|
Kızılcahamam |
Ne zamandır hem Kemal, hem Fatma hem de Artı yaşamdan bir kaç arkadaş sen de trekking'e gel bizimle deyip duruyorlardı. Üç dört sefer soğuğu, kışı, yağmuru, çamuru bahane ederek atlattığım trekking pırıl pırıl bir mart sabahında birden aklıma düştü. Hemen Kemal'i aradım, bu sefer ben dedim hadi gidelim diye. Ne de olsa Bahar gelmiş Ankara'ya. Her ne kadar cumartesi günkü yoğun yağmur ertesi gün gidip gitmemeyi sorgulatsa da bana, bu kadar yaklaşmışken bunu yapmaya vazgeçmemeye karar verdim.
Neyse ki Pazar günü 07.15 de odanın penceresinden giren sabah güneşi içimi rahatlattı. Böylece trekking kıyafetlerini kuşanıp, sırt çantalarımızı aldığımızla kendimizi Kızılay'da bulmamız bir oldu. Yolda bir çorba molası verdikten kısa bir süre sonra yürüyüşümüzün başlangıç noktası olan Bardakçılar Köyü'ne vardık. Akşam üzeri 5 civarı varmayı hedeflediğimiz Yanık köyü'ne hiç varamayacağımız bilemeden yol koyulduk. Her şey çok güzel başladı. Ancak zaman ilerledikçe bana söylenilenin aksine parkur hiç de az eğimli olmadığı gösterdi kendini. Bir süre sonra da zaten doğa yürüyüşü dağcılığa dönüştü. Ben söylene söylene ilerlerken ilk ama son olmayan düşüşüm de gerçekleşti. Doğuştan düşme ve yaralanma kapasitesine sahip biri olarak artık o andan itibaren tek dileğim belimi sakatlamamaktı.
Geçmek zorunda olduğumuz derede biraz zaman kaybettikten sonra ve onca tırmanmanın ardından bizi karşılayan tel örgü yolumuzu değiştirmemize neden oldu ama tabi ki bu da ilk değiştireceğimiz yol değildi. Biraz daha tırmandıktan sonra güzel ve küçük bir şelale karşıladı bizi. Önceki grubun hızlı yürümesi ve benim daha yavaş yürümeye ilişkin önerim küçük çaplı bir atışmaya neden olsa da yemek molası bitiminde bir parça çikolata buzları eritti ama hızlı giden grubu durdurmaya yetti mi? hayır tabi ki. Gerçi iyi ki durmamışlar da bizimle aynı kaderi paylaşmamışlar.
Güzel bir manzara eşliğinde yanımızda getirdiklerimizi yemek üzere mis gibi dağ havasında, masmavi gökyüzünün altında mola verdik. Ankara'ya bu kadar yakın böylesine güzel bir doğa şaşırtmadı desem yalan olur beni. Yukarıdan akıp gelen suyun içilip içilmeyeceği üzerine yaptığımız yorumlardan sonra tekrar yola koyulduk. Buraya gelene kadar düşme ve kalkma esnasında tanıştığımız Çiğdem ve Emine de bizim gruba dahil oldu. Artık tepeye tırmandığımız için düşmeden ama arkadan arkadan yürüyorduk.
Uzun bir yürüyüşün ardından rehberimiz yanlış geldiğimiz ve geri döneceğimizi söyledi Ayak bileklerimizi acıtan o yengeç gibi yan yan yürümek zorunda kaldığımız süre içinde bizim grupta kaybolduk esprileri başlamıştı bile. bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş zaten... O yanlış girdiğimiz yol ve onun geri dönüşü bize epey vakit kaybettirdi. Nihayet bir göle vardık ve sanırım çoğumuz yolun sonuna geldiğimizi sandık ve oh çektik. Gölü geçer geçmez girdiğimiz yolda köylülerin yolun bozuk olduğunu söylemesi üzerine rehberimiz bizi kestirme yola gireceğimizi söyledi ama orada uzakta görünen köyün bizim varacağımız köy olduğunu söylemedi. Söylese belki o dik yamaçtan inmeyi reddederdik. Kimbilir belki de etmezdik. Biz o dik yamaçtan inmeye başladığımızda düşme rekorları kıran grubumuz arkada kaldı. Yaklaşık 45 dakikanın sonunda önceki grubun alıp başını gittiğini üstelik rehberin de o grupta olduğunu farkettik. Neyse ki diğer rehberimiz Can bizim yanımızdaydı ve telsizle haberleşebiliyorlardı. 20 dakika sonra rehberimize, ondan 10 dakika kadar sonra da onunla birlikte olan diğer insanlara ulaştık. Ama onlara ulaştığımızda artık hava kararmak üzereydi ve bol gülmeli, bol düşmeli inişimiz yerini yavaş yavaş karamsarlığa bırakıyordu ki o sırada rehberimiz İlker bize varacağımız köyü gösterdi. O an anladık ki biz o köye hiç varamayacaktık. Çiğdem'i oturduğu taşın üzerinde ben yürümüyorum artık, helikopter gelip alsın bizi isteğinden vaz geçirdikten sonra vadiye doğru inmeye başladık ama vadideki dere yatağına inemeden gece çöktü.
O an itibari ile biz kaybolmuş durumdaydık. Karanlıkta sadece iki fener ve bir cep telefonu ışığı ile 15 kişi düşe düşe, kaya kaya indik dere kenarına. artık herkes yorulmuştu ama gece de ilerliyordu, kısa süreli dinlenmelerle bir an önce yola devam edip yolu bulmayı umuyorduk GPS'in gösterdiği. Hem karanlık, hem arazinin engebeli oluşu hem de bir gün önceki yağmurun ıslattığı toprak bir hayli zorladı bizi. Saat 20.00 civarı bizi almaya gelen aracın kornasını duyduk, bu ses yorgunluktan iyice yavaşlamış grubu kendine getirdi. Ondan yarım saat sonra da Ankara'dan bizi aramaya/almaya gelenlerin ışıklarını gördük. Pek bir mutluyduk kurtulduğumuz için. Minibüse gidip nihayet oturabilmek ve rahatlamak için son bir zorlu engel kalmıştı. çamur deryası bir yol... Normal şartlarda 5 civarı bitmesi gereken yürüyüş yaklaşık 10 saatlik bir yürüyüşün ardından 21.30 civarı bitti. Yürüyüşle birlikte biz de bittik tabi.
Bu kayboluşun getirileri de olmadı değil tabi; o zorlu yürüyüş boyunca özellikle de kaybolduktan sonraki kısımda grup elemanlarının dayanışması çok güzeldi ve tabi güzel arkadaşlıkları da beraberinde getirdi bu kaybolma. biz bunun adına trekking kardeşliği diyoruz ve bir ara tekrar kaybolmayı düşünüyoruz:) tabi bunu düşünebilmemiz için üzerinden bir kaç gün geçmesi gerekti.
Çıkardığım dersler: sırt çantasında bir adet de fener olacak! ve ekstradan yiyecek!
Baton gece yürüyüşü içi iyi değil!(dereye düşmeye sebep olabiliyor)
Arazi az eğimli diyen arkadaşlarına inanma!
Kaybolunca helikopter gelmiyor! (Amerika mı burası:P)
Öndeki grupta olmaya çalış!
Sabah yola çıkarken herkese gülümse ki ihtiyacın olabilir onlara ilerleyen saatlerde:)))