendiliğinden olmuştu onlar. Yani, bedenim ya da zihnim bir sebepten ötürü kendi iradesiyle bilincimi kapatmaya karar vermiş ve devreyi kapatıvermişti bir süreliğine. Sadece bedenim, zihnim ve bendik o bayılmalarda. Bu seferse başka bir nesne sebep olmuştu bayılmama: başka bir kuvvet, başka bir aracı, başka bir acı.

Toprak kokuyor. Ne kadar da yakından geliyor koku. Sanırım, ağzımın içinden. Kanla karışık toprak kokusu. Oysa ben yağmur yemiş toprağın kokusunu severim. Kan toprağın kokusunu bozuyor, tadını da. Sudan başka hiç bir şey karışmamalı toprağa, hele de kan. Kan karışınca toprağa bir daha hayır etmiyor, ardı hep hırs, hep nefret, hep şiddet, hep ölüm... Bak şimdi benim kanımda karıştı toprağa. Sahi burası neresi? Kimin toprağı? Benim kanım bu toprağa niye karıştı?
Bu parkı çok severim. Caddeden evime giden kestirme yol bu park. Sırf kestirme yol olduğu için mi yoksa içinde şu nilüfer çiçeklerinin olduğu havuzdan dolayı mı seviyorum, bilmiyorum? Nilüferleri hep sevmişimdir, tuhaf bir yakınlık duyarım onlara. Kim bilir belki bir kurbağaydım bir önceki hayatımda, prensini bulamamış bir kurbağa. Üzerinde keyifle durur, bir şeyler söylemek isterdim belki ama kursağımda kalırdı, yutkunur dururdum. Yoksa şu üç tane yasemin ağacı mı bu parkı sevmeme neden? Sırf evime giden kestirme yol olduğu için sevseydim, nilüferli havuza yakın olan bankta oturmazdım zaman zaman. Ben bu parkta oturmayı da severim en az içinden geçmeyi sevdiğim kadar. Bazen otururum. Yanıma gelip çekingen bir şekilde merhaba diyenlerle sohbet ederim rahat rahat. Bazen birkaç cümle sürer, bazen daha uzun. Bazen uzun bir gece. Ama bu gece vaktim yok bunun için. Yasemin ağacının kokusunu içime çekip, banka küçük bir selam veriyorum, nilüfere göz kırpıyorum ve geçiyorum. Mutluyum bu gece. Bir an önce eve gidip bilgisayarımı açmak ve emailime bakmak istiyorum. "Sana bir şeyler yazdım" dedi telefonda. "Hoşuna gidecek şeyler" dedi hınzırca gülerek. Kesin beni ziyarete geliyor. Kaç zamandır ısrar ediyordum. yasemin kokusu arkamda kalıyor hızla. Mutluyum. Gülümsüyorum.
"Abi bi sigaran var mı?" diyor karanlığın içinden aniden önüme çıkan genç. Parkın ışıkları zayıf, çocuğun yüzüne ay ışığı vuruyor. "Eh be çocuk! ödümü kopardın. Nerden çıktın öyle birden!" diyorum gülerek…  "Kusura bakma abi. Bi sigaran var mı?" diyor sigara tutarmış gibi yaptığı iki parmağını ağzına doğru götürerek. Gözlerini görüyorum ay ışığında. Çok güzel gözleri. Bakıyorum bir an. "Yok, kullanmıyorum" deyip yürüyorum. Mutluyum. O da olsun istiyorum. "İyi geceler" diyorum gülümseyerek arkama bakmadan.
"Götüne koduğumun ibnesi!" diye bağırıyor arkamdan... Niye? Ne dedim ki ben? Kötü bir şey mi yaptım?
Kalbim hızla çarpıyor. Arkamı dönüyorum. "Ne diyorsun sen lan puşt" diyorum. Hayalarına bir tekme indiriyorum. Acıdan kıvranıyor. Ay ışığında gözlerini görüyorum. Gözleri de acıyor. Artık güzel değiller. "Kusura bakma abi. Özür dilerim" diyor. Zihnimde... Tam bir saniye içinde aklımdan geçiyor tüm bunlar. Adım atmak üzere kaldırdığım ayağım henüz yere değmeden. Sol ayağımı yere basıyorum ve hızlıca sağ ayağımı kaldırıyorum adım atmak üzere, uzaklaşmam lazım hızla. "Alooooo! kime diyorum ben" diyor. Duruyorum. Kalbim hızla çarpıyor. Mutluydum ama ben bu gece. Gülümsüyordum. Dönüyorum. Bakıyorum güzel gözlü çocuğa, artık gözleri karanlık bir çocuk o. Çok karanlık. "Vur kodumun ibnesine!" diyor o sırada. Havada bir ıslık duyuyorum. Bir anda ağrı giriyor başıma. Başım çok ağrıyor.
Başım çok ağrıyor. Toprak kan kokuyor. Kan kokusunu hiç sevmem toprakta. Ben yağmur kokusu karışmış toprağı severim. Ne güzel kokar öyle. Anneannem "deme öyle" derdi, "toprak çağırır". Çağırsın… Çağıracaksa yağmur kokulu toprak çağırsın anneane, kan kokulu değil. Kan kokusu karışınca toprağa hayır etmez o toprak bir daha. 
Ama bu park yasemin kokardı. Nilüferi bile vardı. Kurbağasıydım ben vakti zamanında o nilüferin. Şu demir kapıyı geçince çıktığım sokak benimdi. Hemen karşıda duran apartmanın büyük kapısı. Zorlanırdım açmaya genelde ama severdim işlemelerini. Onun ikinci katında balkonunda şu sardunyaların olduğu ev. Parka bakan pencere. Pencerede beni bekleyen kedi. Hepsi benimdi. Her gün üstünden geçtiğim bu toprak. Bu çok sevdiğim park. Yağmur yağınca anneanneme inat, penceremi açıp içime çeke çeke kokladığım bu toprak. Niye kan karıştı ki bu toprağa? Yok, hayır etmez artık. Ayılsam neye yarar artık. İçimin acısı başıma vuruyor… Başım çok ağrıyor. 

No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş