August 7, 2013

Uzun bir yolculukla İstanbul'dan Marakes'e


Sabah 09:50 uçağına binmek üzere Atatürk havalimanına vardım. Sabah olmasından mıdır nedir alışkın olmadığım bir şekilde hızlıca geçtim güvenlikten, çantamı bagaja verip Elçin'i beklemeye başladım. Gelir gelmez de pasaport kontrolünden geçip girdik içeri. Daha gireli bir kaç dakika olmuştu ki İzmir'de airbnb'den misafir ettiğimiz Tim'i gördüm. Oysa kendisi iki gündür İstanbul'daydı ama bir türlü denk getirip görüşememiştik. Dünya ne küçük! Onunla biiraz oturup sohbet ettikten sonra uçağımıza binmek üzere kapıya geçtik ve uçağın son binen yolcuları olarak koltuklarımıza kurulduk. 

4 saatlik bir uçuş düşünürken onun 5 saate yakın süreceğini öğrenmek biraz canımızı sıktı ama yine de çabuk geçti yolculuk. Fas saatiyle 11:50'de indik Kazablanka'ya ama hem uzun süre bavul beklememiz hem de çok sayıdaki kontrol noktası yüzünden havaalanından ancak 12:55'de çıkabildik. Neden o kadar güvenlik kontrolü olduğunu anlamadık (pasaport kontrolü dahil 3 kez) Gerçi sebebini anlamasak da bizim TC pasaportlarının hürmet gördü. Zira son iki kontrolde pasaportları açıp bakmadılar bile. Son kontrol noktasında herkes bavulunu x-ray cihazından geçirirken bizim pasaportlarımızı açıp bakmayan güvenlik "siz geçin" diyerek bize yolu gösterdi. 

Kazablanka şehir merkezindeki tren istasyonuna gitmek üzere hemen tren garına koştuk. Saat 12:55'i gösteriyordu ve tren 13:00'deydi. Her zamanki gibi yanlış bir kuyruğa girdiğimi farketmem uzun sürmedi. Neyse ki Elçin diğer kuyruktaydı da biletimizi alıp binebildik trene. Bagaj alımından çıkış kapısının hemen karşındaki yürüyen merdivenlerden tren istasyonuna çıkıyor. Biletler peronun hemen öncesindeki gişelerde satılıyor.  Kişi başı 40 dirhem ödeyerek (döviz kuru aşağı yukarı 1'e 4 yani 40 dh 10 tl)   havaalanından şehir merkezine gidiliyor. Otobüs de varmış ve okuduğuma göre biraz daha ucuzmuş ama biz hızlı olan yolu seçtik. Bir de Marakeş'e gitmek üzere trene bineceğimiz için trenle gitmek daha mantıklı geldi. Casa voyageurs'de indik ve biletimizi almak üzere Elçin gişeye, ben de makinelerin önünde sıraya girdim. Makinelerden bilet almaya çalışan kişiler o kadar yavaştı ki  yine Elçin'in sırası daha çabuk geldi. Daha önce planladığımız üzere 14:50 trenine biletlerimizi kişi başı 90 Dh ödeyerek aldık. Bu arada daha ilk saatlerde burada insanların işlerini çok yavaş yaptıklarını farketmiş olduk.

Trenimizin hareket saatine 1 saat olduğu için bir şeyler içmek üzere istasyonun dışına çıktık. Bir anda bir sürü adam taksi lazım mı diye üstümüze atladı. Yok deyip garın yanındaki kafeye doğru yönelince Fas'taki ilk ramazan uyarımızı aldık. Şöförlerden biri koşarak yanımıza gelip "kapalı kapalı" diye bağırdı. Sonra da "ramazandayız" diye haşladı bizi. Biz de "e biz de seferiyiz ay" demeyip "pekii" diyerek daha enternasyonel bir ortamdır nasılsa diye hemen karşıdaki İbis otele yöneldik. Yanılmamıştık. Güzel bir bahçesi vardı İbis'in ve bahçede servis yapılan bir restoranı ve daha da önemlisi şifresiz wifisi. Hemen çöreklenip birer kahve içtik. Sanırım dışarıdan pahalıydı, yani otel ne de olsa, kişi başı 18 Dh verdik kahvelere. 

Trenimize binmek üzere perona gidince içimi ayakta kalacağımıza dair bir his kapladı. Epey kalabalıktı çünkü. Elçin ise olabildiğince mantıklı bir açıklama yaparak beni sakinleştirmeye çalıştı: "koltuk sayısından fazla bilet satacak değiller ya!" Trene binince anladık ki koltuk sayısının en az iki katı bilet satmışlardı. Öylece ayakta kaldık, hem de koridora bile ilerleyemeden, kalabalığın ortasında. Önümüzdeki üç saatlik yolu düşününce zaten sıcak olduğu için boncuk boncuk olan terlerime yenileri eklendi. Bir süre sonra Elçin valiz koyulan yerde kendisine çantalarla bir yuva yapıp yerleşti. Oldukça klostrofobik bir alanda bir yattı, bir kalktı, bir oturdu. Koridorlar ve vagonların giriş kısmında bir sürü insan yerlerde kendilerine birer yer edinmişti bile. Ben uzun süre ayakta gittim. Elçin'in klostrofobik mekanına girmeyi reddettim ve dedim ki en azından son yarım saatte de olda oturucağız bak. Ve öyle oldu, Marakeş'e varmamıza kırkbeş dakika kala birbirinden uzak birer koltuk bulduk da oturduk. 

Trenlerin kalabalık olduğunu okumuştum ama bu kadarını beklemiyordum açıkçası. 2. sınıf almıştık biletlerimizi, böyle olduğunu bilsek %30 daha fazla öder, 1. sınıftan bilet alırdık. Gerçi bilmiyoruz orası nasıl ama hayal kurduk işte. Marakeş'e otobüsle de gitmek mümkün ve hatta trenden biraz daha ucuz. Otobüste ayakta yolcu alacaklarını sanmıyorum, bakalım göreceğiz onu da deneyip nasılsa. 

Yazılanlardan farklı olarak 3 saat 45 dakika sürdü yolculuğumuz. Kazablanka'nın İstanbul'dan sıcak olmayan güneşli gününün aksine Marakeş'te bulutlu bir hava vardı. Ama Marakeş'e girerken karşımıza çıkan gökkuşağı pek bir mutlu etti bizi. Güzel bir karşılama oldu. Günün yorgunluğundan otobüsle uğraşmayıp taksiyle gidelim dedik. Öyle taksimetre falan yok, pazarlık usulü çalışıyor taksiler. Belki taksimetresi olan taksilerde vardır ama tren garındakiler böyleydi. 50 dh karşılığı bizi götüreceğini söyledi. Fazla olduğunu bile bile pazarlığa girişmedik, bindik. Otelimizin yakın olduğu Jemaa el-fna meydanı araç trafiğine kapalı olduğundan meydanın girişinde indik ve yürüyerek devam ettil yolumuza. Bir kaç blogda okuduklarımdan insanların yardım etmek için yanaştığı ama sonra para istediği bilgisine sahip olduğumuz için yardım tekliflerini kibarca reddettik. Ama gençten bir çocuğa aradığımız adresi gösterme gafletinde bulunca çocuk ben sizi götüreceğim diyerek önümüzden yürümeye başladı, biz hayır istemiyoruz dememize rağmen vazgeçmedi ve nihayetinde 50 dh istedi bizden. 100 metrelik rehberliği karşılığı. Önce vermeye dirensek de diğer arkadaşları da toplanmaya başlayınca 20 dh vermek zorunda kaldık. Böylece dakika bir gol bir misali bir daha asla yardım almamamız gerektiğini öğrendik. 

Neyse ki kalacağımız oteli çok beğendik de ilk baştaki kötü deneyimi unutuverdik. Büyük bir oda, ayrıca oturma bölümü ve büyükçe bir tuvalet ve banyoya sahip şirin odamıza iki gece için toplam 550 dh ödedik. Duş ve ardından kısa bir dinlenme sonrası yemek için dışarıya çıktık. Meydanın etrafında bir sürü restoran ve kafe var, fiyatları birbirinden farklılık gösterse de çok pahalı değil ama ucuz da diyemem. Biz terası olan, fiyatı diğerlerinden birazcık fazla olan Le Premier'i seçtik. Oldukça hoşumuza giden akşam yemeği için bahşiş dahil 180 dh bıraktık. Yani 45 tl'ye geldi akşam yemeği ki buna ucuz diyemem. 

Yemek sonrası küçük bir meydan turu yaptık. Danseden yılanlar, insanların  birlikte fotoğraf çektirdiği maymunlar, kadın kıyafetleri ile danseden zenneler, yerel müzik yapan gruplar, sokak tiyatroları ile sirki andıran meydanda dolaştık. Meydanın büyük kısmını kaplayan yemek alanında oldukça ucuz ama sağlıksız olduğu belli bir sürü et, kebap türü şeyler satan tezgahların arasında dolaştık. Dükkanlara girdik çıktık. Ürünlerinden birine dokunduğun anda yapışan satıcılardan, yemek yemen için kolundan çekiştiren tezgahların arasından sabırla sıyrılıp otelimize döndük. Uzun yolculukla geçen yorucu bir günü geride bıraktık böylece.  

Çıkardığımız dersler:
TC pasaportunun hürmet gördüğü ülkeler var! Pahalı olmasından ötürü olsa gerek!
Fas'ta trenle seyahat edeceksen 2. sınıfa bilet alma.
Yardım etmek için yaklaşanları kibarca geri çevir ki saçma sapan diyaloglara maruz kalmayasın.
Çektiğin herhangi bir fotoğraf için senden para ya da oradan alışveriş yapman istenebilir.
Takside bile pazarlık olduğunu unutma, burası pazarlıklar ülkesi!



No comments:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş