December 25, 2011

Wish List

Yılın son günleri yaklaşınca insan ister istemez durup bir düşünüyor nasıl geçti bu sene diye. Genelde verilen ilk cevap da "çabuk" oluyor. Çabuk mu geçti gerçekten bilmiyorum ama bildiğim benim için farklı bir yıl olduğu. Malum İzmir'e taşındığım için 2011'e de yeni evimde hoşgeldin dedim. Pencereden dışarıya bakmaya henüz doyamadığım günlerdi o günler. Eh insanın ilk kez deniz gören bir evi olunca haliyle böyle oluyor. Ama insan çabuk alışıyor her şeye. Daha seneyi kapatmadan pencereden dışarıya nadiren bakmaya başladım bile. İzmir'e de alıştım, her şeyin çok ağırdan ilerliyor olması da ilk başlardaki kadar canımı sıkmıyor artık. Merdivenlere alıştım, yazın sıcağına da, kışın tek bir odada ısınmaya da. 

Yılın ilk aylarında bir sürü terslik yakamı bırakmamıştı. Yıla kötü başlamıştım ama neyse ki sonradan durdu terslikler de bir rahat nefes aldım. Bu yıla dair diğer hayıflandığım şey de yeterince seyahat edememiş olmak. Bir yandan da iyi geldi aslında bu mola. Hele şu an içinde bulunduğum oda tüm yıl boyunca en huzurlu mekanım oldu. Zaten yılı bu odada geçirdim desem yeridir. Bu odada ders çalışması, kitap okuması, müzik dinlemesi çok hoşuma gidiyor. (Tek bu odayı kiralasam da olurmuş yani )

October 16, 2011

İlk Eşcinsel Aktivist


Karl Heinrich Ulrichs
Sizi dünyanın (bilinen) ilk eşcinsel aktivistiyle tanıştırmak istiyorum. Bugün, yirmibirinci yüzyılda bile, bir çok insanın söyleyemediğini bundan 149 yıl önce söylemiş, söylemekle kalmamış, eşcinsel için mücadele vermiş bir hukukçu, seksolog, aynı zamanda yazar ve şair Karl Heinrich Ulrichs.

1862 yılında önce ailesine sonra çevresine kimliğini açıklayan Ulrichs, 1867 yılında da Alman hukukçular kongresinde ilk kamuya açık konuşmasını yapmış. Kongrede eşcinselliğin bir hastalık, bir günah ya da bir suç olmadığını, aksine doğal bir şey olduğunu bu yüzden yürürlükte bulunan eşcinsellik karşıtı yasanın feshedilmesini isteyen bir konuşmaymış bu ama konuşmasını bitiremeden susturulmuş. 

 Ulrichs 1862 yılında erkek erkeğe ilişkiyi tanımlamak için Uramismus, erkeklere ilgi duyan erkeği tanımlamak için de Uranian kelimelerini türetmiş. Ulrich, bu kelimeyi Yunan Tanrısı Uranos'tan esinlenerek bulmuş. Yine aynı yıl eşcinsel yönelimi nedeniyle yargılanan bir arkadaşı için mahkemeye bir savunma yazmış, savunması reddedilmiş olsa da, o yazmaya devam etmiş.

1864 yılında daha sonra yasaklanan ve toplantılan kitabı Vindex’i yazmış, bu kitap aynı cins birlikteliklerden ilk kez pozitif olarak bahseden kitap olarak geçiyor kayıtlarda. Bu kitapta ailesini korumak için Numa Numantius ismini kullanmış ancak açıldıktan sonra da kendi ismini kullanarak yazmaya devam etmiş.

Gregory Woods, A History of Gay Literature isimli çalışmasında Ulrichs’den eşcinsel aktivizmin öncülerinden birisi olarak söz ediyor. Ulrich, 1865 yılında hayalini kurduğu, eşcinsellerin bir araya gelebileceği birliğin tüzüğünü kaleme almış. Hubert Kennedy, bu taslak metnin, eşcinsellerin eşit hak arayışı yolunda ilk örgütlenme girişimi olması açısından tarihi bir öneme sahip olduğunu söylüyor. Bu birliğin amaçlarını okurken sanki bugünkü eşcinsel derneklerin tüzüklerini okur gibi oluyor insan. İşte size kurmayı hayal ettiği derneğin/birliğin amaçlarından birkaç örnek:

-  Eşcinselleri içinde bulundukları tecrit ortamından çıkarıp, dayanışma bağıyla birleştirmek
-  Bir eşcinsel edebiyat oluşturmak
-  Eşcinsellerin doğuştan gelen insan haklarının savunmak
-  Eşcinselliklerinden ötürü acı, eziyet çeken ihtiyaç ve tehlike altındaki bireylere yardım  
   etmek, gerektiğinde onlara uygun geçim kaynağı bulmalarında yardımcı olmak
-  Uygun eşcinsel yazıların yayınlanmasına yardımcı olmak

Günümüzde halen bu tüzük taslağında yazılan amaçlara ulaşmak için, dahası eşcinselliğin günah olmadığına, suç olmadığına, doğaya aykırı olmadığına insanları, devletleri ikna etmek için sokaklara çıkıyor olmamız da alınan yolun gerçekten bir arpa boyunu geçememiş olduğunun üzücü bir göstergesi. Kimbilir belki Ulrich’ten önce de şimdi bizim eşcinsellik dediğimiz -o dönemde adına her deniyorduysa- şeyi savunanlar, eşit hak isteyenler, uğrunda mücadele edenler olmuştur. Ancak onlar ortaya çıkana kadar bizim ilk eşcinsel aktivistimiz Karl Heinrich Ulrichs olacak.    

Karl Heinrich Ulrichs’in hayatı ile ilgili daha fazla bilgi almak için Hubert Kennedy’nin çalışmasına göz atabilirsiniz. İşte bu da linki: http://home.earthlink.net/~jeffb24/Ulrichs.pdf


Kaynaklar

Fone, B., Homophobia, 2000, Picador, s. 278-278-294
Woods, G., A History of Gay Literature, 1998, Yale University Pres, s. 1-181
Kennedy, H., Pioneer of the modern gay movement, 2002: San Francisco, Peremptory Publications,s. 107
  

October 3, 2011

Ne aradım ne buldum

Blogger kullananlar bilir, bir arama motoru vasıtasıyla blogunuza gelenlerin hangi kelimeleri aratarak size geldiğini görebilirsiniz. Blogger top 10 listesini gösteriyor ama ben Temmuz ayından bu yana google analytics de kullandığım için kimin neyi aratarak benim bloguma yolunun düştüğünü görüyorum ve bazen gerçekten çok gülüyorum.

Google'ın dili olsa da konuşsa, kimbilir ne arama hikayeleri anlatırdı bize. Google'ın dili yoksa benim var! İşte size araştırmacı ve de meraklı Türkiye insanının arama motoruna sorduklarından bir demet.

- 12 tane 3 üncü sınıf kitapları oku (Anıl'ın üçüncü sınıf kadın kitabı ile ilgili yazıya gelir!)
- Avcılarda beraber olmak isteyen gayler ( teknoloji o kadar gelişmedi sanırsam)
- Çekici seksi kadınlar pornosu ( allah allah!)
- Eş cinsel çıplak kadınlar 
- Eşcinsel kadınlar görüntüleri
- Eşcinsellerin özellikleri (kullanmadan önce iyice çalkalayınız)
- Gay erkek karısıyla yatmak için hap kullanıyo (bu aramadan çok ispiyonlamaya benziyor!)
- Gay erkek çıblak resimleri (bir thumblr mi açsam acaba? )
- Hollanda eşcinselliğin normal görülmesi sakıncaları (ben de merak ettim ne buldu sonunda)
- Kadın kocasını cinsel açıdan nasıl baştan çıkarır (bilsem söylerdim valla n'olacak!)
- Kadir İnanır gay sex (var mıymış ki?)
- Kadir İnanır ile ünlü kadınların pornosu ( gey yoksa kadınlarla olsa da olur. Maksat küçük Kadir'i görmek)
- Lezbiyenlikle ilgili kıssalar 
- Oğlancılık yaşları (ilginç)
- Plajlarda soyunma kabini görüntüleri (Hangi yazıya geldiğini gerçekten merak etmekteyim)
- Sapık eşcinsellerin pornosu ( yorumsuz)
- Ergenlik döneminde eşcinsel ilişkiye girdim (Ben de girdim bişey olmadı)
- Şok gazetesinin seksi fotoğrafını gör
- Vampir lezbiyenler (True Blood sonrası merak)
- Hayvanlarla cinselliye girenler 
- yaşlı erkek ve genç erkek arasındaki homoseksüel ilişki (aşkın yaşı yoktur dostum)     
- Menem bir şeymişsin (öyle miyim?)
- Nadir bizi (diskoya götür :P)

Meraklı günler sevgili okurlar :))) 

October 2, 2011

Suyun Altı - Üstü Halfeti


Antep'e kadar gelmişken Halfeti'ye gitmeden olmazdı. Olmadı da zaten. Halfeti Urfa'nın bir ilçesi ama Antep'e Urfa'dan birazcık daha yakın. Eski ve Yeni Halfeti olarak iki şehir var ve haliyle her yeni şehir gibi yenisinde bir numara yok. Biz de yenisini değil, bir kısmı sular altında kalmış eskisini görmeye gittik zaten. Eski Halfeti'nin bir kısmı Birecik barajının suları altında kalınca Yeni Halfeti'yi kurmak icap etmiş. Eskisine 10 km kala yenisini de uzaktan görmek mümkün. Bir önceki yazıyı bitirirken bir saat süren araba kiralama çabamızdan bahsetmiştim. Nihayetinde bir araç bulabildik. Genelde her yerde de olduğu gibi hafta sonu kiralık araç bulmak zor oluyor. Aynısı burada da oldu. Yoksa araç kiralamak için bir sürü ofis var. Biz son ana bıraktığımız için böyle oldu. Neyse, sonunda bir araç bulduk ve 1 günlüğüne 100 TL ödeyerek aracı kiraladık. Yaklaşık bir 20 dakika sonra da yola çıkmıştık bile. Ancak saat 3'e geliyordu. kaba bir hesapla 5 civarı Halfeti'de oluruz diyerek yola çıktık. (Nitekim olduk) 6 kişi olduğumuz için arkada ben, Elçin, Ezgi ve Ceren epey bir sıkıntı çektik ama Halfeti için değerdi. Arabayı kiraladığımız kişinin bize KGS geçiş kartı vermesine rağmen biz otobana girmeyi tercih etmedik. Kartı doldurmakla falan uğraşmayalım diye. Yani istenirse Antep'ten Birecik'e kadar otobandan da gidilebiliyor. Bizim gitmeyi tercih ettiğimiz yol da oldukça düzgün bir yoldu. 

Birecik
Birecik'e geldiğimizde 5 dakikalığına fotoğraf molası verdik. Birecik’in en dikkat çeken şey dik bir yamaç üzerinde kurulu olan kalesi. Belli ki büyük bir kaleymiş zamanında, şimdi ise ayakta kalmış bir burç ve duvar kalıntıları var. Fırat nehrinin üzerinden geçip kalenin alt tarafındaki yolda verdik molamızı. (Sonradan o yolun yanlış yol olduğunu anlayacaktık ama iş işten geçmiş olacaktı) Suyun mavisi çok güzeldi ve öylesine parlak yansıtıyordu ki yüzeyinden güneşi suya bakmayı imkansızlaştırıyordu bu parlaklık. Kısa bir moladan sonra, yolun geri kalan üçte birlik kısmı için çıktık yola. Dediğim gibi girdiğimiz yol yanlış yol olduğu için hem bozuk bir yoldan gitmek durumunda kaldık hem de süreyi uzatmış olduk. Dönüşte fark edip doğru yola girmeyi başardık ama. 

September 23, 2011

Antep güzel, biz ondan güzel

Antep Kalesi ve adını bilmediğim bir han
Tam iki ay önceden biletlerimizi aldık. İzmir'den Antep'e direkt uçuş olmadığı, aktarma uçuşlar da pahalıya geldiği için İzmir'den Adana'ya uçmak bütçemize daha uygun geldi. Bilet bulmaya çalışırken sanki Türkiye'nin bir ücra köşesinden diğer ücra köşesine uçuş arıyormuş gibi hissettim. Kiminin fiyatı çok yüksekti kimininse saatleri çok anlamsız. Üstelik Antep'e gitmek için önce İstanbul'a ya da Ankara'ya gitmek daha da anlamsız. Neyse sonuç olarak Adana'ya uçtuk sabah 06.40 uçağıyla. Saat 8 gibi havaalanındaydık, taksiye atlayıp otogara geçtik hemen. Amacımız ilk otobüse binip asıl hedefimiz olan Antep'e gitmekti. Bu arada Adana'da uçaklar neredeyse şehrin içine indiğinden otogar da oldukça yakın, 5-6 dakikada vardık ve saat 9 otobüsünde biletlerimizi alarak gözlemelerimizle kahvaltımızı da yaptık.

August 17, 2011

Pencere nere güverte nere

Her akşam üzeri bir cruise gemisi geçiyor penceremin önünden. Bazıları gerçekten devasa, bilmem kaç katlı, bazıları ise daha küçük. zaten zaafım var, bir de önümden geçiyorlar şimdi nispet yapar gibi. Körfezden yavaş yavaş çıkıyorlar her akşam, muhtemelen bir Yunan adasına doğru. Ben sadece gemiyi, geminin küçük pencerelerini, kenarlardaki filikalarını görüyorum. İçindeki insanları göremiyorum, tıpkı onlarında ayrılırken İzmir'e baktıklarında sadece üst üste yığılmış binalar ve onların pencerelerini seçebildikleri ama beni göremedikleri gibi. O yüzden onlar, benim o içinde oldukları gemiye baktığımı da göremiyorlar. Her seferinde "ah o gemide olsaydım şimdi" diye aklımdan geçirdiğimi de bilmiyorlar elbette. Onların yerinde olmak istediğimi, bir limandan diğerine seyahat ederken üst üste yığılmış gibi duran evlere ve onların pencerelerine bakmak istediğimi bilmiyorlar. Hasetimden çatladığımdan da haberleri yok tabi. 

August 13, 2011

Bisiklet keyfi iğne olup acıtmasın

Geçen ay İzmir'de bisiklet sürmek için güzel bir rota önermiştim, Kent Ormanı'ndan İnciraltına doğru. Sonrasında duyduğum ve benim de başıma gelen bir şeyden ötürü o güzergahın çok da güvenli olmadığını düşünmeye başladım. Gerçi halen gündüzleri Kent Ormanı'nın içinden sorunsuz bir şekilde geçiyorum ama bir kaç hafta önce gece yarısı peşimden koşan köpekler yüreğimi epey bir ağzıma getirdi. Çünkü hemen bir gün öncesinde bir arkadaşımdan bununla ilgili bir hikaye duymuş, oldukça ürkmüştüm. O zamana kadar bana hiç bulaşmayan köpeklerin o hikayenin hemen ertesi günü başıma gelmesi de ayrı bir ilginç konu tabi. Şubat ayında arkadaşım bir gece yalnız geçerken oradan köpekler kovalıyor ve bacağından ısırmışlar. Etrafını sarmış 8-9 köpekten oradan geçen bir araçtaki kişi vasıtasıyla kurtarılmış. Tabi nihayetinde 6 hafta boyunca iğne olmak durumunda kalmış. 

August 11, 2011

1 - 11 - 21 - 27 - 46 - 48

Yok Lost falan olmadım ama Lost'taki Hurley kadar da şanslı değildim. Tam on yıl önce bugündü. Bugün günlerden cumartesiydi o zaman. 2 hafta önce 26 yaşını doldurmuş geeencecik bir adamdım. Bir kaç hafatalığına tatildeydim, epey sıcak bir Ayvalık günüydü o gün. Benim için önemi ise o günün, şansımın dönmesine ramak kalmış olmasıydı. 

Sarımsaklı'ya denize giderken Ayvalık meydanının arkasındaki küçük büfenin önünde durduk, alelacele arabadan indim ve bir koşu gidip tam kolon sayısal loto oynadım. Her hafta yaptığım gibi. Kuponu salı gününe kadar katlı bir şekilde duracağı cüzdanıma yerleştirdim. Sonra kumlara uzandım, denize girdim, biraz müzik dinledim, tostumu yedim, kolamı içtim, birazcık daha bronzlaştım, gereksiz muhabbetler ettim arkadaşlarımla o sıradan günde. Oysaki o gün benim hayatımın değiştiği gün olabilirdi. Nasıl mı? 

August 10, 2011

Beauty





You wouldn't be such a beautiful 
if I didn't love you
... 
Böylesine güzel olmazdın
eğer ben seni sevmeseydim  

August 8, 2011

Black & White



joint at the hip: fishing boats and sea gulls
...
ayrılmaz ikili: balıkçı tekneleri ve martılar

August 7, 2011

Fight



we're all born to fight for bread
but this fight is not fair
...
Hepiniz ekmek kavgası için geldik dünyaya
ama adil değil bu dövüş




July 29, 2011

Ayvalık'ta bir gece


night
...
gece

lights
...
ışıkları

beautify everything
...
güzelleştirir her şeyi 

July 28, 2011

Sadece 365 günden 1’i (mi?)

35 yıl 2 ay önce
Evet malumunuz bugün benim doğum günüm. Nasılsa bir çoğunuz facebooktaki sayfanızın sağ tarafında bugün benim doğum günüm olduğunu görüyorsunuz. O halde doğum günümde böyle bir yazı paylaşmamın da bir mahsuru yok.
Geleyim sorunun cevabına: elbette ki hayır! 365 günden 1'i değil bugün! Biliyorum kimileriniz gayet cool bir şekilde “elbette öyle, ne önemi var” diyorsunuz. Siz de haklı olabilirsiniz ama bugün benim doğum günüm olduğu için ben daha haklıyım. Şimdi diyeceksiniz ki dünya üzerinde kim bilir kaç kişi bugünü kendine özelmiş gibi kutluyor. Ben söyleyeyim hemen. Ortalama bir hesapla 19-20 milyon kişi. Şimdi gerçekten de 20 milyon kişinin birden kendi doğum günü olarak kutsadığı/kutladığı bugün ne kadar bana özel olabilir?

July 23, 2011

İzmir'de bisiklet sefası

İzmir'in en sevdiğim yanı bisiklet sürebilme şansımın olması. Ankara'da neredeyse imkansızdı. Trafiğin yoğunluğu, şöförlerin kabalığı, bisiklet yolunun olmayışı gibi bir çok nedenden ötürü çok istememe rağmen Ankara'da bisiklet almaya cesaret edememiştim. İzmir'e taşınma kararı aldığımda yaptığım ilk planlardan biri bisiklet almaktı. Almadım ama Bahadır'ın kenara atıp çürümeye terk ettiği bisiklete küçük bir bakım yaptırdıktan sonra benim oldu. O gün bugündür fırsat buldukça biniyorum. Aslında küçük bir bisiklet grubumuz da oldu olacaktı ki diğer arkadaşların yoğun işlerinden bir türlü o grup tam manasıyla bir araya gelemedi. Bazen birisi, bazen ikisi eşlik ettiler bana ama genelde yalnız sürüyorum.

July 22, 2011

Toprak kokusu


Bu ilk bayılmam değil. Ömrü hayatımda üç kez daha bayıldım bundan önce. İlki, bir hastane koridorunda oldu. Hastalıktan halsiz düşmüş bedenim, annem sıra fişi alıp gelene kadar ayakta kalmama müsaade etmedi. Zaten kalabalık olan hastane koridoru, sağımdan solumdan küçücük ve halsiz bedenimi itiştiren insanlardan yüzünden daha bir bastı üzerime, ben de düşüp bayıldım o insan ormanının içinde. İkinci bayılmam sünnet olduğum gecenin hemen akşamında oldu. Annemin "ördek getireyim oğlum burada yap çişini, kalkma yerinden şimdi" diye ısrar etmesine rağmen "hayır gidicem ben" diyerek yataktan kalkmış, tuvalete gitmiş, sızısını şimdi bile zihnimin bir köşesinde hissettiğim bir acıyla işedikten sonra yatağa varmama iki adım kala düşüp bayılmıştım. Üçüncü bayılmam ise ikincisinden on yıl sonra oldu. Yine bir gece yarısı tuvalet için kalktığımda, yine tuvalet sonrası düşüp bayılmıştım. Patlayan dudağımın yarası bir kaç hafta içinde geçti ama ucu kırık bir diş o geceden hatıra kaldı bana. Doktor bedenen ve zihnen çok yorgun olmamdan kaynaklandığını söyledi bu bayılmamın, ikisinden birini dinlendirmem gerektiğini. Ben de işi bırakamayacağıma göre, ders çalışmayı bırakmış, zihnimi dinlendirmeyi seçmiştim.
Ama bu son bayılmam diğer üçünden farklı. Önceki bayılmalarımın mekanları ve sebepleri farklı olmasına karşın ortak bir özellikleri vardı. Kendiliğinden olmuştu onlar. Yani, bedenim ya da zihnim bir sebepten ötürü kendi iradesiyle bilincimi kapatmaya karar vermiş ve devreyi kapatıvermişti bir süreliğine. Sadece bedenim, zihnim ve bendik o bayılmalarda. Bu seferse başka bir nesne sebep olmuştu bayılmama: başka bir kuvvet, başka bir aracı, başka bir acı.

July 20, 2011

The last goodbye



once upon a time in this city
some people used to live
when ones came and fire their city
they left by ships
suffesed with tears

...
bir zamanlar bu şehirde insanlar yaşardı
birileri gelip şehirlerini yakınca
gemilere binip gittiler
gözleri yaşlı 

July 19, 2011

Winter in the middle of nowhere








winter in Cappadocia
...
kapadokya'da kış


























Mount Erciyes from Cappadocia
...
Kapadokya'dan Erciyes dağı  

July 18, 2011

Bir ben ve sekiz kedi

Oğluş'umu biliyorsunuz. Yaklaşık 1,5 yıldır birlikte yaşıyoruz. İzmir'e taşındıktan 3 ay sonra da Missy önümüze atladı sokakta. Biz de bu pek bir sevimli, pek bir cana yakın kediyi sokaktan kurtaralım deyip aldık eve. Nereden bilirdik ki daha 2-3 gün öncesinde hamile kaldığını. Evet tam da 2-3 gün önce hamile kalmış doğum yaptığı günden geriye doğru saydığımızda. Velhasıl 2 yetişkin iki yavru kedi olmak üzere 9 kişi olduk evde.

O ne heyecanlı, o ne güzel bir geceydi! Missy'nin yavrularının her biri elimize doğdu. Bendeki panik görülmeye değerdi. Missy altı tane doğururken be dokuz doğurdum resmen. Ha emdiler, ha gözlerini açtılar, ha yaşayacaklar mı derken 45 günlük birer yaramazlık makinesine dönüştüler. Aralıksız 45 günüm onlarla ilgilenmekle geçti, tabi Missy ve Oğluş ile de. Missy'nin beslenmesine ayrı bir özen gösterdim. O kadar yavruya ya sütü yetişmezse diye hop oturup hop kalktım. Ama yetişti, halen de emziriyor ama yavrular artık kuru mama da yemeye başladılar. Ona rağmen annelerinin memelerine asılmaktan vazgeçmediler. Missy arada sıkılıp kaçıyor onlardan. Mutfak tezgahının lavabosunda yatıyor.

Bunlar analarının dizinin dibinde yatarlarken pek iyiydi. Benim onlar için koşturmam gerekmiyordu. sadece endişeleniyordum iyiler mi, iyi besleniyorlar mı diye. Şimdi ise elimde vileda bir banyo, bir koridor dolaşmaktayım. Çünkü buldukları her bir yana işiyor veletler. Küçük, onların çıkabileceği yükseklikte bir tuvalet ayarladım onlara. İçine de birazcık kum koydum. İlk bir kaç gün kumu yediler sadece. Sonra içlerinden biri akıl edip de işeyince diğerleri de onu yapmaya başladı. Şimdi hepsi kakalarını o kuma yapıyorlar ama çişleri geldiği anda neredelerse oraya salıveriyorlar. Ben de peşlerinden viledalayıp duruyorum.

Evde sekiz kedi çok fazla biliyorum, bu zorluğu yaşıyorum ama elimde olsa, bu küçük dairede yaşamıyor olsam ve gelirim iyi olsa, vermezdim onları kimselere. elime doğdular benim. Öyle alıştım ki onlara nasıl ayrılacağım bilmiyorum. Yakın bir zamanda birer birer gidecekler. Acaba birer birer giderken onlar geride kalanlar onların yokluğunu hissedecek mi? Ya da anneleri? Ben hissedeceğim kesin. Bol bol fotoğraflarını çektim onlara bakar bakar dururum artık.

Bunu görmek lazım anlatmak yetmez... Yani onların evin dört bir köşesinde koşturmalarını, hoplayıp zıplamalarını, birbirileriyle boğuşmalarını, buldukları her şeyi kemirmeye çalışmalarını, tırmanma tahtasını paylaşamayışlarını, gözümün içine meraklı meraklı bakışlarını, yorgun bitap düşünce bazen kuytu bir köşede bazen kapı önünde üst üste yığılıp uyumalarını...

Yoruldum ama bir o kadar da mutluyum.

45 günden çıkardığım dersler:
- Meğer ben ne sabırlıymışım!
- Annelik başka bişi ya. Kedi de olsa insan da olsa...
- Yaramaz kedi kendini daha iki günlükken bile belli eder.
- 6 kediye bir tırmanma tahtası yetmez.
- 8 kediye de 1 görevli yetmez! 

Melek's Garden























two beauty from Melek's dream garden
...
Melek'in düş bahçesinden iki güzel 

July 17, 2011

Reddish



that day
the sky was in flames
...
o gün
gökyüzü alev alevdi

Enjoy the Silence



never mind
if you had a sleepless night
no other than you will enjoy the silence of the city
carpe diem
-the only thing you need is to have a window opening the city-
...
uykusuz bir gece geçirdiysen
dert etme
senden başka hiç kimse şehrin sessizliğinin keyfini çıkaramayacak
şu anın tadını çıkar
-ihtiyacın olan tek şey şehre açılan bir pencere-

Postrain



it makes fell good to walk after the rain
especially when the sky is purple
and you're with a companion
...
yağmurdan sonra yürümek iyi hissettirir
özellikle de gökyüzü morsa
ve bir yoldaşın varsa yanında  

July 16, 2011

Kürk Mantolu Madonna

Meğer ben ne eksikmişim
 seni okuyana kadar

Kürk Mantolu Madonna
İki ay kadar önce okudum Sabahattin Ali'nin bu kitabını. Adını çok duymuştum ama bir türlü fırsatım olmamıştı okumaya. Meğer kitap kendi yaratıyormuş zamanı. Okuyucunun tek yapması gereken kitabı eline almakmış. Yüksek lisans derslerinin ödevleriyle boğuşurken biraz kafamı dağıtmak için kitabı elime aldığımda anladım bunu. Bir kaç sayfa okuyup ödevin başına dönmekti amacım. Kitabı elime aldığımda saat akşam sekizi biraz geçiyordu. Kitabı kapattığımda ise geceyarısına yarım saatten biraz fazla vardı. Kafa dağıtmak niyetiyle başladığım kitabı bir solukta okumuş, rahatlamışlık hissi yerine Maria Puder ve Raif Efendi için üzülür bulmuştum kendimi.

Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali'nin 1943 yılında kaleme aldığı bir roman. Öylesine sade, öylesine içten ve öylesine derin bir aşkın romanı. hayatımda okuduğum en şahane romanlardan biri Kürk Mantolu Madonna. Kitabı kapatır kapatmaz karar verdim buna. Kürk Mantolu Madonna'yı okumayan her okuyucu gibi eksikmişim ben. Tamamlandığımı hissettim. Sabahattin Ali'ye Maria Puder ve Raif efendi eşliğinde teşekkür ettim.

July 15, 2011

Time goes by so fast



if you think that the time is not elapsing enough for you, make a fifteen seconds exposure like what I did. You will see how fast the time goes by. So, the only thing that you should do is to make a move. It's the only way to challenge to time.
...
Eğer zamanın yeterince hızlı geçmediğini düşünüyorsan benim yaptığım gibi on beş saniyelik bir pozlama yap. zamanın ne kadar hızlı akıp gittiğini göreceksin. Bu yüzden tek yapman gereken şey harekete geçmek. zamana meydan okumanın tek yolu bu. 

July 14, 2011

Homoerotik Mitoslar

Eşcinselliğin yasak olmasının en temel nedenidir din. Büyük dinlerin hepsi ağız birliği etmişcesine (tabi ki her biri bir öncekinin biraz daha geliştirilmiş kopyaları oldukları için) eşcinselliği büyük günahlar listesine sokmuşlardır. Antik dönemde ise paganizm hakimdi ve o dönemde yaşayan insanlar, ne şanslılar ki, semavi dinlerin baskıcı ve yasaklayıcı zihniyetine maruz kalmamışlardı. Dolayısıyla tanrılarının dahi (Zeus, Apollon) genç erkeklere aşık olduklarını ve erkeklere tutkuyla bağlandıklarını dile getiren toplumda eşcinselliğe “günah” anlamı yüklenmediği de açıktır.
Zeus Ganimedes'i kaçırması

Zeus’un sekse olan düşkünlüğünü bilmeyen yok ve bir çok kadınla aşk yaşadığını, hatta, seks yapabilmek uğruna çeşitli kılıklara girdiğini de. Zeus gözüne kestirdiği birisiyle, cinsine bakmaksızın, birlikte olabiliyordu; aslolan birlikte olmak istediği kişinin güzelliği ve de Zeus’un onu arzuluyor olmasıydı, gerisi ise teferruattı. Bir gün insan kılığında, bir gün kuğu olarak elde ederken arzuladıklarını, bazen bir yağmur damlası olması yetiyordu. İşte bu aşkların içerisinde bir tanesi dikkat çekici; Zeus’un Ganymedes’e duyduğu aşk. Bu aşkı uğruna, kartal kılığına girerek Troia kralı Tiros’un oğlu Ganymedes’i kaçırıp Olympos’a götürür.[i] Ganymedes bakmaya doyulamayacak güzelliktedir ve Zeus ona tarifsiz duygular beslemektedir. Her an gözünün önünde durması için de onu ölümsüzlerin yaşadığı Oympos’a götürür ve oradaki diğer erkek tanrılar da bu görsel şölenden hoşlanırlar. Ganymedes, orada, tanrılara şarap sunmakla görevlendirilir.[ii] Aslında, bu mitostaki Ganymedes, Antik Yunan’da erkeklerin bir araya geldiği, sabahlara kadar yiyip içerek, felsefe ve siyaset konuştukları, sohbet ettikleri ve eğlendikleri şölenlerde hizmet eden oğlan çocuklarının mitoslara yansımış halidir.

Alternatives



what are you waiting for?
just come on! Jump to the happiness.
... 
daha ne belkiyorsun?
hadi ama! atla mutluluğa.  




You and me
and also the sea
what else do we want?
(may be a shade)
...
Sen ve ben
bir de deniz
başka ne isteriz
(belki bir gölgelik)

July 13, 2011

Farewell




you can take my sun for a while
I will have a new one
tomorrow at dawn
...
güneşimi alabilirsin bir süreliğine
Ben yenisine sahip olacağım
yarın şafak vaktinde

July 12, 2011

Eski Çeşme yolu

Eski yoldan Çeşme'ye en son ortaokuldayken gitmiştim. O zaman eski değildi tabi ki, tek yoldu Çeşme'ye giden. 97'de otoyol açıldıktan sonra da hep o yol üzerinden gittim Çeşme'ye, orada bir yerde eski bir Çeşme yolu olduğunu bile unuttum. Hatırlatansa otoyol girişlerinde nakit gişelerinin kaldırılmış olmasıydı. Gişelerde kart çıkartıp çıkartmayacağımızdan emin olamadığımız için de vurduk kendimizi eski Çeşme yoluna. İyi ki de öyle yapmışız. Çeşme'ye bu kadar keyifli gittiğimi hatırlamıyorum daha önce.

Eski Çeşme Yolu

July 11, 2011

Don Quichotte



Are you Don Quichotte against windmills?
...
Yel değirmenlerine karşı Don Kişot musun?

July 10, 2011

Kitty









I'm warning you little teary-eyed kitten!
...
Seni uyarıyorum küçük ağlamaklı kedicik!















If you go on looking at me like that I am gonna bite you
...
Bana öyle bakmaya devam edersen ısıracağım seni! 




Well, you're not looking at me anymore but how I can control myself not to bite you after seeing your  lovely tummy!
...
Pekala, bana artık bakmıyorsun ama o göbeciğini gördükten sonra nasıl tutarım kendimi ısırmamak için seni!

July 9, 2011

Black Dots



We are just some black dots in the whiteness of infinity
...
Birkaç lekeyiz sadece sonsuzluğun beyazlığında

July 5, 2011

Antik Yunanda Kadın Eşcinselliği



Kendi cinsine yönelme söz konusu olduğunda, tıpkı günümüzde de olduğu gibi, 2.500 yıl önce de akla hep erkeklerin birbirleriyle olan ilişkileri gelir. Günümüzde de kadın eşcinselliğinin görmezden gelindiğini ve yok sayıldığını düşünürsek, durumun o zamanlarda da çok farklı olmadığını görürüz. Çünkü, o dönemde de erkek egemen bir toplum söz konusuydu. Öyle ki, sadece yetişkin erkekler vatandaş statüsündeydi. Kadınların böyle bir hakkı yoktu. Bu da kadınları sosyal ve kamusal hayatın dışına itiyordu. Hal böyle olunca da kadınların cinselliği görülmüyordu. Zaten, Gezgin’in de belirttiği üzere, kadının kocasına kur yapması ya da onu baştan çıkarıp sevişmesi o kadının iffetsizliği anlamına geliyordu ve fahişe olarak kabul edilmesine neden oluyordu. Çünkü, sonuçta, kadın sadece çocuk vermesi için döllenen bir varlıktı ve haz alması iffetsizlikti.[i] 

July 3, 2011

Üçüncü Sınıf Kadın” okuyamayanlar için artık internette

Hatırlayacağınız üzere kardeşim Anıl Alacaoğlu’nun Üçüncü Sınıf Kadın isimli ilk romanı 2009 yılının Mayıs ayında Minima yayınevinden çıkmış, çok geçmeden 31 Temmuz 2009 tarihinde Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından “muzır” bulunarak, 1117 sayılı kanunun 4. maddesi hükmünde belirtilen sınırlamalara tabi olmasına karar verilmişti. Bu maddeye göre Üçüncü Sınıf Kadın sadece 18 yaş üstündeki okurlara satılabilecekti. Karar ile ayrıca teşhirinin ve satışının çok görünür yerlerde olmamasına özen gösterilmesi, dükkân vitrinlerinde bulundurulmaması ve herhangi bir halka açık mekânda satışının yapılmaması -ki bu kitabın fuarlara gitmesine de engel bir durum teşkil ediyor- ve hiç bir şekilde ne yazılı ne görsel olarak reklamının yapılmamasını şart koşuyordu.
Kurul bu kararı, “Eserde Türk toplumunun büyük bir bölümünün ahlaki olarak kabul etmediği eşcinsel ilişkilerin anlatıldığı, Türk örf ve adetlerine ve ahlaki değerlerine göre normal olmayan eşcinsel ilişkinin övüldüğü, bu durumun çocukların cinsel gelişimini bozacağı” şeklinde gerekçelendiriyordu. Yasağın hemen akabinde yapılan itirazda  Avukat Yasemin Öz Başbakanlık Çocukları Muzır Neşriyattan Koruma Kurulunun verdiği kararın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ifade özgürlüğüne ilişkin maddesi ile birlikte, ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesini de ihlal ettiğini belirterek Kurulun açıkça cinsel yönelim ayrımcılığı yaptığını, hukuka, anayasada teminat altına alınmış temel özgürlüklere ve uluslararası sözleşmelere aykırı, ayrımcılık ihtiva ettiğini belirterek itiraz dilekçesinde, kararın kaldırılmasını talep ediyordu.    
Üçüncü Sınıf Kadın’ın 2007 yılında başlayan öyküsü kısaca böyle. Kitabın yasaklanma sonrasını, bekleyiş dönemini ve nihayetinde kitabı internette yayınlamaya karar verme sürecini yazarın kendisinden dinleyelim.

Antik Dönemde Günümüz Tabiriyle “Eşcinsellik”

 Eşcinsellik sözcüğünün hayatımıza girmesinin üzerinden sadece 100 yıldan biraz daha fazla geçti. Tabi ki bu, eşcinsellik teriminin ortaya çıkmasının öncesinde eşcinselliğin olmadığı anlamına gelmiyor. Sadece, erkek erkeğe ya da kadın kadına ilişki kategorilenmemişti yüz kırk yıl öncesine kadar. Elbette ki bu ilişkilerin kategorilenmemiş olması doğal karşılandığı ya da onaylandığı anlamına da gelmiyor. 1869 yılında Macar yazar, Karl Maria Kertbeny, tarafından Almanca olarak türetilen eşcinsellik kelimesi[i] 1892 yılında Charles Gilbert Chaddock tarafından İngilizceye sokulmuştur.[ii] Heteroseksüellik terimi de, doğan ihtiyaçtan, ötürü yaklaşık 8 yıl sonra dile girmiştir. Düşünülenin aksine önce eşcinsellik, daha sonra heteroseksüellik adlandırılmıştır. Yapılan araştırmalar 1950’lere kadar birçok insanın “eşcinsellik” kelimesini duymadığını göstermektedir. Oxford İngilizce Sözlük’te ise “eşcinsellik” kelimesi oldukça geç bir tarihte, ilk kez, 1976 yılında yer alıyor.[iii] 

Eşcinsellik teriminin hayatımıza girişinin tarihine bakılınca, binlerce yıl önce Antik dönemde yaşamış insanların böyle bir tanımlamayı ya da kategorilendirmeyi bilmedikleri, dolayısıyla o dönemde tecrübe edilen şeyin adının eşcinsellik olmayacağı aşikardır. Ancak yine de, Gezgin’in de dediği gibi, eşcinsellik mevzu bahis olduğunda Antik Yunan’ı göz ardı etmek doğru değildir.[iv] Her ne kadar isimsiz de olsa, kültürde farklı bir yeri de olsa erkek ve kadın eşcinselliğine rastlıyoruz Antik Yunan’da. Tüm bu bilgilerin ışığında, eşcinselliğin 1869 öncesine ait bir tarihi olmadığı ancak adlandırılmamış da olsa farklı pratiklerle insan hayatında var olduğunu bilerek konuyu ele almak gerekir. Padgug da, “heteoseksüel” ve “homoseksüel” davranışın evrensel olabileceğini, ancak homoseksüel ve heteroseksüel kimliğin ve bilincin modern gerçeklikler olduğunu söylüyor.[v] Yani, eşcinsel eylemlerde bulunmak farklı, eşcinsel olmaksa farklı bir şeydir. Günümüzde eşcinsellik bir kimlik olarak adlandırılmaktadır. Ancak, günümüzde dahi, eşcinsel eylemlerde bulunmasına karşın kendisini eşcinsel olarak adlandırmayan insanların olduğunu bilmek gereklidir.

July 2, 2011

Toplumsal Cinsiyet, Heteroseksizm ve Eşcinsel Stereotipler

 Herkes genellemeler yapar, hatta çoğumuzun hayatı doğduğumuz günden bu yana öğrendiğimiz ve doğru addettiğimiz genellemelerle şekillenir: “Kadınlar iyi şoför değildir”, “Erkekler kadınlardan daha zekidir”, “Eşcinseller doyumsuzdur”, “Transeksüeller şiddet eğilimlidir”, “Aleviler yıkanmaz”, “Çingeneler hırsızdır” gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Beyaz-siyah, kadın-erkek, Türk-Kürt, Müslüman-Yahudi, Sünni-Alevi, zengin-fakir… Uzayıp giden bu ikiliklerin gölgesinde öteki olmayan var mıdır hayatında? Peki, nedir bu bir topluluğa ait insanları birmiş gibi görme halinin temelinde yatan neden? Çoğu insanın tartışılmaz ve su götürmez gerçekler olarak kabul ettiği bu inançlar kişinin karşılaştığı insanın bir özelliğine bakarak onu etiketlemesine neden olur. İşte bu etiketlemeler önyargılarımızın sonucudur. Önyargılar ortak bir niteliği bünyesinde barındıran bir insan topluluğu hakkındaki düşünce kalıplarımızdır. Bu önyargılar o topluluğa ait gerçek kabul ettiğimiz bazı kalıp yargıların gelişmesine neden olur ve o gruba ait olduğunu düşündüğümüz kişileri tanımlayabilmek için elimizdeki bu referansları kullanırız. Ancak elbette ki bu referanslar o gruba dahil olan kişinin özelliklerini temsil etmez.[1] Bu kalıp yargılar olumlu da olsa olumsuz da olsa önyargı beslediğimiz grubu homojen bir bütünmüş gibi algılamamıza, ayrı bireylerden oluştuğunu göz ardı etmemize ve farklılıklarını görmezden gelmemize neden olur. Bu önyargılar sadece dış grup tarafından değil o gruba ait bireyler de sahip olabilir ki bu eşcinsellik söz konusu olduğunda çok sık karşılaşılan bir durumdur. Bu da aslında önyargıların ne kadar içselleştirebileceğinin ve kendimizin de dahil olduğu grubu olumlu ya da olumsuz işaretlemek için nasıl kullanılabileceğinin bir göstergesi. 

July 1, 2011

Eşcinsel Stereotipler ve Medyadaki Tezahürleri


     Medya toplumsal cinsiyet rollerine dair kadınların ve erkeklerin birbirlerinden farkını bazen fark ettirmeden bazen açık açık bizlere enjekte ederken ideal erkekliğe dair tüm stereotipleri de besler ve büyütür. Tüm bunları yaparken elbette heteroseksüel olmayan “anormal” kişiler de nasibini alır bu tektipleştirmeden. Eşcinsel erkekler kadın gibi resmedilirken medyada eşcinsel kadınlar da erkeksilikleriyle ön plana çıkarılır. Ancak lezbiyenlikle ilgili haberlerde ilginç bir durum vardır. Habere konu olan kişinin haberde nasıl fail olduğuna bağlı olarak bu resmediliş farklıdır. Günlük, sıradan hayatların, üçüncü sayfa haberlerine konu olan durumlarda lezbiyenler erkek gibi olmalarına vurgu yapılırken, magazinsel haberlerde lezbiyenler ilgili haberlerin görsellerinde özellikle çekici, seksi kadın fotoğrafları kullanılarak erkeklere görsel malzeme olurlar. Eşcinsellikle ilgili haberler genelde magazinselleştirilir ve polemik konusu olarak ortaya atılır.
            Bir diğer yandan haber, unsuru kişilerin cinsel eğilimlerinin farklı olması üzerine kurulur ve başlarına gelen herşey alttan alta rasyonalize etmeye çalışılır. Özellikle eşcinsel erkeklere yönelik cinayetlerde, eşcinsellerin hızlı eş değiştirmeleri ve bu eşleri çeşitli kulüplerde aramaları sonucunda başlarına gelen saldırı ve cinayetler rasyonalize edilmektedir. Bir tür ‘bunları hak etmektedirler’ yaklaşımı ve ideolojisi yapılmaktadır. [1]  
            Medyadan derlediğim bazı haberler üzerinden giderek anlatmaya çalıştığım şeyleri daha somut hale getirebileceğimi düşünüyorum. O yüzden eşcinsel stereotipleri besleyen haberlere bir göz atarak eşcinsel stereotiplerin medya tarafından nasıl yeniden üretildiğini ortaya koymaya çalışacağım.

June 25, 2011

Pandora’nın kutusundan çıkan en büyük kötülük: Cinsiyet


Judith Butler
Butler, cinsiyetin de tıpkı toplumsal cinsiyet gibi inşa edildiğini, dolayısıyla inşadan önce cinsiyet kategorilerinin olmadığı söylüyor. Gerçekten de böyle midir? Çoğu insan için bu sorunun cevabı elbette ki hayır olacaktır. Çünkü biyolojik olarak kadın ve erkeğin bariz farklılıkları vardır birçoğu için: Bu biyolojik farklılık türün bir kısmına doğurganlık özelliği verirken diğerinde bu özellik görülmemektedir. Peki, bu aynı türün iki farklı fonksiyonuna sahip bireyi için doğurganlıktan başka bir fark var mıdır gerçekten? Ya da bu fark şimdi “kadın” ve “erkek” dediğimiz iki farklı kategorinin varoluşlarında böylesine büyük bir farklılık yaratacak kadar büyük müdür? Aslında bunu tartışmak, hele de cinsiyet ve toplumsal cinsiyet üzerine inşa edilmiş bir varoluşun, bir kültürün içerisinden tartışmak oldukça zor. Çünkü kurulabilecek bütün cümlelere ve sorulabilecek bütün sorulara kültürün ve söylemin hazır bir cevabı var. Üstelik bu hazır cevaplar zihnimize öyle bir işlenmiş ki kolay kolay kimseye aksini söyletebilmek mümkün değil.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Paylaş